BÖYLE BİR YAZIYI İÇİNE SİNDİREBİLENE SÖYLENECEK SÖZ YOK!
Sabah yazarı Ayşe Özyılmazel'den Hıncal Uluç'ın yazısına sert tepki.
Seni hiç tanımadım mı?
Kafamda bir sürü soru var...
İçimde hüzün, içimde şaşkınlık, içimde utanç.
Sen gerçekten bu adam olabilir misin?
Yanaklarım kızardı her satırı okurken, yüreğim parçalandı. Hani ne diyeceğini bilemezsin ya, hani ne desen kâr etmez ya o hesap.
Annemi, babamı, ablamı, eniştemi, dayılarımı, amcalarımı, yengelerimi düşündüm...
Hayat bu; her şey hepimizin başına gelebilir.
Hayat bu; her şey insanlar için.
Kafamda bir sürü soru var... Cevapları bulursam çekip gidebilirim ondan.
O soruları sorsam mı sormasam mı kendime. Cevapları bulsam mı bulmasam mı?
Mesela annemi düşünüyorum sabahtan beri ve de babacığımı.
Ne kadar düşünsem anlar mıyım onları? Anlayabilir miyim bana ve ablama olan duygularını?
Hani "anne baba olunca anlarsın" derler ya, haklılar.
Bize en çok onlar yanar, en gerçek onlar ağlar.
Kafamda bir sürü soru var... Yüksek sesle sormaya çekindiğim. Hadi en hafifinden başlayayım.
Mesela; ne pahasına olursa olsun, neyi çiğnersek çiğneyelim konuşulmak ve gündemde olmak mıdır amaç? Sistem böyle mi işler?
Mesela; onun artık "aşktan", "sevgiden" sözcüklerine kim inanacak?
Mesela; içine sindi mi yazdıkları?
Mesela; ya kendi kızı olsaydı?
Tartışmak başka, bıçaklamak başka değil mi?
Soru sormak başka kötülük yapmak bambaşka değil mi?
Kafamda bir sürü soru var... Biraz önce anneme baktım uzun uzun. Bize her bakışında içinin titrediğini bildiğim anneme.
Hiçbir anne böyle bir imtihana tutulmasın istedim.
Ona "Sana ne, Defne'nin hayatından sana ne" dediler.
Ona "Küçücük bir çocuk var arkada, o çocuk senin yazını görecek ayıp değil mi?" diye sordular.
Ona "Su testisi kafanda kırılsın" da dediler.
En az böyle yüz tane cümle kurabilirim, siz de kurabilirsiniz ama ben şu anda orada değilim.
Öyle büyük bir üzüntü içindeyim, öyle büyük bir tepetaklak olmuşluk hissi benimkisi.
"Neden?" diye sormak isterim mesela.
Ya da "Değdi mi?"
Yarın küt diye ölüp ölmeyeceğimizin garantisini kim verebilir ki?
O evimin baş köşesine koyduğum "Sevgililer Günü" için çıkan kitabımıza bakamıyorum dünden beri.
Sevgi bunun neresinde ki?
Gazetecilik böyle bir meslek mi?
Vicdan hangi köşeye park etmiş olabilir ki?
Kafamda bir sürü soru var, keşke hiç olmasınlar istediğim.
Babamı düşündüm dün gece... Aynı yazı onun kızı için kaleme alınsa yapabileceklerini, hissedebileceklerini, içinde olabilecek depremi...
Baba bu, babalık bu, baba sevgisi bu, her şeyi yaptırabilir insana. Canım babam.
Her zaman iyi bir evlat olmaya çalıştım.
Kabul! Çok hatalar yaptım ben, annemin ve babamın gördüğü. Çok hatalar yaptım ben, annemden ve babamdan gizlediğim.
Yüreklerine indirdim, belki de ağlattım onları ama ben böyleydim. Denedim, yanıldım, kafayı duvara tosladım ve öğrendim.
Daha bir sürü hatam olacaktır elbet.
Ama ben annemden ve babamdan vicdanı, sevgiyi, affetmeyi, hoş görmeyi, saygı duymayı öğrendim. İkisine de çok teşekkür ederim.
Yarın bir gün yanlış bir karar verip vermeyeceğimi kim bilebilir ki?
İnsanız elbet; zaaflarımız, telaşlarımız, boşluklarımız, uçurumlarımız, sebeplerimiz çok.
"Asla yapmam" diye bir şey de yok!
Ve maalesef bu topraklarda kadının ölüsü bile gönül ferahlığıyla damgalanabiliyor, kadının hâlâ adı yok.
İçimde müthiş bir üzüntü var, hatta kızgınlık.
Giden gidince, artık konuşamayınca, derdini anlatamayınca arkasından böylesine cümleler kurmanın tutar tarafı yok.
Böyle bir yazıyı yazmayı içine sindirebilene söylenecek söz de yok.
Kafamda bir sürü soru var... Birbirimizi hiç tanımamış olabilir miyiz acaba?
Ben o çok sevdiğim adamı hiç tanımamış olabilir miyim acaba?
Ayşe Özyılmazel/www.sabah.com.tr