Bir “Şemsiyeli darbeci”miz eksikti!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Hüseyin Gülerce’nin “Otobüsteki şemsiyeli saldırgan” üzerinden yaptığı “darbe” yorumunu eleştirdi…
Efendim; bende kendimi, “Paranoyak” bilirdim. (Ki, tabiri hep “olumlu” manada kullanmışımdır, bu başlıkta kitabım bile var) Ne var ki son zamanlarda öylesine söylentiler, haberler, yazılar, iddialar ortaya çıkıyor ki benim bile pabucumu dama attırırlar. Ne yalan ben bunlarla yarışamam. Hangi muhayyilenin ürünüdürler bilemem ama çoğu tam “ödüllük” doğrusu. İşin acı tarafı bunlar ciddiye alınıp, “devlet katında” da itibar ve kabul görebiliyorlar. Ne diyeyim? Böylesi bir dönemden geçiyoruz işte…
Hiç şüphesiz bunun bir maddi temeli var. Bu noktada tümüyle ”haksız” sayılmazlar. Hiç beklenmeyen “15 Temmuz darbe girişimi” sonrası bir “darbe teyakkuzu” hali oluştu. Oluşması da bir ölçüde “normal”di. Kolay değil, Türkiye ciddi bir “tehlike” atlattı ve insanlar gölgelerinden bile şüphelenir oldular. Sanırım birileri de bunu “işlevsel” ve “yararlarına” bulup kaşımaya başlayınca durum hepten karışmaya başladı. Vehimlerle gerçekler iyice birbirine girdi.
HER TAŞIN ALTINDA “DARBECİ” ARAMAK!..
Lakin bu korku artık öylesi marazi boyutlar almaya başladı ki, oldukça tuhaf ve sakıncalı bir gidişat oluşmaya başladı. O kadar ki “darbe” ve “darbeci” kavramları bile sulandırılır oldu. “Darbe” kelimesi o kadar geniş bir anlam kazandı ki artık –arada bağ olsa da- her kaos ve provokasyon ihtimali yaratıcı hareket bile “darbe “diye anılmaya başlandı. Siyaset biliminin kavramları anlaşılmaz oldu. Üstelik bunlara itiraz hakkınız bile kalmadı neredeyse. (“Ben öyle söylüyorsam öyledir” tavrı!) Keyfi tanımlar cari oldu…
İşin komiği dün “darbe korkusu”nu yayıp, bunun üzerinden operasyon yapan bugün “FETÖ” olarak tanımlanan “yapı”ydı. Onlar bu korkuyu ajite ederek devlette tasfiyeler, kumpaslar yaptılar. Şimdi anlaşılan onların yöntemlerini birileri aynen kopyalamış bulunuyorlar. (Lütfen bu konuda yazdığım “Tekrar bir darbe beklenebilir mi?” başlıklı yazıma bakın) Oysa şimdi “uyanıklığı” ve temkinliliği elden bırakmadan hızla “normalleşme” sağlanmalıdır. Sürekli “darbe korkusu” yaymak beklenen normalleşmeyi sekteye uğratmaktadır. Acilen bu psikolojiden çıkmak ve zaten diken üstündeki toplumu fazla germemek gerek. Tabii dinleyen kim!..
TANKLARIN YERİNİ ŞEMSİYE Mİ ALDI?..
Tam bu noktada anlatmaya çalıştığım yaklaşıma en somut örnek düne kadar “Fethullah Gülen’in sözcüsü” olarak lanse edilen Hüseyin Gülerce ‘den geldi. Gülerce, bir kendini bilmezin Metrobüs şoförüne öfkelenip şemsiye ile saldırması ve bunun sonucunda bir kazaya yol açmasını bile darbeye bağlayarak bu alandaki literatüre gerçekten çok “özgün” (!) bir katıda bulunmuş görünüyor. Onun sayesinde yollarda gördüğüm her şemsiyeli şahsa “Potansiyel darbeci” gözüyle bakıyorum artık!
Neyse; işin şakası bir yana aslında Gülerce söylediklerine kendisi de ciddi ciddi inanıyor olmalı ki “Metrobüs kazası mı, darbeye giden yol mu?” başlıklı yazısında şunları söylüyor; “İnanınız, ben artık şahsi mesele, şahsi kavga gibi görünen olaylarda bile Üst Aklın beşinci kol faaliyetinden, FETÖ kumpaslarından kuşkulanıyorum. Şu İstanbul’daki metrobüste şoförün yüzüne şemsiye ile vurulup meydana gelen korkunç kaza bile beni şüpheye sevk ediyor. O kazada onlarca insan ölebilirdi...” Dahası Gülerce okul servis şoförlerinin kavgasının da yine "kaos" için yapıldığını iddia edebiliyordu.
Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Sayın Gülerce toplum içine çıkıyor mu, kamu taşıtlarına biniyor mu, toplumla teması, gözlem alanı nedir bilemiyorum. Lakin ortalık asabiyeti tavan yapmış, öfke kontrolünden yoksun, ilk fırsatta birilerine saldırabilecek tiplerle dolu. Bunlara her an her yerde mebzul miktarda rastlayabilirsiniz. Bunlar magandasından “Kriminal”ine, “sosyopat”ından “psikopat”ına geniş bir yelpazededirler. Bütün bunlara genel kültürsüzlükler, edepsizlikleri de eklerseniz manzara ortada. Ortalık “normal” görünen bir sürü “ruh hastası” dengesiz ile kaynıyor. Sudan sebeplerle maraza çıkartabilirler. Her gün onlarca böyle olay yaşanıyor. Asıl ve öncelikle bu “tablo”ya bir çözüm üretmek gerek…
SALDIM ÇAYIRA MEVLAM KAYIRA DURUMU!..
Belli ki son otobüs olayına da bunlardan biri yol açmış ve ani gelişmiş bir durum. Şimdi buradan hemen “şemsiyeli darbeci” türetmenin alemi ne? Anlaşılan bu olayda da agresif özellikler gösteren, toplumsal sorumluluk ve edep duygusu sıfır, ne yaptığını bile bilmekten aciz bir manyak şoföre saldırmış. Trafikte böyleleri o kadar çok ki. Bunu anlamak için gazetelerin üçüncü sayfalarındaki cinayet, darp, kavga haberlerine bir göz atmak bile yeterli. Abartmaya ne hacet?
Okul servis şoförlerinin kavgasına gelince bu gibi olaylar okulların her açılış döneminde yaşanır. Asıl sebebi her zaman “rant kavgası”dır. Toplumdaki mikro mafyalaşmanın, hemşeri eksenli gruplaşmaların kaçınılmaz sonucudur bu. Devlet otoritesinin, düzenleyici güç zafiyetinin bir neticesidir. Sonunda bir” asayiş” sorunu olarak karşımıza çıkar. Kısaca her yerde bir “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” durumu yaşanmaktadır.
Şimdi bu gibi olayları hemen “darbe”ye, “üst akıl”a, “beşinci kol” faaliyetine bağlamanın, manası ne? Bu da işi bir tür “sulandırma” olmuyor mu? Bu da “panik ve endişe havası yaymak” anlamına gelmez mi? Olayı fazlasıyla karikatürize etmek sonucuna, “darbe” olayının içini boşaltmaya varmaz mı?
Hiç şüphesiz Gülerce’nin de vurguladığı gibi bazen “bireysel olaylar”da toplumsal patlamalara yol açabilir. ( Örneğin Tunus’ta işsizlik sonucu kendisini yakan gencin “Arap Baharı”na yol açması gibi) Ancak her olayı getirip buralara bağlamak, hele de buradan “darbe” sonucu çıkarmak ne kadar “mantıklı”dır? Eğer darbe analizlerimiz bu kadar sığ ve sıradan vehimlere yaslanacaksa vay halimize!..
“Şüphe” iyidir ama bu kadarı da bünyeye zarar değil mi?..
28.09.2016.
atillaakar@gmail.com
Hiç şüphesiz bunun bir maddi temeli var. Bu noktada tümüyle ”haksız” sayılmazlar. Hiç beklenmeyen “15 Temmuz darbe girişimi” sonrası bir “darbe teyakkuzu” hali oluştu. Oluşması da bir ölçüde “normal”di. Kolay değil, Türkiye ciddi bir “tehlike” atlattı ve insanlar gölgelerinden bile şüphelenir oldular. Sanırım birileri de bunu “işlevsel” ve “yararlarına” bulup kaşımaya başlayınca durum hepten karışmaya başladı. Vehimlerle gerçekler iyice birbirine girdi.
HER TAŞIN ALTINDA “DARBECİ” ARAMAK!..
Lakin bu korku artık öylesi marazi boyutlar almaya başladı ki, oldukça tuhaf ve sakıncalı bir gidişat oluşmaya başladı. O kadar ki “darbe” ve “darbeci” kavramları bile sulandırılır oldu. “Darbe” kelimesi o kadar geniş bir anlam kazandı ki artık –arada bağ olsa da- her kaos ve provokasyon ihtimali yaratıcı hareket bile “darbe “diye anılmaya başlandı. Siyaset biliminin kavramları anlaşılmaz oldu. Üstelik bunlara itiraz hakkınız bile kalmadı neredeyse. (“Ben öyle söylüyorsam öyledir” tavrı!) Keyfi tanımlar cari oldu…
İşin komiği dün “darbe korkusu”nu yayıp, bunun üzerinden operasyon yapan bugün “FETÖ” olarak tanımlanan “yapı”ydı. Onlar bu korkuyu ajite ederek devlette tasfiyeler, kumpaslar yaptılar. Şimdi anlaşılan onların yöntemlerini birileri aynen kopyalamış bulunuyorlar. (Lütfen bu konuda yazdığım “Tekrar bir darbe beklenebilir mi?” başlıklı yazıma bakın) Oysa şimdi “uyanıklığı” ve temkinliliği elden bırakmadan hızla “normalleşme” sağlanmalıdır. Sürekli “darbe korkusu” yaymak beklenen normalleşmeyi sekteye uğratmaktadır. Acilen bu psikolojiden çıkmak ve zaten diken üstündeki toplumu fazla germemek gerek. Tabii dinleyen kim!..
