BİR “MEDYA FENOMENİ” OLARAK “JÖLELİ” VAKASI!..
Medyaradar medya analisti Atilla Akar, Habertürk TV Genel yayın Yönetmeni Yiğit Bulut'un görevinden alınması ve hakkındaki imajlara dair bir yazı kaleme aldı&...
Yiğit Bulut’un adını ilk ne zaman duydum hatırlamıyorum. Ancak Vatan’daki kimi yazılarını takip ettiğimi anımsıyorum. Bir, iki yazısını da beğendiğimi itiraf etmeliyim. Fakat duruşunda beni rahatsız eden bir yan vardı. Bu onun kendisinden çok ona yapılan “Yakıştırmalar” ile ilgiliydi. O dönem adı “Ulusalcı yazar”a çıkmıştı. İkide bir basında “Ulusalcı yazar şunu dedi, bunu yazdı” türünden haberler veya alıntılar çıkıyordu.
Kendi kendime “Ne çabuk ‘Ulusalcı’ oldu bu adam. Ulusalcılığın da –veya başka bir akıma mensubiyetin- bir raconu, maliyeti var.” diye tepki duyup, garipsediğimi hatırlıyorum. Ne de olsa gerçek “Ulusalcılar” ya ortada yoktu ya da çoğu Silivri’yi boylamaya başlamıştı bir bir. (Bir tür “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali!) Aslının olmadığı yerde “imitasyon”una da rağbet edilebilirdi belki. Benzetme yerindeyse “Taklitlerinden sakınınız” durumu yani!
Sonraları Yiğit Bulut’un bir “Proje kişilik”, “Majestelerinin muhalefeti” denilen türden bir “İmalat eseri” olabileceğinden şüphelenmeye başladım. Hani bir alanda “Boşluk” doğunca o boşluğu doldurmak veya o alandaki radikalleşmeyi önlemek için “Kontrollü muhalifler”e izin verilir ya! Üstelik o süreçte “Ulusalcı” kesimler kendilerini öylesine yalnız, terk edilmiş, sözcüsüz hissediyorlardı ki iki çift eksantrik laf eden herkese “Kurtarıcı” gibi sarılabilirlerdi!
Fakat galiba yanıldım. (Ya da yanılmadım. Sadece formata uymamış veya aslına rücu etmiş olabilirdi belki!) Yiğit Bulut sindirimsiz “Ulusalcı” kalıba sığmadı. İlk imajında kalsaydı çok daha “Başarılı” olabilirdi herhalde. Bu potansiyel “Var gibi” görünüyordu. Fakat bazı şeyler “Konjonktür” meselesi elbette. Hatta sığmamak bir yana, taştı, bendini aştı ve sonunda “Tayyipçilik” de karar kıldı. Öncesinde Sinan Aygün’le “AKP Karşıtı” cephede birlikte “Ateşli tartışmalar” yapan Bulut, Aygün’ün başına gelenlerden sonra birdenbire çark edecekti. İşte Yiğit Bulut’un Yiğit Bulut olmaktan çıkıp “Jöleli”ye dönüşmesi süreci de böyle başladı…
Niye böyle oldu bilemem. Doğan Grubu’nda iken kendisini “İtilmiş” mi hissetti, neye tepki duydu, hep bahsedilen “Sırlar” ne bunlardan anlamam. Ancak Doğan ailesine damat olmanın avantajlarını kısa sürede aleyhine döndürmüş (veya döndürmüşler?) belli ki. Sonunda AKP’ye yanaşarak Doğan’dan (Veya o halkadaki birilerinden?) “İntikam” mı almak istedi. O da belirsiz. Lakin bir gün buradan ilginç bir “Medya hikâyesi” çıkar belki de…
Ancak bana göre Yiğit Bulut bu anlamda tipik bir “Dönek” de olmadı. Çünkü Bulut’un “Ulusalcılığı” tabir-i caizse “Staj aşaması”nda kaldı. Bu anlamda daha önceden “durduğu” bir yerden, bu alanda oluşmuş bir “Kariyer”den ve harcanmış yıllardan söz edemeyiz. Yani bir insanın “Dönek” olabilmesi için öncelikle “Döndüğü bir yer” olması gerekir diye düşünüyorum. Belki biraz daha kötücül bakan biri “Dönek bile olamadı” diyebilir ama ben bu tarz yaklaşımlardan hoşlanmıyorum.
