''BASKI, SANSÜR, MAKASLAMA YOK! SANIRIM SÖZCÜ, BENİM EN SON GAZETEM OLACAK!
13 Ekim 2009 tarihinde Sözcü Gazetesi'nde yazmaya başlayan Emin Çölaşan bugün bir yılını doldurdu.Çölaşan bir yıl içerisinde nelere tanık oldu?
SÖZCÜ’DE BİR YIL
Sevgili okuyucularım, gazeteci bazen mutlu olur, bazen de mutsuz. Benim gibi gazeteciler genelde mutsuz olmaz da, mutsuz edilir. Hele bu dönemde bu iş tamamen böyledir. İktidarın baskısından korkan ve güce boyun eğmeyi içine sindiren medya patronları ve onların emrindeki genel yayın yönetmenlerinin tek amacı, patronun çok büyük parasal çıkarlarını düşünerek yayın organlarını iktidarın emir kulluğuna dönüştürmektir... Ve bunu başardılar!
Bir veya iki istisnasıyla, bugün hiçbir yayın organında AKP iktidarını kızdırmayı da bırakın bir yana, onların hoşuna gitmeyecek haber göremezsiniz. Örneğin elinize büyük bir yolsuzluk olayının belgeleri geldi. Medyanın yüzde 95’ini oluşturan o yayın organlarında bu haber yer almaz.
Bu tek parti döneminde muhabir arkadaşlarımız bu haberleri yazar ama gazete yönetimleri kullanmaz, çöpe atar. Şimdi muhabirler de haklı olarak uyandı, ellerine gelen iktidarı kızdıracak haberleri yazmıyorlar. Bu kez onlar doğrudan çöpe atıyorlar!.. Çünkü arkadaşlarımız biliyor ki, o haber gazeteye girmeyecektir. O zaman ’’Ben zamanımı niçin boşa harcayayım, girmeyecek bir haberle niçin uğraşayım’’ diyorlar.
Bu yazdıklarıma inanmıyor olabilirsiniz. Hatta içinizden ’’Emin Çölaşan olayı biraz abartıyor galiba’’ diye düşünebilirsiniz. Lütfen, sizlerden istirhamım, herhangi bir gazete veya televizyon kanalında muhabir veya yönetici olarak çalışan bir dostunuz, tanış veya arkadaşınız varsa, bu yazdıklarımı onlara sorun.
Ancak, soracağınız kişi patronun üst düzey adamlarından biriyse size elbette doğruyu söylemeyecek, bu yazdıklarımı inkar edecektir.
X X X
Bugün 13 Ekim. Sözcü’de ilk günlük yazım tam bir yıl önce bugün yayınlanmıştı. Bir yılımız göz açıp kapayana kadar ne çabuk geçti.
Size burada bir itirafta bulunmak istiyorum. Gazetecilik yaşantımın en mutlu, huzurlu, rahat günlerini bu gazetede geçirdim. Hürriyet’ten, iktidar baskısıyla kovulmuştum. Tam iki yıl boyunca hiçbir yerde günlük yazı yazmadım çünkü yazacağım kitaplar vardı. O iki yıl süresince üç kitabım çıktı, bunlar toplam 97 baskı yaptı.
Medyanın pislik ve çıkarcı yapısını, yaşadıklarımı, nasıl kovulduğumu ve sonrasını o üç kitabımda anlatmıştım. Sonra düşündüm içim artık yeterince dolmuştu. Artık ben bir gazetede yazmalıydım...
Bana yazdıracak sadece bir tek gazete vardı: Sözcü.
Ötekilerden hiçbir beni almazdı, istemezdi, çünkü iktidar korkusu onların sadece yüreklerini değil, beyinlerini ve onurlarını da silip süpürmüştü.
