“Bozkurt” tartışması: AKP, MHP’yi “Asimile” mi edecek, Bozkurtlar “Akkurt” mu yapılacak?

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, son dönemdeki “AKP-MHP yakınlaşması”nın ideolojik temellerini ve yakınlaşmanın “birleşme” ile neticelenmesinin mümkün olup olmadığını analiz etti…

Malum; Başbakan Binali Yıldırım’ın AKP grup toplantısında yaptığı “Bozkurt işareti” muhtelif yorumlara hatta esprilere yol açtı. Her ne kadar Başbakan Yıldırım hareketini “Engelliler için yaptım” diye izah etse de eğer “Düşünce engelli” değilseniz bunun siyasi bir mesaj çabası olduğunu hemen anlardınız. (Bana kalırsa bu hazırlanmış bir mizansene daha çok benziyordu!) Neyse; siyasette bu tarz atraksiyonlar her zaman olur desek bile gene de “manidar” bir durum o başka tabii ki!..

Lakin bu tarz tartışmalar referandum eksenli “AKP-MHP yakınlaşması”ndan beri çok önceden başladı aslında. Başlarda çoğu kişiye “Ne oluyor?” dedirten, anlaşılmaz hatta “Tuhaf” gelen yakınlaşma zamanla daha bir somutluk kazandı. O kadar ki bugün her iki partinin ortak mitingler, kampanyalar tertiplemesi dahi söz konusu görünüyor. Bunu ani dönüşlü bir “ihanet” olarak (Devlet Bahçeli suçlanarak) bakanlarda normal bir “siyasi ittifak” olarak görenlerde mevcut.



YAKINLAŞMANIN “FATURASI” NE OLACAK?..

Hatta bu durumu daha ileri boyuta taşıyıp her iki partinin süreç içinde “Muhakkak birleşeceği” ya da ortak hükümet kuracağına yoranlar bile var. Biraz daha sert yaklaşanlar ise “AKP’nin MHP’yi asimile edeceğini”, “AKP’nin MHP’yi kullanmakta olduğunu”, “MHP’nin AKP oltasına gelip, zokayı yuttuğunu” bile ileri sürüyorlar. Hatta bu durumun hareketi böleceği, Meral Akşener’de simgelenen “muhalifler” hareketini ayrı partileşmeye zorlayacağını ileri sürenlerde mevcut. Herkes durduğu yere göre bir bakış ileri sürüyor anlayacağınız.

Öyle veya böyle referandum sürecinde AKP ile yakınlaşmanın MHP’ye bir “faturası” olacağı (Olumlu veya olumsuz) ve bazı örgütsel-ideolojik sonuçlara yol açacağı şimdiden kesin görünüyor. Tartışmalı olan bunun “MHP’nin sonu” mu yoksa “MHP için “Yeni bir başlangıç” mı olacağı. Bu sorulara şimdiden kesin bir cevap vermek güç gibi. Lakin hararetle tartışılıyor.

“TARİHSEL ARKA PLAN”A BAKMAK LAZIM!..

Oysa şimdi çoğu kişiyi “şaşırtan” bu durum nedense beni hiç şaşırtmıyor. Çünkü olayın bazı tarihsel-ideolojik arka planına baktığımızda bu yakınlaşmanın donelerinin zaten mevcut olduğu görülebilir. Duruma bugünün dar tartışmaları dışına çıkarıp ele aldığımızda AKP-MHP yakınlaşmasının kimi koşullarının uzunca süredir zaten mümkün bulunduğunu anlarız. Düne kadar iki farklı kanaldan yürüyen iki siyasi akım (İslamcılık ve Türkçü-Milliyetçilik) şimdi “konjonktürel” gibi görünen nedenlerle de olsa bir araya gelmişlerdir. Halbuki olaya “devlet politikaları” düzeyinde baktığımızda karşımıza bambaşka bir “tablo” çıkabilmektedir.

Aslına bakılırsa Türkçülük ve İslamcılık akımlarının geçmişi ( Osmanlıcılık ve Batıcılık ile birlikte) Osmanlı’nın son dönemlerine kadar gider. Bu akımlar daha ziyade yıkılma sinyalleri veren Osmanlı’nın çözülüşüne “çare” olarak ortaya atılmış ve daha çok entelektüeller arasında yankı bulmuştur. (Şahsi fikrime göre sonunda o günün koşullarına uygun çare üreten Kemalizm ise Türkçülük ve Batıcılık akımlarının orijinal bir sentezidir) Cumhuriyet döneminde ise Osmanlıcılık ve İslamcılık akımları devre dışı kalmışlardır. Hiçbiri siyasi ifadesini bulamamıştır.