Önceleri var olan “duruş sıkıntısı” sonraları hızla bir “aşırı duruş sıkıntısı” na doğru evrildi. (Her ne kadar hakkında MHP’li olduğu, hatta MHP Genel Başkan Yardımcılığı adaylığına soyunduğu yönünde iddialar ortaya atılsa da.) Oysa o ulusalcılığa “Şöyle bir uğrar gibi” yapmıştı. Fakat bu kadarı bile ona yetti. İnsanlar onu bu “Çark etme” durumu ile birlikte hatırlar oldular. Sonra “Başbakana sorduğu ve soramadığı sorular”, “AKP’den aday adayı olup aday gösterilmemesi” ile hatırlanır oldu. Giderek medyada “İticilik” katsayısı artmaya başladı. Son dönemlerde medyada onun kadar antipati duyulan başka bir isim olmadı. (Aslında bu kanaatimden emin değilim. Daha başka “Adaylar”da var!) “Yalakalık rekorları kırmakla” suçlandı. O kadar ki kendi grubundaki Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın sataşmalarına, alaya almalarına bile maruz kaldı. Son Hasan Cemal ve Mehmet Ali Birand’la girdiği tartışmaları saymıyorum bile.
Velhasıl Yiğit Bulut sonunda belli ki kararı önceden verilmiş fakat “Uygun konjonktür” bekleyen bir tarzda Habertürk TV Genel Yayın Yönetmenliği görevinden alındı. (Bundan sonra ne yapacağını bilemem. Kimi Star TV’ye haber müdürü olacağını öne sürüyor kimi Beyaz TV’ye gideceğinin geyiğini yapıyor.) Bu anlamda Yiğit Bulut gene kendi çapında bir kez daha “Gündem” olmuştu.
Ancak benim dikkatimi çeken asıl nokta şu; bu ayrılış sonrası özellikle Twitter’a atılan mesajlarda medya camiasında kendisini seven, savunan bir Allah’ın kulunun bile çıkmaması. Üstelik bu eğilimin “yandaş”a, “merkez”e, vb göre değişen bir eğilim olmadığının anlaşılması. O kadar ki bazılarının neredeyse “Bayram” derecesinde sevinmesi. Bir “Yazık oldu” diyeninin bile bulunmaması. (Pardon! Nihat Doğan hariç galiba. Sırf bu bile başlı başına manidar!) Bir insan bu kadar mı nefret kazanır, tepki çeker? Bu gerçekten hak ettiği bir “muamele” mi yoksa bir tür “haksızlık” mı kestiremiyorum. (Bilemiyorum insanları sırf siyasal olarak değerlendirmem. Çünkü şahsen tanımıyorum. Siyasetten ötede başka nedenlerde olmalı. Yoksa Yiğit Bulut’tan daha “Hükümetçi” başkaları da var. Kimse o kadar tepki duymuyor.) Fakat sırf bu durum bile başlı başına bir muamma, ayrıca üzerinde durulmaya değer. Bir insanın, bir gazetecinin başına gelebilecek en berbat durumlardan biri bu bence…
Öyle veya böyle, Yiğit Bulut biraz “Negatif” şekilde de olsa genç sayılabilecek yaşta (40) bir “Medya Fenomeni” olmayı başarmış görünüyor. Öte yandan bu olayda kendi içinde –elbette çıkarabilene- derslerle dolu. Medyanın bünyesinde “Kırmızı çizgiler”i olduğu, sabır limitleri bulunduğu, onların zorlanamayacağını, arkanıza kimi ya da kimleri alırsanız alın onlara “Fazla güvenilemeyeceği”ni, her tür konjonktürün kolaylıkla değişebileceğini ve kimsenin “Vazgeçilmez” statüde bulunmadığını gösteriyor.
