BİZE İSTEDİKLERİ KADAR RÖVANŞİST DESİNLER, UNUTMAYACAĞIZ! YILDIRIM TÜRKER'DEN HAYATA DÖNÜŞ İSYANI!
Onca insanın kanı bu katliam erbabına kabus olmuyorsa, biz olacağız.
Hakikate dönüş
Şimdi şu fotoğraflara bir kez daha bakın.
Türkçenin tarihine en kirli alay, en berbat hüsnü tabir olarak geçen, ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ndan bize ulaşabilen anılar.
Bir toplumun gözleri önünde gerçekleştirilen katliamın görüntüleri kim bilir hangi kirli sır kasalarında saklanıyor. Bize, hayatta kalan birkaç yanmış insanın görüntüleri kaldı.
Sonunda hakikate dönüş zamanı geldi.
Hepimizin tanık edildiği; onayımızı kazanmak için bütün yetkililerin bin bir yalanla oldubittiye getirmiş olduğu katliam gerçeğiyle yüz yüzeyiz işte.
Ölüm orucundaki hükümlü-tutuklularla görüşmeler sürerken kimi aydınlarımız aracı olmak için çırpınır, her adımdan toplumu haberdar ederken meğer katliam planı çoktan hazırlanmış, Adalet Bakanlığı tarafından düğmeye basılmış bile.
Şimdi birbirlerinin üstüne atıyorlar onca canın sorumluluğunu.
Operasyon sonrası, “Bu, devletin şefkat operasyonudur. Çoğu kendini yakmak suretiyle ölmüştür”w demeci veren dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün mumu çoktan sönmüştü. Öldürülenlerin üstünden çıkan kurşunlar jandarmaya aitti. Şimdi gazla nasıl cayır cayır yakıldıklarının da kanıtları ortaya döküldü. Şimdi bu planlardan haberi olmadığını söylüyor.
Hikmet Sami Türk hırstan gözü dönmüş bir tur operatörü gibi F tipi cezaevlerine toplu geziler düzenliyordu. Beyefendiliği ve zarafetiyle kimi çinko gönüllerde taht kuran beyefendi, gezdirirken ‘yüksek güvenlikli lüks hücreler’ diye tanıtıyordu onları.
Sonraki Adalet Bakanı Cemil Çiçek de bir cezaevi ziyareti sırasında kendisine sorulan bir soruya karşılık, “Cezaevi sözü içime dokunuyor. Buralar konukevi” demişti. Her gün şefkatli devletin o konukevlerinden mektuplar geliyordu. O cehennemlerde yaşatılanlar, yılmadan duyurmaya çalışıyorlardı seslerini. Öldüklerinde gazetelerde haber olamayanlar.. Öldürüldüklerinde katillerinden hesap sorulamayanlar..
‘Devlet katliam yapmaz!’
O dönem yaşanana katliam dediğimiz için, (“Devlet katliam yapmaz” gerekçesiyle) alınan cezalar yanımıza kâr kaldı. Operasyonu planlayıp yönetenler ne oldu dersiniz? Dönemin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü başta olmak üzere bu operasyonun planlamasında ve icrasında görev alanlar bırakınız yargılanmayı, ödüllendirildiler.
Sözgelimi Ali Suat Ertosun, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in önerisi üzerine, bu operasyondaki büyük katkısı nedeniyle bakanlar kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayı ile ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi.
Daha sonra da Ali Suat Ertosun’un önlenemez yükselişi HSYK üyeliği ile perçinlenecekti.
Kanlı katliam operasyonundan birinci derece sorumlu bir muhterem olarak yargının zirvesine oturtulmuştu.
Şimdi Ertosun, ‘Tufan’ planının kendilerinin değil jandarmanın marifeti olduğunu iddia ediyor. “Plan yapılması doğaldır. Tersi olsa eleştirilmeliydi. Ölüm oruçlarında hayatını kaybedenler olsaydı bize ne denecekti?” diyor.
