Beklenen oldu, Davutoğlu gidiyor: Pelikan Dosyası muhtıra işlevi gördü!

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, AK Parti’deki muhtemel “Olağanüstü Kongre” formulü sonrası Davutoğlu’nun akıbetini değerlendirdi…

Pelikan Dosyası’nın yayınlanmasından sonra bir şeyler olacağı belli idi belli olmasına da “ne zaman” olacağı belli değildi. Şimdi o da olağanüstü bir hızla gerçekleşmiş bulunuyor. Demek ki bu durumda “Pelikan Dosyası”nın yayınlanma amacı da ortaya çıkmış bulunuyor. Daha önceki yazımda belirttiğim gibi “Bu dosya Davutoğlu ve ekibini, geriletme, yıpratma ve tasfiye amaçlıdır” derken tam da bunu kastetmiştim. Belirsiz olan bunun “nasıl” ve hangi “metotlar” la olacağı idi ki şimdi o da netleşmiş bulunuyor. Haydi hayırlısı!

ARTIK SİVİLLER SİVİLLERİ GİTMEYE ZORLUYOR!

Bu jet hızıyla “Başbakan değiştirme operasyonu”nun yoluna taşları hiç şüphesiz “Pelikan Dosyası” döşedi ama belli ki bunun hazırlıkları çok önceden yapılmıştı. Önlerindeki tek sorun bunun “tatlılıkla” mı yoksa “sertlik”le mi hallolacağı olarak görünüyordu ki onu da Davutoğlu’nun “munis” tavrı belirledi. Böylelikle olayların daha da “tatsız” şekiller alması, çığırından çıkması engellendi. Kaba bir “postalama” görüntüsü çok “çirkin” kaçacaktı böylelikle engellendi.

Şayet Davutoğlu daha sert bir tutum takınıp, -her ne pahasına olursa olsun- bir “direniş” gösterebilseydi muhtemelen “taciz atışları”nın arkası gelecek belki de Davutoğlu’nun istifası ya açıkça istenecek ya da kimi iddialara göre kabul edilecekti. Davutoğlu ya direnmedi ya da direnemedi. Önündeki tabloyu gördü ve dinamiklerin lehine olmadığını, o makama hangi “şartlarda” getirildiğini, zorlamanın faydası olmadığını anladı. Geriye tası tarağı edebince toplayıp gitmek kaldı!

Belki bu Post-Modern “Başbakan devirme” operasyonunda tanklar, süngüler kullanılmadı ama “Pelikan Dosyası” da aynı işlevi gördü. Böylelikle “Pelikan Dosyası” “Yeni-Tip Muhtıra”mız oldu. (Üç günde başbakanlık sorununu netleştiren bu dosyaya gene bir başka filme nazire olarak “Akbaba’nın Üç Günü” adı vermek daha mı anlamlı olurdu acaba?) Artık bu yeni tarz “müdahale konsepti”nde askerler seçilmiş sivilleri bir şeylere zorlamıyor ama siviller sivilleri kendi içlerinde bir şeylere zorluyor. O yüzden kimileri buna “Saray Darbesi” diyor. Memlekete hayırlı uğurlu olsun!

RENCİDE ETMEDEN, USULÜNCE UĞURLAMA!

Lakin bunun “nasıl" olacağı da bir o kadar önemliydi.“Kavgalı bir ayrılış”, “hasımlık”, “küslük görüntüsü” –göze alınsa da- aslında istenmeyen şeylerdi. Böylesi bir görüntü hem parti içinde başka huzursuzluklar doğurabilir hem de Erdoğan’ın imajını zora sokabilirdi. Zaten karşı taraf “teslim bayrağı” da çektiğine göre daha fazla deşmenin, yarayı kanırtmanın alemi yoktu. Bulunan formül “Olağanüstü Kongre”ye gitmek şeklinde tezahür edecekti. Zevahir –artık ne kadarsa- böyle kurtarıldı!

Bu yanıyla Davutoğlu’nun grupta yaptığı ve oldukça zayıf içerikteki konuşması ve Erdoğan’la yaptığı görüşme sonrası ortaya çıkan tablo beklenen “tasfiye”nin hangi biçimde olacağını göstermişti. Bunun yolunu ise MKYK tartışması açmıştır. Burada istenen “uzaklaştırılmaya” en uygun “kılıf” bulunmuşa benzemektedir. Bunun için “hassas bir ayar” atılmışa benzemektedir. Artık tasfiyenin yeni adı “Olağanüstü Kongre” olmuştur. “Hoca” daha fazla “ezilmeden” usulünce uğurlanacak!