NOT: “Jöleli” dedikte fıtratım gereği gerçekte insanları aşağılayan, tiye alan, negatif imalar yükleyen sıfatları her kim olursa olsun kullanmayı sevmem. Fakat bu artık benim tercihimi aşan ve kamuoyuna mal olmuş bir tanım olduğu için tırnak içinde de olsa kullanıyorum. Aynı şekilde aslında her kim olursa olsun zor duruma düşmüş insanların –Hele de işsiz kalmış- arkasından yazmayı sevmem. Gelin görün ki, bir medya sitesinde yazıyorum ve gündemin bu “Bomba olayı”nı es geçemem. Gene de camianın genelinde oluşmuş sert negatif algıya oranla görece “İnsaflı” bir yazı yazdığımı zannediyorum. En azından kendisini nasıl savunacak veya kimleri ne ile suçlayacak bekleyeyim bir kere…
Atilla AKAR / 04.01. 2012.
Kendi kendime “Ne çabuk ‘Ulusalcı’ oldu bu adam. Ulusalcılığın da –veya başka bir akıma mensubiyetin- bir raconu, maliyeti var.” diye tepki duyup, garipsediğimi hatırlıyorum. Ne de olsa gerçek “Ulusalcılar” ya ortada yoktu ya da çoğu Silivri’yi boylamaya başlamıştı bir bir. (Bir tür “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali!) Aslının olmadığı yerde “imitasyon”una da rağbet edilebilirdi belki. Benzetme yerindeyse “Taklitlerinden sakınınız” durumu yani!
Sonraları Yiğit Bulut’un bir “Proje kişilik”, “Majestelerinin muhalefeti” denilen türden bir “İmalat eseri” olabileceğinden şüphelenmeye başladım. Hani bir alanda “Boşluk” doğunca o boşluğu doldurmak veya o alandaki radikalleşmeyi önlemek için “Kontrollü muhalifler”e izin verilir ya! Üstelik o süreçte “Ulusalcı” kesimler kendilerini öylesine yalnız, terk edilmiş, sözcüsüz hissediyorlardı ki iki çift eksantrik laf eden herkese “Kurtarıcı” gibi sarılabilirlerdi!
Fakat galiba yanıldım. (Ya da yanılmadım. Sadece formata uymamış veya aslına rücu etmiş olabilirdi belki!) Yiğit Bulut sindirimsiz “Ulusalcı” kalıba sığmadı. İlk imajında kalsaydı çok daha “Başarılı” olabilirdi herhalde. Bu potansiyel “Var gibi” görünüyordu. Fakat bazı şeyler “Konjonktür” meselesi elbette. Hatta sığmamak bir yana, taştı, bendini aştı ve sonunda “Tayyipçilik” de karar kıldı. Öncesinde Sinan Aygün’le “AKP Karşıtı” cephede birlikte “Ateşli tartışmalar” yapan Bulut, Aygün’ün başına gelenlerden sonra birdenbire çark edecekti. İşte Yiğit Bulut’un Yiğit Bulut olmaktan çıkıp “Jöleli”ye dönüşmesi süreci de böyle başladı…
Niye böyle oldu bilemem. Doğan Grubu’nda iken kendisini “İtilmiş” mi hissetti, neye tepki duydu, hep bahsedilen “Sırlar” ne bunlardan anlamam. Ancak Doğan ailesine damat olmanın avantajlarını kısa sürede aleyhine döndürmüş (veya döndürmüşler?) belli ki. Sonunda AKP’ye yanaşarak Doğan’dan (Veya o halkadaki birilerinden?) “İntikam” mı almak istedi. O da belirsiz. Lakin bir gün buradan ilginç bir “Medya hikâyesi” çıkar belki de…
Ancak bana göre Yiğit Bulut bu anlamda tipik bir “Dönek” de olmadı. Çünkü Bulut’un “Ulusalcılığı” tabir-i caizse “Staj aşaması”nda kaldı. Bu anlamda daha önceden “durduğu” bir yerden, bu alanda oluşmuş bir “Kariyer”den ve harcanmış yıllardan söz edemeyiz. Yani bir insanın “Dönek” olabilmesi için öncelikle “Döndüğü bir yer” olması gerekir diye düşünüyorum. Belki biraz daha kötücül bakan biri “Dönek bile olamadı” diyebilir ama ben bu tarz yaklaşımlardan hoşlanmıyorum.
