"BİR DİL VER OYUM SANA!" SİYASETÇİ YAZARA AHLAKSIZ TEKLİF!

Taraf yazarı CHP'deki o taciz skandalını yazdı! İşte ŞOK etkisi yapacak o taciz olayı!

YÜZLEŞME

Nazlı Eray’ın romanlarını çok severim.

Bu değerli yazarın, Sis Kelebekleri adını taşıyan romanı 2003’te yayımlandı, zevkle okuduğum bir romandı.

Nazlı Eray, romancılığının dışında politik bir kimliğe de sahipti. Sahipti diyorum, çünkü bildiğim kadarıyla siyaset yapmıyor artık.

Eray, CHP’de uzun yıllar siyaset yaptı. Kendi deyimiyle yüksek oylar alarak Parti Meclisi’ne seçildi. 2002 seçimlerinde seçilebilir bir yerden listelere girmek istiyordu, olmadı. O da seçimlerden sonra oturup Sis Kelebekleri’ni yazdı.

Yıl 2002’ydi. Roman 2003’te yayımlandığında okurlara şu cümlelerle tanıtılmıştı:

“Sis Kelebekleri, edebiyat ve CHP dünyasında olay yaratacak..”

Bir hayli fantastik sayılabilecek olan bu romanın ‘olay yaratmasının beklenmesi’ boşuna değildi tabii.

Eray, partisinin genel merkezinde ‘ahlaksız bir teklifle’ karşılaşmıştı ve otobiyografik olarak tanımladığı romanında, yaşadıklarını şu cümlelerle anlatmıştı:

“Bir adam önümde kıvranıyordu. Genel Merkez’deki bir odadaydım. Adamın elinden öyle bir geriye attım ki kendimi, arkamdaki dev yuka saksısı devrilip kırıldı. ‘Bak ne yaptın gülüm,’ dedi adam, ‘bir dil ver oyum sana, bütün arkadaşlar da sana verecekler oylarını. Konuştum hepsiyle sen bizim adayımızsın.’” (Sis Kelebekleri, Can Yayınları s: 142)

Yanlış anlaşılmasın, Genel Merkez’de bir kadın siyasetçinin bu biçimde sıkıştırılması CHP’deki erkek siyasetçiler arasında bu türden genel bir alışkanlık olduğunu göstermez tabii. Ama bir ünlü romancıya ve yazara bile, partinin organlarına seçilebilmesi veya milletvekili olabilmesi karşılığında, bir belediye başkan yardımcısı çıkıp ahlaksız tekliflerde bulunabiliyorsa, ortada, ta başından beri vahim bir durum var demektir.

Yoksa, bu türden bir kültüre ve bir geleneğe güven duymadan, ve cesaret almadan, kimse CHP gibi bir partide bu şekilde davranamaz. Hele bir belediye başkan yardımcısı hiç davranamaz.

Nazlı Eray, romanında partisindeki bu erkek-egemen kültüre sık sık göndermeler yaptı ama, roman yayımlandıktan sonra da partisini her fırsatta savunmaktan geri kalmadı.

Gelgelelim tüzük olayında Baykal’la iyice ters düştü. Eray, yeni parti tüzüğünü anti-demokratik buluyordu. Baykal’ın geçirmek istediği yeni parti tüzüğüne oy vermedi. Ve bir daha da Parti Meclisi’ne seçilemedi. CHP’de başlayıp CHP’de biten 12 yıllık siyasi hayatı bu olayla birlikte böylece noktalanmış oldu.

Adı kasetle gündeme gelen, CHP Ankara Milletvekili, Nesrin Baytok’un milletvekili seçilinceye kadar kamuoyunun bildiği politik bir kimliği yoktu. Ama Sayın Baytok, Baykal’la beraber, uzun yıllar sekreter olarak çalışmıştı. Bir parti çalışanı, ya da Genel Merkez çalışanı da diyebilirsiniz Sayın Baytok’a. Şimdi Ankara Milletvekili.

Nesrin Hanım, bir anne ve bir kadın.

Kaset olayıyla yaşadığı mağduriyetten daha acıtıcı, daha onur kırıcı ve daha önemli bir şey olamaz. Ve bu mağduriyeti hiçbir şey telafi edemez.

Bu gerçeğin sadece bir yanı. Ama mahremiyete saygıya sığınıp, iddialara göre, taraflardan birine cazip gelmiş bir ‘statü’ karşılığında yaşanan bu özel ilişkinin ortaya çıkardığı ahlaki standardı da görmezlikten gelemeyiz.

Dünyada ünlü politikacılar ve bu politikacılarla yasak aşk yaşamış kadınlar var elbet.

Berlusconi’nin İtalyan magazin dünyasında haber olmadığı gün yok gibidir. Ama İtalyanlar bunu hiç sorun yapmazlar. Ne güzel çapkın bir başbakanımız var diye düşündüklerinden değil. Berlusconi birlikte olduğu kadınlara herhangi bir kamusal statü bağışlamaz da ondan.