1944 TÜRKÇÜLÜK-TURANCILIK DAVASINDAN BU YANA…

Bu konudaki tek kıpırdanış -o günkü 2. Dünya Savaşı konjonktürüne bağlı olarak- 3 Mayıs 1944 Türkçülük-Turancılık davasıyla sonuçlanan harekettir. Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarının yargılandığı dava ile ayrıca bir kırılma yaşanmıştır. (Aslında Türkçü akımın İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, hatta daha sosyalist içerikteki Sultan Galiyev, vb ile çok önceden temsilcileri vardır) İslamcılık ise 1950’den sonra DP iktidarı ile görece canlanış yaşamış fakat siyasi temsil imkânı bulamamıştır. İslamcılar DP’yi destekleseler de doğrudan partileşmemişlerdir.



Bu akımların 12 Mart’a gelinceye kadar bir “partileşme” çabaları olmamıştır. 1970’de ise Necmettin Erbakan liderliğindeki “Milli Nizam Partisi” (MNP) ile ilk defa bağımsız partileşme çabasına girmişlerdir. Bu çizgi ardından Milli Selamet Partisi (MSP), Refah Partisi (RP), Fazilet Partisi (FP), Saadet Partisi (SP) ve hatta AKP ile birlikte halen sürmektedir.

TANRI DAĞI KADAR TÜRK, HİRA DAĞI KADAR MÜSLÜMANIZ!

Türkçülük-Milliyetçilik akımı ise siyasi potasını 9 Şubat 1969 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CMKP) Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak ismini değiştirmesiyle bulmuştur. Milliyetçi vurgusu ön planda olan “Türk-İslam Ülküsü” ideali ve “Üç Hilalli” amblemi ile dikkat çekmiştir. (Gençlik kolları Ülkü Ocakları’nın ise Hilal içinde Kurt’tur) Başına 27 Mayıs’ın “Kudretli albayı” Alparslan Türkeş gelmiştir. Bu dönemde açıkça bir tartışma yaşanmasa da parti içinde her zaman “Türkçüler” ve “Ümmetçiler” farkı olmuşa benziyor. (Dündar Taşer’in hayatını geri manevra yapan bir kamyonun altında kalarak kaybetmesinden sonra ise “Türkçüler” iyice güç kaybettiler herhalde) Türkeş ise iki eğilimi dengelemeyi bilmiş, “Irkçı” görüş geri plana atılırken kanatlar “islamcı” söylemle dengelenmiştir. (Türkeş’de 1976’da Hac’ca gidecektir) Bu dönem herhalde en çok “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” söyleminde somutlanmıştır.

Bu durum “Soğuk Savaş dönemi milliyetçiliği”ne de uygun görünmektedir. Bundan sonra MHP’de bu yönde bu tarz bir tartışma yaşanmamış (12 Eylül sonrası bir süre MÇP olarak) ancak 29 Ocak 1993 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurduğu Büyük Birlik Partisi (BBP)’nde İslami tonlama daha ön planda hissedilmiştir.

AYDINLAR OCAĞI İDEOLOJİSİ

Tekrar başa döner ve bugünkü tartışmaya şu açıdan bakarsak “AKP-MHP yakınlaşması” anormal bir durum olmaktan çıkıp nispeten aydınlanır gibidir. Çünkü bu anlamda Türk sağının iki ana akımının esas kadroları 1970’lerden beri aynı “muhafazakâr ideoloji” ve “Çatı” altında yetişmiş ve gelişmişlerdir. (“Münevverler Ocağı” dememeleri bir garip!) Daha ziyade “Komünizme karşı” bir refleks olarak gelişen bu hareket çözüm olarak “Türk-İslam dinamikleri”ni mobilize etmeyi hedeflemişe benziyordu. Eksik olan her zaman “siyasi ayağı”dır. Daha doğrusu dönemin koşulları gereği her iki ayak farklı kulvarlarda koşmak zorunda kalmışlardır.

O yüzden bugün AKP-MHP yakınlaşması ile aslında “Türk-İslam Sentezi” siyasi planda tamamlanma arayışında gibidir. Entelektüel temelleri o yıllarda atılan, 12 Eylül’le devlete (Ve derin devlete) iyice yerleşen bir “hareket” bugün yeni bir mutasyon geçiriyor görünmektedir. (“Yeşil kuşak” arayışı sonucu devletin kilit noktalarına da “Aydınlar Ocağı” kökenli kişiler yerleşmişlerdir) Türk devletinin son dönemlerdeki “Gayri resmi ideolojisi” olarak tanımlanabilecek “Türk-İslam sentezi” bugüne kadar “siyasi mecra”sını bulamamıştı. Her iki harekette birbirine yakın ama mesafeli, farklı yapılar altında seyretti. Bu “boşluk” bir türlü doldurulamadı. Şimdi böylesi bir “proje” zorlanabilir mi acaba?

“TÜRK-İSLAM SENTEZİ” TAMAMLANIYOR MU?..

