''BAZEN KAZANIRKEN KAYBEDER İNSAN!'' AHMET ALTAN, ERDOĞAN'I KASETLE VURDU!
Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan, siyasette yaşanan kaset skandalları konusunda Başbakan Erdoğan'ın tavrını sert bir dille eleştirdi.
Başbakan Erdoğan’ın, Baykal kasedi ortaya çıktığı günlerde söylediği ’ Biz bunu siyasette kullanmayacağız’ sözünden geri adım attığına dikkat çekerek, Erdoğan’ın bu konudaki yeni yaklaşaımını eleştirdi.
İşte Ahmet Altan’ın o yazısı...
Türkiye siyasetinde “kasetler” fırtınası yaşanıyor
Birileri, gizlice insanların evlerine, ofislerine, belki garsoniyerlerine sızıp kamera yerleştiriyor, onların sevişmelerini çekiyor sonra da siyaset açısından en “uygun” zamanda bu kasetleri yayınlıyor.
Bizde politika hiçbir zaman “üst düzey” bir iş olmadı ama bu derece sefilleşip iğrençleştiğine de pek tanık olmadık.
Deniz Baykal’ın kasetleri alçakça servis edildiğinde Başbakan Erdoğan, kendisine pek yakışan şövalyece bir yaklaşımla “Biz bunu siyasette kullanmayacağız” demişti.
Ama seçim yaklaşınca bu konudaki tavrını değiştirdi.
Ve, yeni bir “özel hayat” tarifi koydu ortaya.
Dedi ki, “O kasetler özel hayata ait değil”.
Niye değil?
“Çünkü o kasetler eşiyle ilişkisini göstermiyor, eşinden başkasıyla ilişkisini gösteriyor. Bu nedenle onlar özel değil, geneldir.”
Bu sözlerin benim anladığım tercümesi şu:
“Eşinden başkasıyla sevişen politikacıların gizlice kasetleri çekilip yayınlanabilir, bu, onların özel hayatına saldırı olmaz.”
Başbakan’a göre “özel hayat” sadece insanların “eşleriyle” olan hayatlarıdır.
Bu anlayış, “ahlakı” korumak adına “ahlakı” çökertmek anlamına gelir.
Eğer, “eşinden başkasıyla birlikte olanın” ahlakını kürsülerde sorgulayıp da, o insanın sevişmelerini gizlice kasetlere kayıt edenlerin ahlakını sorgulamazsan şantajı meşrulaştırırsın.
Ben size bir soru sorayım.
Bir arkadaş seçmek zorunda kalsanız, “karısından başka bir kadınla” olan bir adamı mı yoksa o adamın kasetlerini gizlice çekeni mi seçersiniz?
Birlikte bir savaşa girmek zorunda kalsanız hangisini mevzide yanınızda görmek istersiniz?
Hangisine güvenirsiniz?
“İkisine de güvenmeyeceğinizi” söyleyebilirsiniz.
Ama bu iki insanı aynı “ahlak” kategorisine sokmanın “ahlaki” değerini de sorgulamak zorundasınız.
Ben hemen akla gelen bir örnek vereyim.
Bill Clinton, eşinden başka bir kadınla oldu.
Sizin “ahlaki” ölçülerinize göre Clinton’la “gizlice kaset çeken” adam aynı kategoride mi?
Bence değil.
Benim için “gizli kaset çekenlerden”, şantajcılardan daha aşağılık biri zor bulunur.
Clinton’ınki bir “zaaftır”, sadece kendisine ve eşine ait bir sorundur, eşinden başkasını da üzmez.
Kaseti çekenin, bunu yayanın yaptığı ise “zaaf” değil düpedüz “suçtur” ve belli bir çıkar sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Zaaflarla suçları aynı kategoriye sokmak sadece ahlaki açıdan değil hukuki açıdan da sorun yaratır.
Şantajcılığa prim vermek anlamına gelir.
Ben Başbakan Erdoğan’ın Baykal’ın kaseti çıktığında benimsediği “delikanlıca” tutumu çok beğenmiştim.
Bence ona yakışanı da oydu.
Bugün tavrı ise doğrusu ona çok yakışmıyor.
Erdoğan sık sık “eline, beline, diline” sahip olmaktan söz edip “beline sahip olamayanları” kürsülerden kınıyor.
Peki, elalemin “beline sahip olamamasını” bir siyasi dedikodu malzemesi haline getirmek, “diline sahip olmak” mı?
“Diline sahip ol” dendiğinde, “başkasının dedikodusunu yapma” denmiş olmuyor mu?
Yeryüzünde dinî ya da ladinî hangi ahlak, gizlice kaset çeken bir şantajcıyı hoşgörebilir, hangi ahlak başkalarının zaaflarından çıkar sağlamayı onaylayabilir?
Bakın Fransa’nın eski başkanlarından Mitterrand’ın gayrımeşru bir çocuğu vardı, gazeteciler de, politikacılar da biliyordu.
Kimse bunu siyasette kullanmadı.
Bu davranış, ahlaklı ve soylu bir davranış değil mi?
Bizim siyasilerimiz Fransız siyasileri kadar “dillerine” sahip olamıyor mu?
Onlar kadar “soylu” davranamıyor mu?
İnsanların zaafları olabilir, bunu hoşgörmeyebilirsiniz ama bu zaaflardan çıkar sağlamak, o zaaflardan bile çirkin gelmiyor mu size?
Doğrusu bana çok çirkin gözüküyor.
