BİR HABERTÜRK YAZARI DAHA KENDİ GAZETESİNİN O MANŞETİNİ ELEŞTİRDİ!

Gazetesinin attığı manşeti eleştiren Karaca 'umarım bir daha tekrarlanmaz' dedi.

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca da kanlı bıçaklı manşet tartışmasına dahil doldu. Gazetesinin attığı manşeti eleştiren Karaca 'umarım bir daha tekrarlanmaz' dedi.

Fatih Altaylı'nın manşeti savunduğu yazıyı hatırlatan Karaca, Altaylı'nın savunmasını masaya yatırdığı yazısında bu tür haberlerin toplumu "sarsmak" yerine "alıştırmak" gibi bir işlev gördüğünü anlattı.

Ölüme bakmak

HABERTÜRK'ün cuma günü kullandığı sürmanşet yoğun eleştiriye neden oldu. Öyle ki, gazetenin hemen hemen bütün yazarları, manşet dolayısıyla taarruz altında kaldı. Bıçak 1 — Şefika E/nin sırtını delip okurun etine geçmişti ve hepimiz incinmiştik. Havada ağır bir empati vardı. Yine de o an, bir kere daha böyle bir şey olsa, yaşadığımız incinmenin bunun yarısı kadar olacağını düşündüm. Giderek azalırdı. Zaten sorun, tam da buydu.

Fatih Altaylı, cumartesi günü yazdığı köşeyi bu konuya ayırdı ve eleştirilere cevap verdi. Kadına şiddetin morarmış bir gözden ibaret olmadığını söylüyor, bir kadının ölümünün gerçekte neye benzediğini göstermeyi ve bizi rahatsız etmek istediğini, fotoğrafı bu nedenle kullandığını anlatıyordu. O kadınları korumak, başımızı çevirip gitmemizi önlemek için bu görüntüyü bastığını söylüyordu.

Ne yazık ki devlet ya da toplum, bazen sadece "gözüne sokulduğu zaman" harekete geçer. Bu korkunç fotoğrafı basmış olmaktan kaynaklanabilecek bazı toplumsal faydalar olabilir, doğru. Ama Ayşe Paşalı'nın morarmış gözüne nasıl alıştıysa toplum, sırtı bıçaklı kadınlara da alışır.

Sonraki son nokta ne olacak?
Böyle fotoğraflar nihai anlamda işe yarasaydı, insanları öfkelendirmekten ve acıtmaktan ve giderek alıştırmaktan öte gitseydi, gerek Türkiye gerekse Ortadoğu denilen o geniş coğrafyadaki İslamcılar İsrail'in Filistin'e yaptığı zulmü 20 yıl önce durdurabilmiş olurdu. Bir neslin gençliği İsrail'in boğazladığı, kollarını kırdığı, öldürdüğü insanların fotoğraflarına bakıp ağlamakla, dehşete düşmekle, diş bilemekle geçti. Sonra alıştılar.

Ölenler de ölmeye devam etti.
Hayır, bir yabancılaşmadan fazlasını getirmiyor bu işler, bir alışmaktır gidiyor sonrası. Dahası, ulusal bir gazetede, önemli bir eşiğin aşılmış olmasından kaynaklanacak zararları da bir yere yazmak lazım. Malumu ilam etmek olmasın ama sıradan insanın sefaleti diye bir şey var. Ve yine bilinir ki, bir çıta düştü mü, bir daha onu kaldırıp yeniden eski yerine asmak zordur ve düşen çıtanın ardından bir dizi sefillik daha atlayarak diğer tarafa geçer. Önce sarsmak, duyarlılığa davet etmek, farkındalık yaratmak için kullanılır böyle fotoğraflar, okur tepki verir.

Sonra, giderek o sarsılma hali geçer, sıradan bir meraka dönüşür. Ceset görüntüleri, gazetelerin tiraj, TV'lerin reyting almak için kullandığı materyallere dönüşür. Gerekçe bulmak hiçbir zaman zor olmaz. Biri "Devletin terörist diye öldürdükleri de insandı, bakın şu dehşete, yakından bakın, kenarda gördükleriniz beyin parçaları" der. Diğeri "Asker, polis diye geçiştiriyorsunuz ama bu genç şekilde görüldüğü gibi ikiye bölünmüş olmasaydı on beş gün sonra evlenecek bir nişanlı idi" der, başka biri çalıştığı tersanede düşen ve bareti olmadığı için kafatası dağılan bir işçiye dikkat çekmek ister.

Öbürü, iş ortağı tarafından kaçırıldıktan sonra domuz bağı ile bağlanıp işkence gören zavallı esnafın dramına ve bu ahlaki çöküşe işaret etmek ister.
Memlekette sorun da bol, haksız yere kaybedilmiş canlar da. Öfke, galeyan ve bu hissi paylaşma arzusu bazen galebe çalabilir, hatalar yaptırabilir, ama asıl soru şudur: Gazetelerin otopsi masasına dönüşmesini ister miyiz? Bu dönüşümün sonuçlarını üstlenebilir miyiz?

İnsanların başkalarının acısına, merhametle değil, giderek merak ve kışkırtılmayla yönelmesine ve başkasının ölümünün beş dakika sonra savuşturulacak bir "İnsanlar her yerde ölüyor" yılgınlığına indirgenmesini kabul edilebilir buluyor muyuz?

Ben bulmuyorum. Böyle ölmenin ne kadar korkunç olduğunu anlayabilmemiz için başkalarının cesetlerine bakmanın iyi bir yol olduğunu sanmıyorum. Çünkü ölüm, deneyimlenemez. Ölenle özdeşleşilemez. Başkasının ölümüne bakarak edineceğimiz alışkanlığın yegâne sonucu bencilliktir.

Başkasının ölümüne alışmak, "daha şanslı" olduğumuz için kendi hayatımızı tebrik etmeye kadar gider. Bu da iyi niyetle de olsa, sarsmak için ölümü bütün çıplaklığıyla deşifre etmekten gelecek faydayı uzun vadede izale edecek bir maneviyat kaybıdır diye düşünüyorum.

Umarım, bir daha tekrarlanmaz.