Denilebilir ki 12 Eylül’den beri Türk devletinin gayri resmi ideolojisi “Türk-İslam Sentezi” olmuştur. “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuz” anlayışında şekillenen bu arayış siyasi arenada ifadesini bulamamış (Özal’ın meşhur “Dört Eğilim”i daha farklı idi) ve bu akımları dönem dönem birbirine rakip hatta “düşman” kılabilmiştir. Şimdi ilk defa bu referandum süreciyle birlikte iki akım açık bir “yakınlaşma” sürecine girmişlerdir. Bu süreç sonrası geleneksel Türk sağının “iki kanadı” arasındaki “açık” kapanır ve tam bir “bütünleşme” yaşanır mı bilinmez. Ancak şimdiden bu yakınlaşmanın “zemini” oluşturuluyora benzemektedir.

Bu süreç “sağdaki ayrımı” ortadan kaldırır mı tartışmalıdır. Ama “Türk-İslam sentezi” arayışının siyasi hedefe yönelik misyonunun bitmediğini gösterir. Ve aynı zamanda daha “derinde” bir tercih yapıldığının da göstergesidir. (Kim bilir belki de Devlet Bahçeli’nin “Beka sorunu” olarak tarif ettiği ancak bir türlü içini doldurmadığı şey budur) Türk İslam sentezi bir kesim açısından “fantezi” değil “politik bir kuram” olmuştur. “Uygulanabilir” görüldüğü içindir ki devlette “yol gösterici” bir misyon yüklenmiştir.

Dün sola karşı tek blok sağ hareket olarak tasarlanan “Türk-İslam sentezi”nin “birlik” ayağı reel politik temellerine kavuşamadığı için geçersiz kalmıştır. Sanırım şimdi de “Ortadoğu’da üstlenilen yeni rol” ve “Yeni düşman konseptleri” tespitleri gereği “Türk-İslam sentezi”nin yeni ve 2. versiyonuna ihtiyaç duyulmaktadır. (Artık Atatürkçülük o yüzden geri plana itilmiştir) Bu arayış iç siyasette ve devletin yeniden organizasyonunda ideolojik ve siyasi bir manivela olarak kullanılmak istenmektedir. AKP-MHP yakınlaşmasının bir başka açıdan “Arka planı” da bu olsa gerek. Ortada bir “kişisel” tercihten çok devletin derinlerindeki bir arayışa daha çok benzemektedir. Sanki iki akım arasındaki “makas” kapatılmak istenmektedir. Kapatılabilir mi o ayrı mesele.



BOZKURTLAR “AKKURT” MU YAPILACAK?..

Sanırım buradaki temel soru şudur. Bu durum bir pragmatik “ittifak” mı daha stratejik bir “birlik” mi yoksa daha da “Bütünleşme”ye yönelik bir “çaba”mı olacaktır? Bence hepsinden bir şeyler var ve hepsinden de olabilir. Bu birazda şartların ve referandumun sonucunun tayin edeceği bir şey. Bunun sonucunda ilginç siyasi karışım ve oluşumlar ortaya çıkabilir. Ancak şu an için “illa şöyle olacak” demek için erken ve hayli güç.

Fakat devlette de bir” arayış” olduğu sezinleniyor. “Duşakabin” diye küçümsense de Beştepe’de geçmiş Türk devletlerinin sembolik olarak Cumhurbaşkanın arkasında dizilmeleri (Zaten forsta olan), bilhassa İslamcıların neredeyse tarihimizin Osmanlı’dan öncesi yokmuş gibi davranırken birdenbire “evveliyatını” keşfetmeye başlamaları (Kayı boyunun anlatıldığı dizinin reyting yapması), “Reis”in bile aslında ülkücü jargona ait bir tabir olması, bir “Rabia” ve “Bozkurt” yakınlaşmasının özendirilmesi, vb bu konuda yeni “konseptler” tasarlandığını gösteriyor. Tutar mı o ayrı konu.

Bu tasarımlar AKP-MHP açısından bir “siyasi birliğe” varır mı, “kanlar uyuşur” mu henüz meçhul. Lakin bu yönde de “pişirilen” bir şeyler var sanki. MHP’deki muhaliflerden Sinan Oğan bir ara “AKP, Bozkurtları Akkurt yapma peşinde” demişti. Oğan haklı mı bilemem. Ama karşılıklı iltifatlarla dolu ilginç bir “flört” yaşandığı anlaşılıyor. Şayet bunlar “geçici bir heves” ya da konjonktürel bir yakınlaşmanın erken kanaatleri değilse çok yakın dönemde ilginç oluşumlara şahit olabiliriz!..

Kesin bir şey söylenemese de şimdilerde siyasal İslam ile siyasal milliyetçilik arasındaki yakınlaşmaya bir de bu açıdan bakmakta fayda var gibi…

Semboller savaşı boşuna değil!..

NOT1: Bu durumda ilk işaret sayılabilecek Tuğrul Türkeş’e neden kızıldı?

NOT2: Kişisel kanaatim sonuçta her akımın kendi dinamikleri doğrultusunda tekrar ayrışacakları yönündedir.

23.02.2017.

atillaakar@gmail.com