Önceleri var olan “duruş sıkıntısı” sonraları hızla bir “aşırı duruş sıkıntısı” na doğru evrildi. (Her ne kadar hakkında MHP’li olduğu, hatta MHP Genel Başkan Yardımcılığı adaylığına soyunduğu yönünde iddialar ortaya atılsa da.) Oysa o ulusalcılığa “Şöyle bir uğrar gibi” yapmıştı. Fakat bu kadarı bile ona yetti. İnsanlar onu bu “Çark etme” durumu ile birlikte hatırlar oldular. Sonra “Başbakana sorduğu ve soramadığı sorular”, “AKP’den aday adayı olup aday gösterilmemesi” ile hatırlanır oldu. Giderek medyada “İticilik” katsayısı artmaya başladı. Son dönemlerde medyada onun kadar antipati duyulan başka bir isim olmadı. (Aslında bu kanaatimden emin değilim. Daha başka “Adaylar”da var!) “Yalakalık rekorları kırmakla” suçlandı. O kadar ki kendi grubundaki Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın sataşmalarına, alaya almalarına bile maruz kaldı. Son Hasan Cemal ve Mehmet Ali Birand’la girdiği tartışmaları saymıyorum bile.
Velhasıl Yiğit Bulut sonunda belli ki kararı önceden verilmiş fakat “Uygun konjonktür” bekleyen bir tarzda Habertürk TV Genel Yayın Yönetmenliği görevinden alındı. (Bundan sonra ne yapacağını bilemem. Kimi Star TV’ye haber müdürü olacağını öne sürüyor kimi Beyaz TV’ye gideceğinin geyiğini yapıyor.) Bu anlamda Yiğit Bulut gene kendi çapında bir kez daha “Gündem” olmuştu.
Ancak benim dikkatimi çeken asıl nokta şu; bu ayrılış sonrası özellikle Twitter’a atılan mesajlarda medya camiasında kendisini seven, savunan bir Allah’ın kulunun bile çıkmaması. Üstelik bu eğilimin “yandaş”a, “merkez”e, vb göre değişen bir eğilim olmadığının anlaşılması. O kadar ki bazılarının neredeyse “Bayram” derecesinde sevinmesi. Bir “Yazık oldu” diyeninin bile bulunmaması. (Pardon! Nihat Doğan hariç galiba. Sırf bu bile başlı başına manidar!) Bir insan bu kadar mı nefret kazanır, tepki çeker? Bu gerçekten hak ettiği bir “muamele” mi yoksa bir tür “haksızlık” mı kestiremiyorum. (Bilemiyorum insanları sırf siyasal olarak değerlendirmem. Çünkü şahsen tanımıyorum. Siyasetten ötede başka nedenlerde olmalı. Yoksa Yiğit Bulut’tan daha “Hükümetçi” başkaları da var. Kimse o kadar tepki duymuyor.) Fakat sırf bu durum bile başlı başına bir muamma, ayrıca üzerinde durulmaya değer. Bir insanın, bir gazetecinin başına gelebilecek en berbat durumlardan biri bu bence…
Öyle veya böyle, Yiğit Bulut biraz “Negatif” şekilde de olsa genç sayılabilecek yaşta (40) bir “Medya Fenomeni” olmayı başarmış görünüyor. Öte yandan bu olayda kendi içinde –elbette çıkarabilene- derslerle dolu. Medyanın bünyesinde “Kırmızı çizgiler”i olduğu, sabır limitleri bulunduğu, onların zorlanamayacağını, arkanıza kimi ya da kimleri alırsanız alın onlara “Fazla güvenilemeyeceği”ni, her tür konjonktürün kolaylıkla değişebileceğini ve kimsenin “Vazgeçilmez” statüde bulunmadığını gösteriyor.
NOT: “Jöleli” dedikte fıtratım gereği gerçekte insanları aşağılayan, tiye alan, negatif imalar yükleyen sıfatları her kim olursa olsun kullanmayı sevmem. Fakat bu artık benim tercihimi aşan ve kamuoyuna mal olmuş bir tanım olduğu için tırnak içinde de olsa kullanıyorum. Aynı şekilde aslında her kim olursa olsun zor duruma düşmüş insanların –Hele de işsiz kalmış- arkasından yazmayı sevmem. Gelin görün ki, bir medya sitesinde yazıyorum ve gündemin bu “Bomba olayı”nı es geçemem. Gene de camianın genelinde oluşmuş sert negatif algıya oranla görece “İnsaflı” bir yazı yazdığımı zannediyorum. En azından kendisini nasıl savunacak veya kimleri ne ile suçlayacak bekleyeyim bir kere…
Atilla AKAR / 04.01. 2012.