Erdoğan’ın kendisine yakışan o delikanlı ve “soylu” tavra geri dönmesini, zaaflardan çıkar sağlamak yerine, şantajcıları kınamasını dilerim.
Biliyorum “kazanmak” çok önemli...
Ama kazanmaktan daha önemli şeyler de var ve bazen kazanırken kaybeder insan.
İşte Ahmet Altan’ın o yazısı...
Türkiye siyasetinde “kasetler” fırtınası yaşanıyor
Birileri, gizlice insanların evlerine, ofislerine, belki garsoniyerlerine sızıp kamera yerleştiriyor, onların sevişmelerini çekiyor sonra da siyaset açısından en “uygun” zamanda bu kasetleri yayınlıyor.
Bizde politika hiçbir zaman “üst düzey” bir iş olmadı ama bu derece sefilleşip iğrençleştiğine de pek tanık olmadık.
Deniz Baykal’ın kasetleri alçakça servis edildiğinde Başbakan Erdoğan, kendisine pek yakışan şövalyece bir yaklaşımla “Biz bunu siyasette kullanmayacağız” demişti.
Ama seçim yaklaşınca bu konudaki tavrını değiştirdi.
Ve, yeni bir “özel hayat” tarifi koydu ortaya.
Dedi ki, “O kasetler özel hayata ait değil”.
Niye değil?
“Çünkü o kasetler eşiyle ilişkisini göstermiyor, eşinden başkasıyla ilişkisini gösteriyor. Bu nedenle onlar özel değil, geneldir.”
Bu sözlerin benim anladığım tercümesi şu:
“Eşinden başkasıyla sevişen politikacıların gizlice kasetleri çekilip yayınlanabilir, bu, onların özel hayatına saldırı olmaz.”
Başbakan’a göre “özel hayat” sadece insanların “eşleriyle” olan hayatlarıdır.
Bu anlayış, “ahlakı” korumak adına “ahlakı” çökertmek anlamına gelir.
Eğer, “eşinden başkasıyla birlikte olanın” ahlakını kürsülerde sorgulayıp da, o insanın sevişmelerini gizlice kasetlere kayıt edenlerin ahlakını sorgulamazsan şantajı meşrulaştırırsın.
Ben size bir soru sorayım.
Bir arkadaş seçmek zorunda kalsanız, “karısından başka bir kadınla” olan bir adamı mı yoksa o adamın kasetlerini gizlice çekeni mi seçersiniz?
Birlikte bir savaşa girmek zorunda kalsanız hangisini mevzide yanınızda görmek istersiniz?
Hangisine güvenirsiniz?
“İkisine de güvenmeyeceğinizi” söyleyebilirsiniz.
Ama bu iki insanı aynı “ahlak” kategorisine sokmanın “ahlaki” değerini de sorgulamak zorundasınız.
Ben hemen akla gelen bir örnek vereyim.
Bill Clinton, eşinden başka bir kadınla oldu.
Sizin “ahlaki” ölçülerinize göre Clinton’la “gizlice kaset çeken” adam aynı kategoride mi?
Bence değil.
Benim için “gizli kaset çekenlerden”, şantajcılardan daha aşağılık biri zor bulunur.
Clinton’ınki bir “zaaftır”, sadece kendisine ve eşine ait bir sorundur, eşinden başkasını da üzmez.
Kaseti çekenin, bunu yayanın yaptığı ise “zaaf” değil düpedüz “suçtur” ve belli bir çıkar sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Zaaflarla suçları aynı kategoriye sokmak sadece ahlaki açıdan değil hukuki açıdan da sorun yaratır.
Şantajcılığa prim vermek anlamına gelir.
Ben Başbakan Erdoğan’ın Baykal’ın kaseti çıktığında benimsediği “delikanlıca” tutumu çok beğenmiştim.
Bence ona yakışanı da oydu.
Bugün tavrı ise doğrusu ona çok yakışmıyor.
Erdoğan sık sık “eline, beline, diline” sahip olmaktan söz edip “beline sahip olamayanları” kürsülerden kınıyor.
Peki, elalemin “beline sahip olamamasını” bir siyasi dedikodu malzemesi haline getirmek, “diline sahip olmak” mı?
“Diline sahip ol” dendiğinde, “başkasının dedikodusunu yapma” denmiş olmuyor mu?
Yeryüzünde dinî ya da ladinî hangi ahlak, gizlice kaset çeken bir şantajcıyı hoşgörebilir, hangi ahlak başkalarının zaaflarından çıkar sağlamayı onaylayabilir?
Bakın Fransa’nın eski başkanlarından Mitterrand’ın gayrımeşru bir çocuğu vardı, gazeteciler de, politikacılar da biliyordu.
Kimse bunu siyasette kullanmadı.
Bu davranış, ahlaklı ve soylu bir davranış değil mi?
Bizim siyasilerimiz Fransız siyasileri kadar “dillerine” sahip olamıyor mu?
Onlar kadar “soylu” davranamıyor mu?
İnsanların zaafları olabilir, bunu hoşgörmeyebilirsiniz ama bu zaaflardan çıkar sağlamak, o zaaflardan bile çirkin gelmiyor mu size?
Doğrusu bana çok çirkin gözüküyor.
Erdoğan’ın kendisine yakışan o delikanlı ve “soylu” tavra geri dönmesini, zaaflardan çıkar sağlamak yerine, şantajcıları kınamasını dilerim.
Biliyorum “kazanmak” çok önemli...
Ama kazanmaktan daha önemli şeyler de var ve bazen kazanırken kaybeder insan.