Dönemin İçişleri Bakanı Tantan, o zamanlar “Devlet ayıbını temizlemiştir. Operasyona bir yıl öncesinden maketler üzerinde çalışıyorduk zaten” sözleriyle şimdi patlak veren hakikati itiraf etmişti.
Elbette bu katliamın en büyük destekçisi, devletinin her dem kefili olan özgür basınımızdı. Şimdi “Sorumlular yargılansın” derken acaba kendilerini de ihbar ediyorlar mı? Büyük gazete Hürriyet’in katliam ertesi manşeti gözü dönmüş, şehvetli bir heyecanı yansıtıyordu: “Devlet Girdi. Örgüt yaktı, jandarma kurtardı”.
Sabah, “Kendilerini ateşe verdiler” diye haykırıyor, Milliyet, “Sahte oruç, kanlı iftar” manşetiyle katliamı kutsuyordu. Cemaatin Zaman’ı, ölüm orucuna gönderme yaparak nispetçi bir espriyle çıkmıştı: ‘Sahur Operasyonu’.
Özkökler, Mehmet Yakuplar, Ülseverler, Mengiler, Civaoğlular ve benzeri birçok saygın basın adamı coşkuyla alkış tutuyor, bir an olsun inanmadıkları ölüm orucunun böyle kanlı bitmesinden en ufak bir üzüntü duymuyorlardı. Aksine.
O zamanlar Hürriyet’in Çölaşan’ı, tutuklu ve hükümlülerin hayatlarını kurtarmak için çırpınanlara ‘İnsan hakları soytarıları’ adını takmamış mıydı?
O soytarılar, bir gün Sami Türk, ertesi gün Genelkurmay, daha sonra Ertosun’un kendilerine açtıkları davalara koşturuyor, bir yandan da basın tarafından hırpalanıyordu.
Bize istedikleri kadar rövanşist desinler. Unutmayacağız.
Ne devletin bu katliamını ne de devletle suç ortaklığına gönül indiren zevatı.
Onca insanın kanı bu katliam erbabına kâbus olmuyorsa, biz olacağız.
Yıldırım Türker/Radikal
Şimdi şu fotoğraflara bir kez daha bakın.
Türkçenin tarihine en kirli alay, en berbat hüsnü tabir olarak geçen, ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ndan bize ulaşabilen anılar.
Bir toplumun gözleri önünde gerçekleştirilen katliamın görüntüleri kim bilir hangi kirli sır kasalarında saklanıyor. Bize, hayatta kalan birkaç yanmış insanın görüntüleri kaldı.
Sonunda hakikate dönüş zamanı geldi.
Hepimizin tanık edildiği; onayımızı kazanmak için bütün yetkililerin bin bir yalanla oldubittiye getirmiş olduğu katliam gerçeğiyle yüz yüzeyiz işte.
Ölüm orucundaki hükümlü-tutuklularla görüşmeler sürerken kimi aydınlarımız aracı olmak için çırpınır, her adımdan toplumu haberdar ederken meğer katliam planı çoktan hazırlanmış, Adalet Bakanlığı tarafından düğmeye basılmış bile.
Şimdi birbirlerinin üstüne atıyorlar onca canın sorumluluğunu.
Operasyon sonrası, “Bu, devletin şefkat operasyonudur. Çoğu kendini yakmak suretiyle ölmüştür”w demeci veren dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün mumu çoktan sönmüştü. Öldürülenlerin üstünden çıkan kurşunlar jandarmaya aitti. Şimdi gazla nasıl cayır cayır yakıldıklarının da kanıtları ortaya döküldü. Şimdi bu planlardan haberi olmadığını söylüyor.
Hikmet Sami Türk hırstan gözü dönmüş bir tur operatörü gibi F tipi cezaevlerine toplu geziler düzenliyordu. Beyefendiliği ve zarafetiyle kimi çinko gönüllerde taht kuran beyefendi, gezdirirken ‘yüksek güvenlikli lüks hücreler’ diye tanıtıyordu onları.
