Bekir Ağırdır açıkladı: İşte 'sistem değişikliği' için gereken oy sayısı

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, “eski döneme ait” bir “siyaset mühendisliği”nin günümüzün sistem kriziyle baş başa Türkiye’sindeki sakınca ve tuzaklarına dikkat çekti.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Gazete Oksijen’deki yazısında, ayrıntılı bir seçmen profili çıkardı ve 'sistem değişikliği' için gereken oy sayısını açıkladı.

"Seçmen iktidardan yalnızca ekonomik kriz nedeniyle şikayetçi değil, ülkeyi soktuğu yoldan da kutuplaşmadan da ötekileştirilmekten de partizanlıktan da yolsuzluktan da keyfilikten de şikayetçi" diyen Ağırdır'ın yazısının bir bölümü şöyle:

"Beş altı yıl önce genç bir iş insanı ofisine davet etmişti. İşinde başarılı, hem sektöründe hem de magazin dünyasında önde ve popüler birisiydi. Gittiğimde yanında önceden tanımadığım, bir partinin aktif üyeleri olduğunu öğrendiğim üç kişi daha vardı.

Merak ettikleri ve cevabını aradıkları soru, o iş insanının popülaritesi ve yaşı nedeniyle bir partinin genel başkanlığını ve liderliğini hak ettiği, yanındaki kişilerin bu konuda teşvik ve önerilerinin olduğu, benim önerimin ne olacağı idi.

Ben parti liderliğinin paraşütle inilen bir yer olmadığını, ideoloji, program, örgüt gibi konulara dikkat çekerek, her parti esnafının böyle lider mühendisliği peşinde olmasının yaygın ama başarılı örneği olmadığını ve gaza gelmemesi gerektiğini söylemiştim.

Bugünlerde de köşe yazarlarından aydınlara, iş insanlarından siyaset esnafına herkes, elde kâğıt kalem siyasi mühendislik tasarımları yapıp, Cumhurbaşkanı adayı arıyor.

Temenniler, örtük arzular, yakıştırmalar, nabız yoklamalar, manipülasyon hedefli kasıtlı isim yaymalar, parti başkanlarına önerilmesi gerekenler, o genç iş insanı gibi gaza getirilmeye çalışılanlar hemen her toplantı odasının, her masanın gündemi.

Bu çabaların meşrulaştırıldığı bir varsayım var, bu ülke seçmeninin liderci olduğu.

Kusura bakmayın ama bu bir şehir ya da siyaset efsanesi.

Elbette lider önemli ama işin başlayıp bittiği yer de lider değil.

Bu yazıyı buraya kadar okuyan dostlar, bir an durun ve düşünün, siz yalnızca lidere bakarak mı oy veriyorsunuz? Siz farklı dürtülerden, farklı açılardan bakıyorsunuz da diğer insanlar mı yalnızca lidere bakıyor?

KONDA’da geliştirdiğimiz seçmen davranış modellerinden birisi üzerinden anlatmaya çalışayım.

Her 100 kişiden 35’i oy tercihini ideolojik bir bakıştan yapıyor. Parti programını okumamış olabilir ama “ideolojik seçmen” diye adlandırdığımız bu 35 kişinin kendini ait hissettiği, doğru bildiği, inandığı bir ideolojisi var ve o bakıştan bir tercihi var. 25 kişi ise liderin kim olduğunu önemsiyor, partinin ve ideolojinin önüne lideri koyuyor. Biz onlara “lider takipçisi seçmen” diyoruz. “Taraftar seçmen” olarak adlandırdığımız 20 kişinin partisiyle rasyonel değil duygusal bir ilişkisi var. Onlar kolay parti değiştirmiyor, gerekçeleri farklı dürtülerden beslense de futbol takımı taraftarı gibi davranıyor.

“Partisiz seçmen” dediğimiz 10 kişi, benim gibi her şeyi bildiğini sanan, partilerin hiçbirini beğenmeyen ama seçim günü de gidip yine hayat tarzına en yakın partiye oy veren seçmen.

Son grup olan 10 kişi ise “son dakikacı seçmen”, siyasetle hiç ilgilenmeyen, çoğunlukla seçime de gitmeyen, kampanyalara, sloganlara açık seçmen.

Buradaki her bir grubun davranışını bu model açıklasa da o davranışın arkasında eğitim seviyesi, hayat tarzı, etnik kimlik, inanç aidiyeti ve seviyesi gibi somut, korkular, algılar, beklentiler, umutlar gibi soyut bir dizi başka belirleyici var.

