BİR KEZ DAHA VEDA EDEMEDEN KAYBETTİM SEVDİĞİMİ!
Başak Sayan Akşam'daki köşesinde ölüm ile yüzleşmesini, anneannesinin ölüm haberini aldığı anı anlattı. İşte o duygusal satırlar...
"Sevdiğim kimseyi kaybetmedim ben daha önce. Sevdiğim derken, ailemden kimseyi..." diyen Başak Sayan, geçen hafta yaşama veda eden annanesinin ardından yazdı.
Ama hayat kısa... Uzun zannetsek de biz.
Hepimiz bir gün veda edeceğiz yaşama...
Çocukluğumun en güzel anılarının sahibi; beni büyüten, anaokuluna elimden tutup götüren; kimselerle konuşmayan, içe kapanık olan bu kız çocuğunu teneffüslerde bile okulun önünde bekleyen; elinde yemek tabağı tüm bahçede peşimde dolanan; bana bin bir türlü masallar anlatarak belki de şuan sahip olduğum müthiş hayal gücünün mimarı olan canımın içi, biricik anneannem de veda etti yaşama geçen hafta...
Daha önce yaşadığım ölüm gibi ani değildi ölümü.
Alzheimer denen korkunç illetle yaşıyordu son beş yıldır.
Bu öyle korkunç bir hastalıktı ki, zamanla unuttukların sadece anıların olmuyordu. Her şeyi unutuyordu beyin.
Önce yürümeyi unuttu anneannem, kalkamaz oldu ayağa. Ardından diğer vücut fonksiyonları zamanla.
En son yutkunmayı unuttu bir anda. Yemek yiyemediği gibi, su bile içemez oldu son bir, iki gününde artık.
Kara haber tez gelirmiş gerçekten.
Ankara’dan aldığım ’Anneannen iyi değil, gelip helallik al’ sözü gerçekçi gelmedi bana ilk anda.
Nedense inanmadım bir türlü bunun olacağına.
Benim canım anneannem, o koca çınar, gitmezdi hiçbir yere.
Beni gelinlikler içinde görecek, çocuğumu kucağına alacaktı daha.
Söz vermiştim ona...
Ankara’ya giderken bunları düşündüm yol boyunca.
Çocukluğumun geçtiği evin kapısından içeri girdiğimde ağlama sesleri duydum ilk önce. Buna rağmen inanmadım gördüğüm manzaraya bir türlü.
Sonra bir baktım, en sevdiğim odada yatıyor anneannem boylu boyunca.
Çenesini bir eşarpla bağlamışlar, karnında da kara saplı bir bıçakla.
Öyle minicik kalmış ki, kuş gibi adeta.
Ben gelmeden yarım saat önce kapamış gözlerini hayata.
’Hayır’ diye haykırdım ama ne gelir elden.
Bir kez daha veda edemeden kaybettim sevdiğimi.
Ama hayat kısa... Uzun zannetsek de biz.
Hepimiz bir gün veda edeceğiz yaşama...
Çocukluğumun en güzel anılarının sahibi; beni büyüten, anaokuluna elimden tutup götüren; kimselerle konuşmayan, içe kapanık olan bu kız çocuğunu teneffüslerde bile okulun önünde bekleyen; elinde yemek tabağı tüm bahçede peşimde dolanan; bana bin bir türlü masallar anlatarak belki de şuan sahip olduğum müthiş hayal gücünün mimarı olan canımın içi, biricik anneannem de veda etti yaşama geçen hafta...
Daha önce yaşadığım ölüm gibi ani değildi ölümü.
Alzheimer denen korkunç illetle yaşıyordu son beş yıldır.
Bu öyle korkunç bir hastalıktı ki, zamanla unuttukların sadece anıların olmuyordu. Her şeyi unutuyordu beyin.
Önce yürümeyi unuttu anneannem, kalkamaz oldu ayağa. Ardından diğer vücut fonksiyonları zamanla.
En son yutkunmayı unuttu bir anda. Yemek yiyemediği gibi, su bile içemez oldu son bir, iki gününde artık.
Kara haber tez gelirmiş gerçekten.
Ankara’dan aldığım ’Anneannen iyi değil, gelip helallik al’ sözü gerçekçi gelmedi bana ilk anda.
Nedense inanmadım bir türlü bunun olacağına.
Benim canım anneannem, o koca çınar, gitmezdi hiçbir yere.
Beni gelinlikler içinde görecek, çocuğumu kucağına alacaktı daha.
Söz vermiştim ona...
Ankara’ya giderken bunları düşündüm yol boyunca.
Çocukluğumun geçtiği evin kapısından içeri girdiğimde ağlama sesleri duydum ilk önce. Buna rağmen inanmadım gördüğüm manzaraya bir türlü.
Sonra bir baktım, en sevdiğim odada yatıyor anneannem boylu boyunca.
Çenesini bir eşarpla bağlamışlar, karnında da kara saplı bir bıçakla.
Öyle minicik kalmış ki, kuş gibi adeta.
Ben gelmeden yarım saat önce kapamış gözlerini hayata.
’Hayır’ diye haykırdım ama ne gelir elden.
Bir kez daha veda edemeden kaybettim sevdiğimi.