BİRGÜN YAZARINDAN İNTİKAM YAZISI!

Ekrandan iyi niyetli 'Barıştan Söz Edelim' diyenlerin Ermeni(i), Rum(!), ibne(!) olduklarını öğrendik ve her türlü pisliğe bulaştıklarını anladık(!) gelen iletilerden

İntikam

Son PKK saldırısı ölen asker gençlerin acısıyla birlikte bambaşka bir dile geçtiğimizin de belgelenmesi açısından turnusol oldu.

Bir gün önce ölen sekiz kişiyi bir anda unutuverdik örneğin. Eğer ertesi gün büyük sayıda kayıp olmasaydı, içinde iki yaşında bir çocuğun da bulunduğu o kişiler için yas tutacaktık. Fakat vakit yetmedi. Sayı artınca ilgi ötekine yöneldi. Öğrendik ki ‘her insan bir dünyadır’ ilkesi, yaşadığımız şizofrenik medya çağı için geçerli değil.

Birbiriyle iyi geçinen selam, sabah eden insanların güzel maskelerin ardına saklandıklarını anladık. Düne dek bakkalı, komşusu, iş arkadaşı olan kişiye öfke ve husumetle bakar oldu içimizden bazıları. Suçun kişiselliği ortadan kalktı. Tüm Kürtler katil diye düşünen bir kitle oldu.

Yaratıcılığımızın ne denli kötücül olduğunu gördük. Sohbetlerde serinkanlı katil gibi tezler üretenler çıktı. Acayip planlar dudak uçurtacak türden. ‘İntikam değil, katliam istiyoruz’ diyen bir akıl olduğunu fark ettik mesela. Kan isteyenlerin çokluğu ne denli tekinsiz bir hava soluduğumuzu anımsattı bazılarına.

Ekrandan iyi niyetli ‘Barıştan Söz Edelim’ diyenlerin Ermeni(!), Rum(!), İbne(!) olduklarını öğrendik ve her türlü pisliğe bulaştıklarını anladık(!) gelen iletilerden. Kadın barış konuşmacılarının Fahişe(!) ve anaları belirsiz(!) kimseler olduğunu bilgi haznemize kazıdık.

Böyle günlerde gazetecilerin ‘Milli’ olması gerektiğini kavradık. BirGün, Cumhuriyet(!), Aydınlık(!), Sözcü(!) gazetelerinin gayrımilli olduklarını çağrılı olmadıkları toplantıdan öğrendik. Gazete patronlarının çevresinin korku ağlarıyla örülü olduğunu gördük. Bazı gazetecilerin her duruma ayak uydurduğunu ibretle izledik. Gerektiğinde askerlere “Nasıl yayın yapalım, emredin paşam!” diyenlerin, şimdi “Siz nasıl uygun bulursanız öyle yayın yapalım padişahım” deme kıvraklığına hayran kaldık.

Siyasetin ideolojik zeminden yoksun olunca nasıl utandırıcı bir hal aldığını gördük. Fetihçi zihniyetle bayrak dikmek isteyenlere rastladık, meclisi kötü bir kara güldürüye döndüren hamasetçi vekiller gördük, her koşulda muhalefet suçlu diyerek artık ‘pes’ dedirten iktidar sözcüleri dinledik, birazcık acıya saygı duymayan ve meclisi dingonun ahırı(!) ya da ring(!) zanneden yirmi yıllık vekiller tanıdık yeniden.

Ülkenin ne kadar büyük emekli komutan ve stratejist birikimi olduğuna tanıklık ettik. Bu savaş ortamında her birinin yetkinleşmiş bir televizyon yıldızı olduğunu ve iyice deneyim kazandıkları için reklam aralarına uyumlu, kamera açılarına hakim olduklarına bakarak büyük hayranlık duyduk. O kadar çok konuşup, tek kelime insandan söz etmemiş olmalarını ise yadırgamadan izledik.

Köşe yazarlarının her konuda fikir sahibi olmalarına alışkındık ama esas görevlerinin askerlik olduğunu anımsadık. Kuvvet komutanları ve ordunun büyük bölümü içerde olduğu için bu açığı kapama gayretlerine ve bu büyük fedakarlıklarına(!) imrendik.

‘Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez’ sloganının ne denli içerikten yoksun hale geldiğini gördük. Acılı ailelerin evlatları öldüğü için ağladıklarını netlikle izledik ve esasen ateşin düştüğü yeri yaktığını büyük bir acı ve ibretle yeniden öğrendik. Çocukların ölmesi, ucuz bir öfke selinden öte bir anlam ifade etmez olmuş, ölenlerin aileleri için artık tek gün bile harcanmaz hale gelmişti, bunu yeniden belgeledik.

Borcundan ötürü elektriği kesik ailenin evladı şehit düşünce, nasıl apar topar gereğinin yapıldığını okuduk, artık bu utanmazlığa yüreğimizin dayanamayacağını hissettik. Yoksul, çaresiz insanların tek özgürlüğü gözyaşları olmuştu, bizde yanımızdakine belli etmeden için için ağladık.

‘İntikam’ isteyen bir devlet başkanıyla tanıştık. Bunu eleştirenlerin ne denli yalnız kaldığını anladık, düne dek en büyük iktidar muhalifi olanların bu söylemin ardında kilitlendiğini gördük. Ürktük. Barış için ortaklaşamayanların savaşta nasıl uzlaştıklarını fark ettik.

Yemek içimizden gelmedi.

Konuşmak belki.

Şiire, romana sığınmak istedik, acıyı kesmedi.

Tekinsiz ve yaralı uykulara daldık.

Ağlayan halklara baktık uzunca.

Üzüldük.

Yazıya sığındık yeniden ve özgür yalnızlığımıza.