Bu modeli her partinin seçmenine uyguladığımızda elbette çok net farklılıklar var.

AK Parti seçmeninin yarısı lider takipçisi iken en düşük liderci seçmen CHP içinde. Halbuki CHP seçmeninin neredeyse üçte ikisi ideolojik seçmen.

HDP seçmenlerinin büyük çoğunluğu ise taraftar seçmen. Çünkü Kürtleri temsil eden o günün partisi ya da adayı kimse ona oy veriyorlar.

Demem o ki 2021 sonbaharında seçmen yalnızca bir lider aramıyor. Ülkenin kadim sorunlarını da güncel ekonomik meseleleri de çözecek, toplumsal huzuru ve mutabakatları üretecek, gidişatı değiştirecek, ülkeyi bu kasırganın gözünden çıkarak bir ütopyayı, hikâyeyi, iddiayı ve bunları temsil eden kadroları arıyor.

Seçmen iktidardan yalnızca ekonomik kriz nedeniyle şikayetçi değil, ülkeyi soktuğu yoldan da kutuplaşmadan da ötekileştirilmekten de partizanlıktan da yolsuzluktan da keyfilikten de şikayetçi. Haneleri bu kadar derinden etkileyen ekonomik kriz aynı zamanda tüm problemleri görünür kıldığı için böyle.

Memleketin insanı bireysel hayatı ile ortak hayatı iki paralel evrende gibi iki ayrı değer seti ve pratikleriyle yaşıyor. Bireysel hayatı yolunda iken ortak hayatın sorunlarını görüyor olsa da hoşnutsuzluğunu dışa vurmak yerine gözlerini kaçırıyor.

Şimdi ise pandeminin ürettiği can riski ile işsizlik ve enflasyonun ürettiği yoksulluk derdi aynı zamanda alarm etkisi ürettiği için, reel dertlerin ortasında iktidarın bencilliğini, keyfiliğini, otoriterliğini de ortak hayatın sorunlarını da bir arada görüyor ve değerlendiriyor.

O nedenle “Erdoğan vs. X” seçiminin değil “düzenin, gidişatın değiştirilmesi” seçiminin esas olduğunu düşünüyorum ben.

O nedenle Erdoğan’a veya iktidara muhalefetin değil nizama, bu yönetim sistemine itirazın esas olması gerektiğini yazıyorum sık sık.

Yine o nedenle adayın kim olacağı meselesinin tüm tartışmaların önüne geçmesini yanlış buluyorum.

Elbette Cumhurbaşkanının kim olacağı önemli. Süreci hatırlarsak, muhalefet ittifakının öncelikle liderleri o isim üzerinde mutabık olacak, o isim Erdoğan karşısında seçimi kazanacağı güvenini önce ittifak partilerinin liderlerine ve örgütlerine kabul ettirecek sonra seçmene kabul ettirecek ve oyunu alacak.

Aday adayları açısından birinci zorluk ittifak liderlerinin güvenini ve teveccühünü kazanmak. Liderlerin o karar anında ne düşündüklerini, neleri önceleyeceklerini, aralarından birisini mi dışarıdan birisini mi aday göstereceklerine dair bugünden senaryo yazamayız.

Kabul edelim ki bu çarpık siyaset kültüründe o karar anında liderlerin dürtülerini, gerekçelerini, tercihlerini, hayallerini yalnızca onlar biliyorlar.

Yine de belirlenen adaya homurtular olsa da örgütler ve ideolojik seçmenler kabul etmeye daha yatkınlar. Unutmayalım ki Ekmeleddin İhsanoğlu’nu CHP örgütü ve seçmeni kabul etmişti. Basit bir hesapla 62 milyon seçmen var, yüzde 90 katılım bile olsa geçersiz oylar sonrası kabaca 56 milyon geçerli oy olacak.

Yani Cumhurbaşkanı adayının 28 milyon oyu geçmesi gerekiyor. Yüzdelerle konuşurken “yüzde 50+1 oy” demek belki kolay geliyor da tekrarlayayım, adayın en azından 28 milyonu aşan yurttaşı inandırması, kendine güvenilmesini sağlaması lazım.

Kutuplaşmalar, negatif kimliklenmeler gibi nedenlerle adayın kimliğinden bağımsız bir muhalefetin ortak adayı isminden bağımsız olarak belki 23-24 milyon oydan başlıyor olacak ama kritik mesele ilave 4-5 milyon oyu nasıl kazanacağınız.

O ilave 4-5 milyon oy için yalnızca kendi hayatınızdaki başarılarla dolu özgeçmişiniz de sihirli bir slogan da iyi bir iletişim ekibi de yetmez.