Eylül 2009’da Sözcü’nün sahibi Burak Akbay’la Ankara’da buluştuk. Karşımda ilk kez gördüğüm genç, pırıl pırıl, 37 yaşında bir patron vardı. Ona, benim açımdan en önemli konuyu sordum:
’’Ben aynı doğrultuda, iktidarları eleştiren yazılar yazarım. Eğer bu tür yazılar seni rahatsız edecekse şimdiden söyle. İşadamısın, olur ya, benim yüzümden senin de üzerine gelirler. Sonra karşılıklı hayal kırıklığı yaşamayalım.’’
Burak Akbay bana her konuda güvence verdi. Onun söylediklerini burada yazmıyorum...
Ve 13 Ekim 2009 günü gazetede ilk güncel yazım çıktı. Böylece, sizlerle bir yıldan bu yana süren birlikteliğimiz başlamış oldu.
X X X
Bir yıl içerisinde Sözcü’yü elbirliği ile, bütün çalışanların da katkısıyla çok iyi yerlere taşıdık. Bu gazete adım adım yükselen, şimdi 200 bin’in üzerinde satan, her yerde ve her kesim tarafından ilgiyle okunan ve saygı gören bir yayın organı. Türkiye’nin en büyük muhalefet gazetesi olduğunu burada gurur duyarak söylüyorum.
Bir yıl içerisinde bu gazetede şunları gördüm:
Çalışan herkesten saygı görüyorsunuz. Gerektiği zaman eleştirilerinizi gazete yönetimine özgürce iletmeniz mümkün oluyor. Size değer veriliyor.
Burada bir şeyi daha sizlere açıkça duyurmak istiyorum:
Sanırım Sözcü, benim görev yaptığım en son gazete olacak. Kişisel, ya da meslek onuruma dokunan herhangi bir davranışla karşılaşmadığım takdirde, gazeteciliğimi burada noktalayacağım...
Çünkü özgürlüğü, çalışana ve yazara değer verilmesini, dostluk ilişkilerini bu gazetede buldum. Yazılarım hep en iyi biçimde, her gün birinci sayfadan anons edilerek kullanıldı. Hangi konum ve düzeyde olursa olsun, bir gazeteci için en büyük ödül kendisine değer verildiğini görmektir. Hürriyet gazetesinde birinci sayfa bana, Bekir Coşkun’a falan hep kapalıydı. En çok okunan yazarlardık ama bizim yazılarımızın birinci sayfadan anons edilmesi için bir mucize gerekirdi.
Tayyip korkusu, kıskançlık, çekememezlik, hatta kin ve nefret bu boyutlara ulaşmıştı.
Orada her yazım didik didik okunur, çoğu bana haber verme zahmetine bile katlanılmadan, patron çömezi Ertuğrul Özkök tarafından makaslanırdı. Bazen de bana ricada bulunurdu:
’’TMSF’yi, Maliye Bakanlığını falan eleştirme, onlarla çok büyük işlerimiz var, Star televizyonunu alacağız... Başbakan için bir şey yazma, üzerimize gelmesin... Fethullah’a dokunma, onların Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz, çok büyük paralar kazanıyoruz. Herifleri ürkütmeyelim... Ekonomi çok iyi gidiyor, patron borsada çok iyi kazanıyor. Aman ekonomik konularda aleyhte yazı yazma...’’
Böyle gazetecilik yapılır mı?
İş o boyuta vardı ki, istifa etmemi, karşılığında çok büyük paralar vereceklerini söylediler. Sonuçta baş eğdiremediler ve kovmak zorunda kaldılar!
Ama korkunun ecele faydası yoktu. Tayyip beni gazeteden tasfiye edenlerin üzerine daha sonra vergicilerini öyle bir gönderdi, sonra yargıdan dönen öyle gaddar vergi cezaları kestirdi ki, Allah Allah diye bağırmaya başladılar.
X X X
Hepimiz insanız, bazen geçmişi düşündüğümüzde ’’Yaa ben şu işi niye yaptım, yanlış yapmışım, şimdi pişmanım’’ falan diye aklımızdan geçiririz. İnanır mısınız, bu gazetede bir gün olsun böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi.