Mitterand’ın aşklarını bütün Fransa biliyordu. Ama bu sorun olmadı hiçbir zaman.

Mitterand sevdiği kadınlara kamusal statü bağışlayan bir politikacı olmadığı için, sorun olmadı.

Eğer birlikte olduğu kadını milletvekili veya bakan yapsaydı, Fransa’da yer yerinden oynardı.

Çünkü siyasetçi, hele devlet adamlığına yükselebilmiş bir siyasetçi kamusal bir görev yapar.

Ve ancak, bu kamusal görevin belirlenmiş hukuku içinde, başkalarına statü sağlayabilir, dolayısıyla bu gücü ancak halkın yararına kullanabilir.

Hadisenin, bizdeki ‘ulusal versiyonu’ bu bakımdan son derece onur kırıcı.

Bu ülkenin bütün yurttaşlarının ama daha çok da kadınların onuru kırılmıştır.

Ve üç maymunu oynamaktan hoşlanan bir toplum olduğumuz için sormaktan kaçındığımız soru aslında şudur: Ortada saygı duyulması gereken özel bir aşk ilişkisi mi vardır, yoksa bir anne ve bir kadının statünün gücüyle ve daha alt bir statü uğruna istismar edilmiş olması mı söz konusudur?

Bu noktada, kaseti ortaya sürenlerin Baytok’un milletvekili olma sürecinde yaşananlardan bayağı istifade ettikleri söylenebilir. İddialara göre, İnönü’nün torunu Ayşe Gülsün Bilgehan, birkaç dil bilmesine ve Türkiye’yi uluslararası platformlarda başarıyla temsil etmesine rağmen, Çankaya’dan, seçilmesi mümkün olmayan Yenimahalle’ye kaydırılmış, Çankaya listesine de Baytok alınmış.

Nesrin Hanım’ın zor günler geçirdiği şüphesiz, basına kayda değer bir açıklaması olmadı.

Baykal ise, yaptığı açıklamada onun adını hiç anmadı –bazı CHP’lilerin Baytok için “o kadın” demesi de çok çirkin bir davranıştı- ve olup bitene “komplo” dedi. Eğer komplo olduğuna inanıyorsa, yapması gereken, kurumsal kimliğinden vazgeçmek değildi. Yapması gereken şey, bu kurumsal ve politik kimliği, özel bir ilişkiye feda ettiği için halktan ve partisinden özür dilemek, ama istifa etmemekti.

Baykal komplocuları da onların gücünü de bence çok iyi biliyor. Onlara, şimdi sahip olduğu fikirlerle karşı koyması imkânsız. Fethullah Gülen bile kurtaramaz Baykal’ı. Ayrıca Baykal küçük bir oyuncu, onlar ise Allah için söylemek lazım, oyunu çok büyük oynuyorlar. Ve Baykal’ın kırk yıllık kötü oyunculuğundan bıktılar.

Anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçmesini önlemek ona verilen son şanstı. 8. Madde’de bu şansı yakalar gibi oldu, ama arkası gelmedi. Ufuk Uras’ın bize hatırlattığı Ergenekon’un zaferi gerçekleşmedi yani.

Baykal, şimdi de, yeni oyuna ayak uydurmaya çalışıyor, hükümeti sorumlu tutup, ona komplo kuranları gizliyor. Ben söyleyeyim. Bu komplocular Ergenekoncular adıyla maruf, Türkiye’nin yeni İttihatçılarıdır. Amaçları da CHP’yi Baykal’ın elinden kurtarmak, değiştirmek filan değil. Böyle bir şeyin onlara faydası olduğunu sanmıyorum. Baykal bunun farkında. Yeni oyunda kalabilmek için çırpınıp duracak. Ama bir yandan da, ya bu kasetin arkası gelirse diye korkmaya devam edecek.

Kimse kendini aldatmasın. CHP’den ne köy olur artık ne kasaba. Ayrıca o partide Baykal’ın alternatifi yok. Kendi celladına âşık Kılıçdaroğlu gibi adamların arkasından gitmez bu toplum.

Peki, o halde ne oluyor diyeceksiniz?

Bana kalırsa, İttihatçılık için sivil siyaset bitti. Kürtlerle savaşmaktan hoşlanmak dahil, bu topluma hâlâ acı vermeye devam eden her yolu ve sivil siyaseti denediler, olmadı.

Şimdi de, kan pahasına bir iktidar talebinden, ülkeyi istikrarsızlaştırma stratejisine doğru hızla yol alıyorlar. Amaçları, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak ve dünya âleme bu ülkede sivil darbe olduğunu, tek parti iktidarı altında yaşadığımızı göstermek.

Bana kalırsa bu parti içi bir hesaplaşma filan değil, demokrasiye, değişime inanan adam kalmadı ki partide, hesaplaşma olsun. İttihatçılar CHP’yi gözden çıkardılar ve işe Baykal’la başladılar.

İnanın yanılmayı çok isterdim, yani İttihatçılığın yasal zeminde kalmasını.

Orhan Miroğlu/ Taraf