Sonraki Adalet Bakanı Cemil Çiçek de bir cezaevi ziyareti sırasında kendisine sorulan bir soruya karşılık, “Cezaevi sözü içime dokunuyor. Buralar konukevi” demişti. Her gün şefkatli devletin o konukevlerinden mektuplar geliyordu. O cehennemlerde yaşatılanlar, yılmadan duyurmaya çalışıyorlardı seslerini. Öldüklerinde gazetelerde haber olamayanlar.. Öldürüldüklerinde katillerinden hesap sorulamayanlar..
‘Devlet katliam yapmaz!’
O dönem yaşanana katliam dediğimiz için, (“Devlet katliam yapmaz” gerekçesiyle) alınan cezalar yanımıza kâr kaldı. Operasyonu planlayıp yönetenler ne oldu dersiniz? Dönemin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü başta olmak üzere bu operasyonun planlamasında ve icrasında görev alanlar bırakınız yargılanmayı, ödüllendirildiler.
Sözgelimi Ali Suat Ertosun, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in önerisi üzerine, bu operasyondaki büyük katkısı nedeniyle bakanlar kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayı ile ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi.
Daha sonra da Ali Suat Ertosun’un önlenemez yükselişi HSYK üyeliği ile perçinlenecekti.
Kanlı katliam operasyonundan birinci derece sorumlu bir muhterem olarak yargının zirvesine oturtulmuştu.
Şimdi Ertosun, ‘Tufan’ planının kendilerinin değil jandarmanın marifeti olduğunu iddia ediyor. “Plan yapılması doğaldır. Tersi olsa eleştirilmeliydi. Ölüm oruçlarında hayatını kaybedenler olsaydı bize ne denecekti?” diyor.
Dönemin İçişleri Bakanı Tantan, o zamanlar “Devlet ayıbını temizlemiştir. Operasyona bir yıl öncesinden maketler üzerinde çalışıyorduk zaten” sözleriyle şimdi patlak veren hakikati itiraf etmişti.
Elbette bu katliamın en büyük destekçisi, devletinin her dem kefili olan özgür basınımızdı. Şimdi “Sorumlular yargılansın” derken acaba kendilerini de ihbar ediyorlar mı? Büyük gazete Hürriyet’in katliam ertesi manşeti gözü dönmüş, şehvetli bir heyecanı yansıtıyordu: “Devlet Girdi. Örgüt yaktı, jandarma kurtardı”.
Sabah, “Kendilerini ateşe verdiler” diye haykırıyor, Milliyet, “Sahte oruç, kanlı iftar” manşetiyle katliamı kutsuyordu. Cemaatin Zaman’ı, ölüm orucuna gönderme yaparak nispetçi bir espriyle çıkmıştı: ‘Sahur Operasyonu’.
Özkökler, Mehmet Yakuplar, Ülseverler, Mengiler, Civaoğlular ve benzeri birçok saygın basın adamı coşkuyla alkış tutuyor, bir an olsun inanmadıkları ölüm orucunun böyle kanlı bitmesinden en ufak bir üzüntü duymuyorlardı. Aksine.
O zamanlar Hürriyet’in Çölaşan’ı, tutuklu ve hükümlülerin hayatlarını kurtarmak için çırpınanlara ‘İnsan hakları soytarıları’ adını takmamış mıydı?
O soytarılar, bir gün Sami Türk, ertesi gün Genelkurmay, daha sonra Ertosun’un kendilerine açtıkları davalara koşturuyor, bir yandan da basın tarafından hırpalanıyordu.
Bize istedikleri kadar rövanşist desinler. Unutmayacağız.
Ne devletin bu katliamını ne de devletle suç ortaklığına gönül indiren zevatı.
Onca insanın kanı bu katliam erbabına kâbus olmuyorsa, biz olacağız.
Yıldırım Türker/Radikal