BEYAZ KALEM İSTEYENLERE İNAT DAHA KALIN HARFLERLE YAZMAK GEREK!

Taraf yazarı Tuncer Köseoğlu bugüngü yazısında Star yazarı Ahmet Kekeç'e ser çıktı.

Bir arkadaşımın beş yaşında bir yeğeni var, adı Doruk. Anaokulunda okuyan Doruk, bir gün öğretmenin verdiği ödevi yapmadan gitmiş okula. Ödevleri kontrol eden öğretmen Doruk’un beyaz sayfasıyla karşılaşınca soran gözlerle bakmış. Doruk’tan cevap, “Öğretmenim ben beyaz kalemle yaptım”. İşler sarpa sarmaya başlayınca iktidar da gazetecilerin beyaz kalemle yazmasını ister oldu çokça. Beğenmediği bir yazarın yazısını patronuna şikâyet eden bir başbakanla karşılaşıyoruz sık sık. Gazeteleriyle özdeşleşen yazarların “sansür” nedeniyle ayrılışlarına şaşırmıyoruz artık. Herkesin olup bitene aldırmadan beyaz kalemle yazmasını istediği ortamda buna direnler ise iktidarın “tosun” yazarlarının hedefinde oluyor. Bütün maharetleri iktidarı eleştiren yazarlara bel altı bel üstü Allah ne verdiyse vurmak olan bu yazarlar “yaladıkça yükselirsin” şiarının güzide örneklerini sunuyor bizlere. Bu tosuncuklar son günlerde , “İktidara bu kadar laf ediyorsunuz, PKK’ya da laf etsenize” sözünü dolaşıma soktu. Şimdi bu sözler dolaşıma sunulmakta. Bu sözlere el insaf demek bile geçmiyor içimden. Her şeyden önce geçmişte PKK’ya en sert eleştirileri getiren Taraf, bundan sonra da yine getirir. Bizim kafamızda bir haberi yaparsak, “şuna yaranırız buna yaranırız” gibi “cinler” dolaşmıyor çünkü...

Geçen hafta olup biteni öğrenme adına Şemdinli’ye gittim. İzlenimlerim gazetede geniş bir şeklide yer aldığı için ayrıntıya girmeyeceğim. Her şeyden önce 30 yıldır süren kirli savaşın yorgunluğu ve bıkkınlığı vardı insanların gözlerinde. İki kesimden gelen şiddetin durmasıydı tek istekleri. “ Biz kendi karnımızı doyururuz. Yeter ki bu kan dursun” diyordu, bağ bahçeleri yakılıp, köylerinden edilen insanlar. PKK şiddeti bir yandan, devlet bir yandan bir mengenenin içine sıkışmış gibiydiler. Peki, bu 30 yıl süren savaşta devlet ne kazandı derseniz onu da söyleyeyim. Kamu binalarının etrafı kum torbalarıyla çevrili, 24 saat otomatik tüfeklerle nöbet tutan polis ve askerlerle sahip oluyoruz Şemdinli ve diğer ilçelere, gerisi laf ü güzaf... Oradayken, tatsız bir olayla karşılaştım. Hakkâri’den 42 sivil toplum örgütü boşaltılan köylerle ilgili Şemdinli Kaymakamı ile görüşmeye gelmişti. Beş temsilci Kaymakam’la görüşmeye çıkarken, diğerleri bahçede kaldı. Güneşten korunmak için tentenin altına sığındı bekleyenler. Derken, bir emir geldi yukarıdan: “Kaymakamlık bahçesinden çıkartın onları. Dışarıda beklesinler” dendi. Ha haklarını yemeyelim, “nazik olun” dedi emri veren. Dışarıya çıkarıldı STK temsilcileri. Güneşin gölgesini bile insanlarından esirgeyen yönetici kafasıyla neyi ne kadar yönetebileceksiniz?

Büyük fotoğrafa baktığımda, kan aktıkça daha da isteriz diyenler çoğaldıkça çoğaldı. Ağıtların yakıldığı evleri kanıksadık. Genç bedenlerin tabutları ülkenin dört bir yanında gidip gelirken, her iki kesimden, “kanları yerde kalmasın” faşist söylemleri yükseldi. Her faşist söylemle daha çok kan birikti o dökülen kanların üzerine. “Et değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar” diye soran şair Edip Cansever görmüştü geleceğimizi. Ne kadar faşist söylem geliştirseniz geliştirin kanı kanla temizleyemezsiniz beyler. Aha buraya yazıyorum. Yerdeki kan ancak ve ancak suyla temizlenir, aklanır paklanır. Bu su, ülkenin dört bir yanında var. Yeter ki gerçekten isteyin bunu...

Şemdinli’de boşaltılan köylere gittim. Hakkâri muhabirimiz Ömer Oğuz ve beni genç bir şoför dağ yollarını kullanarak götürdü köylere. Vadi boyunca akıp giden yeşil dereye baktık. Derenin kenarında hayvanlarını otlatan köylüler görüyorduk. “Bu derede balık tutuyorduk eskiden” dedi şoförümüz Şahap. Çatışmalar başlayınca korkudan gelemez olmuşlar dereye. Balıkları pencerelere takılan sineklikler ile tuttuklarını anlatı. İki kişi bu sineklikleri dereye karşılıklı tutup, balıkları kenara sürüyor ve kaldırıyorlarmış. Derede balık tutmanın her çeşidini bilsem de bunu ilk kez duymuştum. Huzurlu bir Şemdinli gününde balık tutmaya geleceğimi söyledim Şahap’a. Dönüş yolunda ise dayanamayıp dereye girdik. Su buz gibiydi ve duruydu. Tepemizdeki helikopterlere aldırış etmeden çocuklar gibi eğlendik yarım saat. Şemdinli’de kaldığım süre içinde en mutlu olduğum an da o andı. İşte bütün bu olup biteni anlatmak için “beyaz kalem” isteyenlere inat, KALIN harflerle daha da yazmak gerek diyor, sözü Erzurumlu halk ozanı Emrah’a bırakıyorum. “Bir dağ ne kadar yüceyse bir kenarı yol olur. Buna bayram günü derler, dostla düşman bir olur.”

İyi bayramlar...

Tuncer Köseoğlu/Taraf