Özgürce yazıyorsunuz... Yazılarınıza karışan yok... Gazetede altınızı oymaya çalışmıyorlar... Baskı, sansür, makaslama yok... Üstelik herkesten dostluk görüyorsunuz...
Dahası, Sözcü okuyucuları son derece duyarlı, laik, Atatürk milliyetçisi, yurtsever insanlardan oluşuyor. Sizlerle aramızda muhteşem bir gönül bağı oluştu. Hem yönetim, hem de okuyucu ile aynı çizgide, aynı kafa yapısında olmak kadar güzel bir şey olabilir mi?
Bizim meslek gıdalarımız bunlardır. Gazeteci işte böyle mutlu olur.
Sevgili ve değerli okuyucularım, ben de bu bir yıl içerisinde sizlere mahçup olmamak için her şeyin en iyisini (elimden geldiğince) yapmaya çalıştım. Sabah erken saatlerde işimin başında oldum, yazacağım her yazı için okudum, araştırdım, hazırlık yaptım ve karşınıza her gün en ilginç konularla çıkmaya çalıştım.
Şuna inanın ki, bir gün olsun yalan, hatta abartılı yazmadım.
Eksiklerim elbette var. Örneğin sizlerden her gün gelen çok sayıda mesaja yanıt verememek, benim en büyük eksiğim.
Bilmiyorum ama, bu süre içerisinde gözden kaçan küçük yanlışlar dışında herhangi bir önemli hata yaptığımı, sizleri yanılttığımı sanmıyorum.
Yine de eksiklerim, eğer olduysa hatalarım için sizlerden özür dilemeyi bir görev sayarım. Beni lütfen bağışlayınız.
Evet, Sözcü’de bugün tam birinci yılım. Bu fırsattan yararlanıp sizlere içimi biraz olsun dökmek istedim... Ve hep düşündüğüm ve herkese söylediğim şey, şimdi bu satırları yazarken bir kez daha aklıma düştü:
’’İyi ki Sözcü’ye girmişim, iyi ki bu gazete var. İyi ki sizler varsınız.’’
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Sevgili okuyucularım, gazeteci bazen mutlu olur, bazen de mutsuz. Benim gibi gazeteciler genelde mutsuz olmaz da, mutsuz edilir. Hele bu dönemde bu iş tamamen böyledir. İktidarın baskısından korkan ve güce boyun eğmeyi içine sindiren medya patronları ve onların emrindeki genel yayın yönetmenlerinin tek amacı, patronun çok büyük parasal çıkarlarını düşünerek yayın organlarını iktidarın emir kulluğuna dönüştürmektir... Ve bunu başardılar!
Bir veya iki istisnasıyla, bugün hiçbir yayın organında AKP iktidarını kızdırmayı da bırakın bir yana, onların hoşuna gitmeyecek haber göremezsiniz. Örneğin elinize büyük bir yolsuzluk olayının belgeleri geldi. Medyanın yüzde 95’ini oluşturan o yayın organlarında bu haber yer almaz.
Bu tek parti döneminde muhabir arkadaşlarımız bu haberleri yazar ama gazete yönetimleri kullanmaz, çöpe atar. Şimdi muhabirler de haklı olarak uyandı, ellerine gelen iktidarı kızdıracak haberleri yazmıyorlar. Bu kez onlar doğrudan çöpe atıyorlar!.. Çünkü arkadaşlarımız biliyor ki, o haber gazeteye girmeyecektir. O zaman ’’Ben zamanımı niçin boşa harcayayım, girmeyecek bir haberle niçin uğraşayım’’ diyorlar.
Bu yazdıklarıma inanmıyor olabilirsiniz. Hatta içinizden ’’Emin Çölaşan olayı biraz abartıyor galiba’’ diye düşünebilirsiniz. Lütfen, sizlerden istirhamım, herhangi bir gazete veya televizyon kanalında muhabir veya yönetici olarak çalışan bir dostunuz, tanış veya arkadaşınız varsa, bu yazdıklarımı onlara sorun.