Anlaşılan o ki, Davutoğlu “yollandı”, “istifaya zorlandı” diye değil de “demokratik irade öyle istedi” görüntüsüyle uzaklaştırılacak. Böylelikle onun da “onuru” kurtarılıp, üstüne hizmetlerinden dolayı teşekkür edilecek. Bu sayede kırmadan, incitmeden tasfiye edilecek. Hatta ne kadar “Sorumluluk sahibi” imiş gibi yağlamalar, yıkamalar yapılacak. (Nitekim Cemil Barlas’ın son “Eğer haberler doğruysa, Davutoğlu istifa etmeden kongreye gidip aday da olmayacaksa, tebrik edip, teşekkür etmek herkesin borcudur..” şeklindeki tweeti aynı yaklaşımı özetlemektedir.) Bu sayede “Erdoğan istemedi” değil “kendi istemedi” yahut “parti istemedi” olacak. Dolayısıyla buradan –muhtemelen- bir “Kahramanlık” , “özveri” “sorumluluk” öyküsü çıkartılacak. Bu bir “bayrak yarışı”dır edebiyatı yapılacak. Ancak ne yapılırsa yapılsın aslında herkes ne yaşandığını biliyor olacak…

Öyle görünüyor ki mesele bir “kriz”e dönüşmeden, tereyağından kıl çeker gibi halledilmiştir. Fazla bekletilmeden ve yıpratıcı bir didişme içine girilmeden “doğrultu tespiti” yapılmıştır. Ayrıca “Erdoğan’ın mutlak otoritesi” denen olgu daha dapekişmiştir. Ne diyeyim; bundan iyisi Şam’da kayısı!..

KONGRENİN ADI DA “DEMOKRASİ ŞÖLENİ” Mİ OLACAKTIR?

Tabii daha “netleşmemiş” yanlar var. Ancak gerisi artık ayrıntıdır. Gidişat belli olmuştur. Bu durumda Davutoğlu kongrede tekrar aday olup, bir başka rakip ya da rakipler ile yarışamayacağına ve öncesinde doğrudan istifa da edemeyeceğine göre –muhtemelen- kongreye genel başkan olarak girecek ve “törensel bir devir teslim” gerekleştirilecektir. Böylelikle aday olmayan Davutoğlu “Değişimi sağlayan başkan” olarak tanımlanacaktır. (Daha negatif bir benzetmeyle söyler isek; idam sehpasında kendi sandalyesini tekmeleyen adam gibi!) Hoca’ya giydirilen son “misyon”da bu olacaktır. Kongrenin adı da herhalde “demokrasi şöleni” olarak anılacaktır…

Peki başka türlü olabilir miydi? Hayır, olamazdı! Çünkü “çatışmanın mantığı” bunu işaret ediyordu. Bir süredir “yandaş medya”da kimi “Reisçiler”inde vurguladığı gibi (Ya da “başkanlık” yanlılarının) sistem bugünkü haliyle “ikilik” doğurmaktadır. Kim gelirse gelsin “çatışma” yaratacaktır. Onun için “tekleştirme “gerekmektedir. Kurgulanan sistem “tek adam” sistemidir. Hem seçilmiş bir Cumhurbaşkanı hem seçilmiş bir başbakan sorun yaratmaktadır. Bu yüzden bunu söyleyenler -kendi açılarından- haklıdırlar. Yaşanan ve yaşanacak her şey bunun içindir!

“BİR İPTE İKİ CAMBAZ OYNAMAZ” KONGRESİ!..

Onun için iş hukuken (anayasa olarak) netleşene kadar “emanetçi” bir başbakan gerekmektedir. (Belli ki artık “uyumsuz” ya da “sorun çıkaran” bir genel başkan-başbakan hiçbir şekilde istenmemektedir!) İşleri ise her zaman olduğu gibi perde gerisinden (Perde mi kaldı?) Erdoğan yürütecektir. Davutoğlu’nun “kabahati” konumunu fazla ciddiye alıp, bir şeyler yapabileceğini düşünmesinden olsa gerek. İpleri kendi eline alabileceğini zannetmesi onun yanılsaması olmuştur. Akademik kariyer siyasetin ayak oyunlarına yetmemiştir!

Bundan sonra iş teferruattır. Kimin yeni genel başkan olacağını (Dolayısıyla “geçici başbakan”) gene Beştepe belirleyecek ama “oyun” sürecektir. Hangi ismin seçileceği ise (Bekir Bozdağ, Binali Yıldırım, Berat Albayrak, Numan Kurtulmuş, Mehmet Müezzinoğlu, vb) ayrı bir tartışma ve yazı konusudur. Kısmette o da sonraya.

22 Mayıs’ta gerçekleşeceği anlaşılan kongre ne işe yarayacaktır peki? Orası net…
“Bir ipte iki cambazın oynayamayacağını” göstermiş ve netleştirmiş olacak!...

NOT: Davutoğlu’nun son ayrılık kararı konuşmasını bekleyip, izledim. Bu yüzden yazı biraz gecikti. Hüzünlü ama “vakur” buldum. Kişisel “muhasebesi”ni üslubunca yaptı!

05.05.2016.
atillaakar@gmail.com