Bugünkü siyasi sistem gereği seçilen kişi inanılmaz merkezi, keyfi, denge denetleme mekanizmaları olmayan, adeta frenleri olmayan bir otobüsün direksiyonuna geçecek.

Üstelik otobüs buzla kaplı bir yolda savrula savrula aşağı doğru gidiyor, içindeki yolcuların cama, koltuk demirlerine vura vura gözleri kaşları patlamış ve daha da kötüsü uçurumdan da düşeceğiz paniği ve feveranı içindeler.

O sabah otobüs, yolcular, yan tarafı uçurum buzlu yol ve siz, yalnız başınasınız.

Ne yapacaksınız?

İlk nelere ve hangi yönde müdahale edeceksiniz?

Nasıl müdahale edeceksiniz?

Hangi acil yardım ekiplerini işe koşacaksınız?

Her ne kadar partiler uzlaşmış, ilkeler, hedefler belirlenmiş bile olsa o sabah o mühür elinizde ve siz tüm o partilerden ayrı ve başka bir güç ve aktörsünüz artık.

1.5 trilyon liralık bütçe, 5 milyon çalışanıyla omurgası kırılmış bir bürokratik mekanizma emrinizde, mültecilerle beraber 90 milyonun gözleri sizin üzerinizde.

Mesele bununla da bitmiyor. Sizi aday yapan ittifakın sistemi değiştirmek, parlamenter sisteme geçmek iddiası var. Muhalefet ittifakının bu değişikliği yapabilecek siyasi güce ulaşması için 28 milyon değil 32-33 milyon oyla parlamento seçimlerini kazanması gerekiyor ki Meclis’te veya halkoyu ile anayasa değiştirilebilsin.

Önümüzdeki bir-bir buçuk yılda neler değişir ayrı bahis ama bugünden henüz bu sayıda oyun kazanılacağını gösteren bir tablo yok.

Bu oya ulaşılırsa, gerekli süreçler nedeniyle bile iki yıla yakın bir zaman seçilecek Cumhurbaşkanı yönetecek güncel meseleleri. Bu siyasal güç ve oy kazanılamadıysa da bir daha ki seçime kadar Cumhurbaşkanı seçilen kişi her şeyin başı ve sorumlusu olacak.

Bu durumda da muhtemelen arkanızdaki partiler erken seçim isteyecek ve aradıkları siyasal güce ulaşmayı arzulayacaklar. O zaman da seçilen Cumhurbaşkanı’nın o muazzam güçten vazgeçmesi ve belirli bir saatte ülkeyi seçime götürmesi beklenecek.

Seçmen tüm bu siyasal süreçleri adlı adınca bilmeyebilir. Ama kuşkunuz olmasın ki meselelerin ne olduğunu biliyor.

Seçmen müthiş nutuklarla, televizyon ekranlarındaki herhangi bir banka reklamını andıran reklamlarla, sihirli sloganlarla, boş vaatlerle düşünüyor değil. Hiçbirimiz değiliz.

Lider kadar ideolojiniz, ideolojiniz kadar yönetme maharetiniz, siyaset tarzınız, diliniz, üslubunuz da önemli. Bunlar varsa kampanyanızın, projelerinizin, sloganınızın anlamı var. Güven adım adım inşa ediliyor.

Güveni oluşturmak için de bu memleketin insanı samimi, sahici olup olmamanıza, adaletli olup olmamanıza ve vizyonunuza, vaadinize bakıyor.

Hepsinden önemlisi de onların size güvenmesini hatta sadakatini istiyorsanız önce siz bu memleketin insanına güveneceksiniz, güveninizi ve sadakatinizi göstereceksiniz.

Bunun yolu da kâğıt kalem siyasi mühendislikler değil seçmeni dinlemek, anlamaya çalışmak, bugünün farklı ihtiyaç ve taleplerine çözüm üretirken bu memleketin her bir yurttaşının onurlu yaşam hakkını tanımaktan geçiyor.

Hayatınızda hiç giymediğiniz kot pantolonları giyip öğrenci buluşmaları yapınca sahici ve samimi olmadığınızı onlar biliyor ama siz kendinizi kandırmaya devam ediyorsunuz.

Elbette her siyasi aktörün ve yurttaşın bir senaryosu var.

Ama hangi senaryonun tutup tutmayacağına bu memleketin insanlarının karar vereceğini, onların da kendilerine dair kararları verebilecek olgunlukta olduklarını unutmamak gerek."