TANKLARIN YERİNİ ŞEMSİYE Mİ ALDI?..
Tam bu noktada anlatmaya çalıştığım yaklaşıma en somut örnek düne kadar “Fethullah Gülen’in sözcüsü” olarak lanse edilen Hüseyin Gülerce ‘den geldi. Gülerce, bir kendini bilmezin Metrobüs şoförüne öfkelenip şemsiye ile saldırması ve bunun sonucunda bir kazaya yol açmasını bile darbeye bağlayarak bu alandaki literatüre gerçekten çok “özgün” (!) bir katıda bulunmuş görünüyor. Onun sayesinde yollarda gördüğüm her şemsiyeli şahsa “Potansiyel darbeci” gözüyle bakıyorum artık!
Neyse; işin şakası bir yana aslında Gülerce söylediklerine kendisi de ciddi ciddi inanıyor olmalı ki “Metrobüs kazası mı, darbeye giden yol mu?” başlıklı yazısında şunları söylüyor; “İnanınız, ben artık şahsi mesele, şahsi kavga gibi görünen olaylarda bile Üst Aklın beşinci kol faaliyetinden, FETÖ kumpaslarından kuşkulanıyorum. Şu İstanbul’daki metrobüste şoförün yüzüne şemsiye ile vurulup meydana gelen korkunç kaza bile beni şüpheye sevk ediyor. O kazada onlarca insan ölebilirdi...” Dahası Gülerce okul servis şoförlerinin kavgasının da yine "kaos" için yapıldığını iddia edebiliyordu.
Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Sayın Gülerce toplum içine çıkıyor mu, kamu taşıtlarına biniyor mu, toplumla teması, gözlem alanı nedir bilemiyorum. Lakin ortalık asabiyeti tavan yapmış, öfke kontrolünden yoksun, ilk fırsatta birilerine saldırabilecek tiplerle dolu. Bunlara her an her yerde mebzul miktarda rastlayabilirsiniz. Bunlar magandasından “Kriminal”ine, “sosyopat”ından “psikopat”ına geniş bir yelpazededirler. Bütün bunlara genel kültürsüzlükler, edepsizlikleri de eklerseniz manzara ortada. Ortalık “normal” görünen bir sürü “ruh hastası” dengesiz ile kaynıyor. Sudan sebeplerle maraza çıkartabilirler. Her gün onlarca böyle olay yaşanıyor. Asıl ve öncelikle bu “tablo”ya bir çözüm üretmek gerek…
SALDIM ÇAYIRA MEVLAM KAYIRA DURUMU!..
Belli ki son otobüs olayına da bunlardan biri yol açmış ve ani gelişmiş bir durum. Şimdi buradan hemen “şemsiyeli darbeci” türetmenin alemi ne? Anlaşılan bu olayda da agresif özellikler gösteren, toplumsal sorumluluk ve edep duygusu sıfır, ne yaptığını bile bilmekten aciz bir manyak şoföre saldırmış. Trafikte böyleleri o kadar çok ki. Bunu anlamak için gazetelerin üçüncü sayfalarındaki cinayet, darp, kavga haberlerine bir göz atmak bile yeterli. Abartmaya ne hacet?
Okul servis şoförlerinin kavgasına gelince bu gibi olaylar okulların her açılış döneminde yaşanır. Asıl sebebi her zaman “rant kavgası”dır. Toplumdaki mikro mafyalaşmanın, hemşeri eksenli gruplaşmaların kaçınılmaz sonucudur bu. Devlet otoritesinin, düzenleyici güç zafiyetinin bir neticesidir. Sonunda bir” asayiş” sorunu olarak karşımıza çıkar. Kısaca her yerde bir “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” durumu yaşanmaktadır.
Şimdi bu gibi olayları hemen “darbe”ye, “üst akıl”a, “beşinci kol” faaliyetine bağlamanın, manası ne? Bu da işi bir tür “sulandırma” olmuyor mu? Bu da “panik ve endişe havası yaymak” anlamına gelmez mi? Olayı fazlasıyla karikatürize etmek sonucuna, “darbe” olayının içini boşaltmaya varmaz mı?
Hiç şüphesiz Gülerce’nin de vurguladığı gibi bazen “bireysel olaylar”da toplumsal patlamalara yol açabilir. ( Örneğin Tunus’ta işsizlik sonucu kendisini yakan gencin “Arap Baharı”na yol açması gibi) Ancak her olayı getirip buralara bağlamak, hele de buradan “darbe” sonucu çıkarmak ne kadar “mantıklı”dır? Eğer darbe analizlerimiz bu kadar sığ ve sıradan vehimlere yaslanacaksa vay halimize!..
“Şüphe” iyidir ama bu kadarı da bünyeye zarar değil mi?..
28.09.2016.
atillaakar@gmail.com