Bir “Telefon”un Düşündürdükleri… İmamoğlu’nun Tunceli Seyahatini Nasıl Okumalı?..

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, Ekrem İmamoğlu’nun Tunceli ziyareti esnasında Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı telefon görüşmesini değerlendirdi…

ATİLLA AKAR atilla.akar@medyaradar.com

Biliyorum, “Bu adam İmamoğlu’na kafayı takmış” diyecekler ama olsun. Zaten ben kendimde şaşırıyorum. Bu yazdığım kaçıncı İmamoğlu yazısı. İyi de ben ne yapayım? Gündem o. Gündemi de ben oluşturmuyorum ya!..

İmamoğlu’nun “Alevi Açılımı” mı?..

Neyse, gelelim sadede… Malum İmamoğlu, eşi ve beraberindekiler Tunceli’ye gittiler. Burada bilhassa Alevi kanaat önderleri ve Aleviler için önemli kabul edilen birtakım “inanç merkezleri”ni ziyaret ettiler. Alevi vatandaşlarımızla temaslar kurup pozitif bir tablo çizdiler. (Zaten İmamoğlu’na özel bir nevi “Alevi açılımı”nı daha İstanbul’da iken cemevi ziyaretleri ile başlatmıştı.) Böylelikle Sağ-Sünni gelenekten gelen biri olarak, Kılıçdaroğlu ile problemi olsa bile onun Aleviliğinden kaynaklanmadığı hissettirilmişti. (Fatih Altaylı’da bu yöne vurgu yapmıştı) Bence doğruda yapmıştı. Çünkü CHP’de belli bir yoğunluğu teşkil eden Alevi yurttaşlar üzerinde bu yönde “kaşıyıcı” propaganda yürütenler olduğu söyleniyordu. Tunceli ziyaretiyle bu “sıkıntı” aşılmış oluyordu.

İki İhtimalli Senaryo!..

Peki İmamoğlu sadece “Alevilerle daha da yakınlaşma” uğruna mı oralara kadar gitmişti? Hem de rakibi Kılıçdaroğlu’nun memleketine. Bu ne anlama gelebilirdi? Bir tür “meydan okuma”mıydı yoksa başka bir “proje” mi hayata geçiriliyordu? Dahası toplumun içinde ve medyanın gözü önünde Kılıçdaroğlu ile telefonda konuşması ne demekti? Bu görüşme “şart” mıydı? (Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’na ilk anda cep telefonunu neden açmamış ve o da ev telefonundan aramak zorunda kalmıştı acaba?) Konuşacak başka yer mi bulamadı yoksa bizzat öyle olması mı hesaplanmıştı? Eğer öyleyse böyle davranarak neyin “mesajı” verilmek istenmişti? Şimdi bakalım…

Karamsar Senaryo: Özellikle en uç ve negatifinden bakarsak (Benzetme tabirlerimi bağışlayın) bu bir “meydan okuma” gibidir. Hatta “posta koyma”dır. Senin doğal tabanının olduğu yere, mahallene gelir havamı atarım. ( “Size haber vermeden geldim” demek ne demek?) Racon keserim. Üstelik seninle kafa bulur gibi, bir tür emrivaki şekilde seni arar, adeta dalga geçercesine sözüm ona seni bilgilendiririm. Nispet yaparcasına davranır, altını oyar, nezaket gösterisi altında birde pişkin pişkin gülümserim. Bu aynı zamanda yeni bir savaş ilanı gibi olurdu.

Bilemiyorum: işler bu kadar çığırından çıkmış, terbiye sınırlarını aşıp, hatta bir anlamda “saygısızca” ve “kaba” bir boyuta sıçramış olabilir mi? Zannetmiyorum. İmamoğlu’nun bu kadar “görgüsüz” olabileceğine imkân ve ihtimal vermiyorum. Zaten yakıştıramam da!..

