Bugün bizi yazıyorum.
Bugün belki de en zor yazımı yazıyorum.
Canım kızım; her işin erkendi senin.
Doğumun bile.
9 ay bekleyemedin, 7’nci ayda girdin hayatımıza.
Benim için zor zamanlardı.
İşsizdim çünkü o dönem.
Ama öyle fedakar, öyle pırlanta kalpli bir annemiz vardı ki; tüm olumsuzluklara göğüs gerdi.
Hep şükretti Allah’ın verdiklerine.
Okul önlerinde yeri geldi köfte sattı, yeri geldi kurabiye..
Çok zor günlerdi ama o zor günleri hep beraber aşmasını bildik.
O zamanlar, yalnızca bir tek oyuncağın vardı.
Belki çok sevdiğinden, belki de başka alternatifin olmadığından sürekli onunla oynardın.
Çöp toplayan amcaları çok severdin.
Camın önüne oturur, amcalar çöpleri toplamaya başladığında, “Çöpçü Amcalaarrr, merhabaa!!” diye bağırırdın.
Rahmetli babaannen, bize destek olabilmek için emekli maaşının yatmasını bekler, maaşı yattığı gibi koşa koşa mahalledeki dükkanları dolaşır, sana yeni kıyafetler alırdı.
Sonra da aybaşını bir türlü getiremezdi.
Seni o kadar severdi ki; elindeki para bittiğinde ne yapacağını hiç aklına getirmezdi.
Zor günlerdi, hem de çok zor.
Sonunda aştık biz bunları kızım.
Yeni bir iş, yeni düzen, yeni yeni uğraşlar, telaşlar, koşturmacalar..
Bir de hatırlar mısın; alırdın eline tarağı, geçerdin aynanın karşısına, “Ben de muhabir olacağım” der ve başlardın haber sunmaya, olay yerinden canlı aktarmaya.
Ve başardın da.
İlk defa söylüyorum, şımarma sakın, iyi bir televizyon muhaberi oldun.
Bunu 35 yıllık meslek hayatımın bana verdiği yetkiye dayanarak söylüyorum, yani inan bana!..
Sonra hayatımıza bir erkek daha girdi.
Afacan mı afacan, hareketli mi hareketli, tıpkı babasının küçüklüğü gibi.
Ona hem abla, hem arkadaş, hem sırdaş oldun.
Evet bugün bizi yazıyorum.
Bugün acılarımızı, sevinçlerimizi yazıyorum.
O kadar çok isterdim ki şu an makyajının yapıldığı o odada annemizin de olmasını.
Ama olmadı.
Her insan, Yüce Rabbin kendisine yazdığı kaderi, hayatı yaşıyor.
Diğerlerinin elinden maalesef bir şey gelmiyor.
Ama inan bir tanem; O bizi görüyor.
O seni görüyor.
O bizimle.
Sen rahat ol.
Bugün bizi yazıyorum kızım.
Biz hep kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı bildik.
Bizim arkamızda kimsemiz olmadı.
Ne dayımız, ne amcamız.
Biz bugünlere tırnaklarımızla kazıyarak, kan ter içinde çalışarak ve hep birbirimize mutlak bir güvenle sırtımızı dayayarak geldik
Hayatının bundan sonraki döneminde yanında ben değil, ailemizin yeni evladı, benim damadım, senin eşin olacak.
Sana son sözüm şu; bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da hep dik dur.
Asla kimsenin önünde eğilme.
Doğru bildiğin yoldan asla sapma, geri adım atma.
Hayatın inişleri de var çıkışları da.
Her günün düğün bayram tadında olmayacak.
Üzüleceksin.
Kaybedeceksin.
Her şeye lanet edeceksin.
Ama benim bildiğim ve yanında olan herkesin de göreceği gibi hep dimdik duracaksın.
Her zaman yeniden ayağa kalkıp, “Evet, nerede kalmıştık?” diyecek, ileriye bakacaksın.
Ve sen bunu yaparken, ben de bir gölge gibi her zaman senin yanında olacağım.
Bugün “bizim” evimizden çıkıp, kendi ellerinle döşediğin “kendi” evine gideceksin.
Hep mutlu ol, hep mesut ol.
Baban ve kardeşin arkanda değil, hep yanında olacak.
Ve Ayşegül..
Sen de rahat uyu.
Kızımız sen yanında olamadığın için buruk ama mutlu.
Sen hiç merak etme.
Ben her zaman hem kızımın, hem de oğlumun yanında olacağım.
Bana pırlanta gibi iki evlat bırakıp gittin bu hayattan.
Biz, oğlumla birlikte senin de yerine kızımızı evlendiriyoruz bugün.
Evet dostlar; bugün kısaca bizi, kendimizi, ailemizi anlattım sizlere.
Kızım Sabahnur bembeyaz gelinliği içerisinde gelin olacak bugün.
Bende tarifi imkansız duygular.
Biraz mutluluk ama çokça keder.
Ne demişti Ahmet Kaya, o şarkısında;
“Biz üç kişiydik
Bedirhan, Nazlıcan ve ben..”
Evet, biz de üç kişiydik;
Sabahnur, Ceyhan ve ben..
Ama artık dört kişiyiz.
Sabahnur, Ceyhan, ben ve Ekrem..
Hep mutlu ol canım kızım.
Hep mutlu olun çocuklar.
Cezmi abiniz....