Ancak, soracağınız kişi patronun üst düzey adamlarından biriyse size elbette doğruyu söylemeyecek, bu yazdıklarımı inkar edecektir.
X X X
Bugün 13 Ekim. Sözcü’de ilk günlük yazım tam bir yıl önce bugün yayınlanmıştı. Bir yılımız göz açıp kapayana kadar ne çabuk geçti.
Size burada bir itirafta bulunmak istiyorum. Gazetecilik yaşantımın en mutlu, huzurlu, rahat günlerini bu gazetede geçirdim. Hürriyet’ten, iktidar baskısıyla kovulmuştum. Tam iki yıl boyunca hiçbir yerde günlük yazı yazmadım çünkü yazacağım kitaplar vardı. O iki yıl süresince üç kitabım çıktı, bunlar toplam 97 baskı yaptı.
Medyanın pislik ve çıkarcı yapısını, yaşadıklarımı, nasıl kovulduğumu ve sonrasını o üç kitabımda anlatmıştım. Sonra düşündüm içim artık yeterince dolmuştu. Artık ben bir gazetede yazmalıydım...
Bana yazdıracak sadece bir tek gazete vardı: Sözcü.
Ötekilerden hiçbir beni almazdı, istemezdi, çünkü iktidar korkusu onların sadece yüreklerini değil, beyinlerini ve onurlarını da silip süpürmüştü.
Eylül 2009’da Sözcü’nün sahibi Burak Akbay’la Ankara’da buluştuk. Karşımda ilk kez gördüğüm genç, pırıl pırıl, 37 yaşında bir patron vardı. Ona, benim açımdan en önemli konuyu sordum:
’’Ben aynı doğrultuda, iktidarları eleştiren yazılar yazarım. Eğer bu tür yazılar seni rahatsız edecekse şimdiden söyle. İşadamısın, olur ya, benim yüzümden senin de üzerine gelirler. Sonra karşılıklı hayal kırıklığı yaşamayalım.’’
Burak Akbay bana her konuda güvence verdi. Onun söylediklerini burada yazmıyorum...
Ve 13 Ekim 2009 günü gazetede ilk güncel yazım çıktı. Böylece, sizlerle bir yıldan bu yana süren birlikteliğimiz başlamış oldu.
X X X
Bir yıl içerisinde Sözcü’yü elbirliği ile, bütün çalışanların da katkısıyla çok iyi yerlere taşıdık. Bu gazete adım adım yükselen, şimdi 200 bin’in üzerinde satan, her yerde ve her kesim tarafından ilgiyle okunan ve saygı gören bir yayın organı. Türkiye’nin en büyük muhalefet gazetesi olduğunu burada gurur duyarak söylüyorum.
Bir yıl içerisinde bu gazetede şunları gördüm:
Çalışan herkesten saygı görüyorsunuz. Gerektiği zaman eleştirilerinizi gazete yönetimine özgürce iletmeniz mümkün oluyor. Size değer veriliyor.
Burada bir şeyi daha sizlere açıkça duyurmak istiyorum:
Sanırım Sözcü, benim görev yaptığım en son gazete olacak. Kişisel, ya da meslek onuruma dokunan herhangi bir davranışla karşılaşmadığım takdirde, gazeteciliğimi burada noktalayacağım...
Çünkü özgürlüğü, çalışana ve yazara değer verilmesini, dostluk ilişkilerini bu gazetede buldum. Yazılarım hep en iyi biçimde, her gün birinci sayfadan anons edilerek kullanıldı. Hangi konum ve düzeyde olursa olsun, bir gazeteci için en büyük ödül kendisine değer verildiğini görmektir. Hürriyet gazetesinde birinci sayfa bana, Bekir Coşkun’a falan hep kapalıydı. En çok okunan yazarlardık ama bizim yazılarımızın birinci sayfadan anons edilmesi için bir mucize gerekirdi.