İyimser Senaryo: İmamoğlu her ne kadar adeta çocuksu bir coşkuyla “Genel Başkanım cebinizi aradım ama cevap vermedi. Sizden habersiz Tunceli’ye geldim” dese de bir tür danışıklı dövüş, ayarlanmış bir muhabbet olabilir mi acaba? Bu cephede planların değiştiği, birilerinin araya girip (Artık önceki yazımda bahsettiğim “derin ağabeyler” mi başkaları mı bilemem!) “barış çubuğu” tüttürdükleri, İmamoğlu’nu İstanbul Belediye Başkanı adaylığına ikna edip bu yönde karar alındığının göstergesi olabilir mi? (Nitekim Medyascope’dan Göksel Göksu’nun yazısı da bu yönde.)Söz konusu konuşma onun adımıdır.

İmamoğlu’da nihayet parti içinde bir anlaşmaya varılmasının, durumun netleşmesinin verdiği rehaveti yansıtmaktadır. Genel başkanlık iddiasından vazgeçmese de sonraya ertelemiş olabilir. Böylelikle Kılıçdaroğlu ile tekrar sıcak bağlar kurduklarını, üstelik Kılıçdaroğlu’nun memleketinde bunu yansıtarak yeni bir dönemin başladığının, “kavgaya son verildiği”nin ilanı olabilir. Yoksa bu konuşmanın herkesçe bilinmesini niye istemiş olabilir ki? Şayet ince hesaplanmış bir PR çalışması değilse, düne kadar aralarında soğuk rüzgârlar esen bu iki ismin şimdi canciğer kuzu sarması imajı vermesini neye yormalı?

Hangi Seçenek Geçerli?

“Kesin şu geçerli” diyemesem bile çatışmanın potansiyelleri kimseyi uzun süre sırtında taşıyamaz. Bir şekilde “anlaşma” sağlanmış da olabilir bütün bunlar işin sadece “Şov”u da. Aslına bakılırsa iki tarafında fazla seçeneği yok ve bir şekilde “uzlaşmak” zorundalar. Kılıçdaroğlu uzun süre “değişim” isteğini görmezden gelemez. İmamoğlu’da adaylığını açıklamadan uzun süre top çeviremez. Delege seçimlerindeki tabloya rağmen savaşmayı göze alamaz. Ara formül arayışı “ertelemek” olabilir. Yahut her şeyi göze alıp sertçe savaşacaklar…

Şimdilik en mantıki seçenek –partiyi de fazla yıpratmadan- baltaları seçim sonrasına kadar toprağa gömmek gibi duruyor. (Tabii İmamoğlu İBB’ye tekrar aday olup bu sefer kazamazsa olaya ayrı ve hayli riskli bir pencere açar o başka!) Partideki ortak eğiliminde bu yönde olduğu anlaşılıyor. Zorlayıcı birileri devreye girmiş olmalı.

Ancak çatışmanın seyri şu ana kadar o kadar “parçalı bulutlu” seyretti ki insan daha somut bir emare ya da beyan görmedikçe inanmakta zorlanıyor. Bu telefon işi epey “tuhaf” olsa da sıradan, spontane ve “boş” bir muhabbet de olabilir mi acaba? Neredeyse günü gününe hızla değişen siyasette (Dolayısıyla CHP’de) olayların akışı her şeyi tekzip eder mi? Üç gün sonra tersi çıkar mı? İşler yeniden kızışabilir mi? Ne yazık ki emin olamıyoruz!..

Dolayısıyla her iki senaryonun da gerçekleşme ihtimalleri (Biri diğerine göre daha fazla ya da az olabilir) halen mevcut. Şu aşamada kesinlik söz konusu değil. Bunu ancak önümüzdeki günlerde görebileceğiz.

Kim bilir CHP, “sana söz baharlar gelecek” deyip ülkeye bahar getiremedi ama kendi içinde yeniden bahar havası estirebilir belki. Siz ne dersiniz? Çünkü daha ötesi sert bir fırtına…

09. 08. 2023

atilla.akar@medyaradar.com

Tüm yazılarını göster