Tayyip korkusu, kıskançlık, çekememezlik, hatta kin ve nefret bu boyutlara ulaşmıştı.
Orada her yazım didik didik okunur, çoğu bana haber verme zahmetine bile katlanılmadan, patron çömezi Ertuğrul Özkök tarafından makaslanırdı. Bazen de bana ricada bulunurdu:
’’TMSF’yi, Maliye Bakanlığını falan eleştirme, onlarla çok büyük işlerimiz var, Star televizyonunu alacağız... Başbakan için bir şey yazma, üzerimize gelmesin... Fethullah’a dokunma, onların Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz, çok büyük paralar kazanıyoruz. Herifleri ürkütmeyelim... Ekonomi çok iyi gidiyor, patron borsada çok iyi kazanıyor. Aman ekonomik konularda aleyhte yazı yazma...’’
Böyle gazetecilik yapılır mı?
İş o boyuta vardı ki, istifa etmemi, karşılığında çok büyük paralar vereceklerini söylediler. Sonuçta baş eğdiremediler ve kovmak zorunda kaldılar!
Ama korkunun ecele faydası yoktu. Tayyip beni gazeteden tasfiye edenlerin üzerine daha sonra vergicilerini öyle bir gönderdi, sonra yargıdan dönen öyle gaddar vergi cezaları kestirdi ki, Allah Allah diye bağırmaya başladılar.
X X X
Hepimiz insanız, bazen geçmişi düşündüğümüzde ’’Yaa ben şu işi niye yaptım, yanlış yapmışım, şimdi pişmanım’’ falan diye aklımızdan geçiririz. İnanır mısınız, bu gazetede bir gün olsun böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi.
Özgürce yazıyorsunuz... Yazılarınıza karışan yok... Gazetede altınızı oymaya çalışmıyorlar... Baskı, sansür, makaslama yok... Üstelik herkesten dostluk görüyorsunuz...
Dahası, Sözcü okuyucuları son derece duyarlı, laik, Atatürk milliyetçisi, yurtsever insanlardan oluşuyor. Sizlerle aramızda muhteşem bir gönül bağı oluştu. Hem yönetim, hem de okuyucu ile aynı çizgide, aynı kafa yapısında olmak kadar güzel bir şey olabilir mi?
Bizim meslek gıdalarımız bunlardır. Gazeteci işte böyle mutlu olur.
Sevgili ve değerli okuyucularım, ben de bu bir yıl içerisinde sizlere mahçup olmamak için her şeyin en iyisini (elimden geldiğince) yapmaya çalıştım. Sabah erken saatlerde işimin başında oldum, yazacağım her yazı için okudum, araştırdım, hazırlık yaptım ve karşınıza her gün en ilginç konularla çıkmaya çalıştım.
Şuna inanın ki, bir gün olsun yalan, hatta abartılı yazmadım.
Eksiklerim elbette var. Örneğin sizlerden her gün gelen çok sayıda mesaja yanıt verememek, benim en büyük eksiğim.
Bilmiyorum ama, bu süre içerisinde gözden kaçan küçük yanlışlar dışında herhangi bir önemli hata yaptığımı, sizleri yanılttığımı sanmıyorum.
Yine de eksiklerim, eğer olduysa hatalarım için sizlerden özür dilemeyi bir görev sayarım. Beni lütfen bağışlayınız.
Evet, Sözcü’de bugün tam birinci yılım. Bu fırsattan yararlanıp sizlere içimi biraz olsun dökmek istedim... Ve hep düşündüğüm ve herkese söylediğim şey, şimdi bu satırları yazarken bir kez daha aklıma düştü:
’’İyi ki Sözcü’ye girmişim, iyi ki bu gazete var. İyi ki sizler varsınız.’’
Emin Çölaşan/SÖZCÜ