BASINIMIZ ÖZGÜR BİR MAL OLDUĞUNU DÜNYAYA GÖSTERDİ!
Uludere'de yaşanan katliam sonrası medyanın takındığı tutuma bir eleştiri de Yıldırım Türker'den...
İşte Radikal yazarı Yıldırım Türker’in o yazısı...
Soğuk kan
Sonunda tepemize bombalar yağmaya başladı.
Devlet zaten tarihi boyunca Kürt illerinde insansız hava aracı olarak varolmuştur. Şimdi de insansız hava araçlarının üstüne yıkılıyor Uludere katliamı. İHA’lar silahı katırdan, köylüyü savaşçıdan ayıramıyor. Devletin ta kendisi gibi. Ama o dağlarda hayatta kalmaya çalışanların hepsi Kürt nasılsa. Dolayısıyla onların verdiği istihbarat yeterli.
Kendi vatandaşlarının cenaze törenine katılamayan devlet, bir kez daha fevkalade çalışılmış bir soğukkanlılık örneği sergiledi. İlk 24 saat ortalıkta görünmedi.
Öncelikle Genelkurmay’ın açıklaması bekleniyordu çünkü. Bakalım onlar nasıl bir kılıf kullanacaklardı. Askeri vesayetin sona ermesi memleket, yavru vatan ve dış temsilciliklerde coşkuyla kutlanırken böylesi bir katliam karşısında ilk söz yine büyüğündü. Genelkurmay açıklaması da soğukkanlılığıyla ürpertici bir metindi. Ama o metinle birlikte bu vahşetin aklanma yordamı da belirlenmişti. Bölge terörist bölgesiydi. Yerleşim yoktu. En önemlisi ve Başbakan’ın da ertesi gün evinden çıkıp dillendirecek olduğuydu: E ama daha önce de teröristler kaçakçı sanılıp vurulmadığında gürültü ediyordunuz. Ne istiyorsunuz? Olur böyle hatalar.
Başbakan ertesi gün yorgun bir kibirle halkın karşısındaydı. Devleti 35 sivili savaş uçaklarıyla bombalayarak katletmişti ama onun derdi hâlâ ‘Devlet kendi halkını bombaladı’ başlığıyla haberi veren gazeteyle idi. Basının kulağını çekip hizaya getirmişliğiyle yetinmeyecekti elbet. Herkes susmalı, bütün basın onun ağzına bakmalıydı.
Nitekim bu katliam basınımızın ne özgür bir mal olduğunu bir kez daha dünya âleme gösteriyordu. Türk televizyonları tam 12 saat katliam haberini seyircilerinden saklamayı başardı. Şırnak Valisi’nin açıklaması bile ekranlara yanaşamadı. Dünya basınının gördüğünden, Türk basını gözlerini kaçırıyordu. Basınımız ertesi gün de soğukkanlılığın şahikasını sergileyecekti. Birgün gazetesinden Ahmet Meriç Şenyüz, haberine ‘İnsansız Haber Aracı!’ başlığı atmış. Mükemmel, değil mi?
Milli Sözcü gazetesi ‘Silah taşıyorlardı’ yalanını manşete taşımıştı. Yeni Akit, ‘Terörist mi, Kaçakçı mı?’ diye soruyordu. Utanmazlıkta bütün seleflerine nal toplatan Sabah gazetesi, yukarıda belirttiğim aklama yordamına sarılmıştı. ‘Gediktepe sendromu kaçakçıyı vurdu’ diyordu. Kaçakçı diye vurmayınca terörist çıkıyorlar, ‘Asker ne yapsın?’
Bu soru da zaten Güneş gazetesinin manşetiydi.
Zaman, tabii ki en uyanık yaklaşımı sergileyendi. Acaba PKK köylüleri yem olarak kullanmış olabilir miydi?
Ama bölgeden de haberler geliyordu elbet. Devlet henüz soğukkanlı şefkat adımlarını bölgeye atamamış da olsa, oradan ulaşılabilen haber kanalları vardı.
Katliamın en yakın tanıkları olan köylüler, bombalama sonrası olay yerine gittiklerinde yaralıların olduğunu ve 112 Acil Servisi aradıklarını anlatıyor. Ama Şırnak’tan yola çıkan ambulanslar askerler tarafından durdurulmuş. Gece geçişlerine izin verilmediği için ancak ertesi gün sabah 08.00’de olay yerine ulaşmış.
Ortasu yakınlarında yapılan bombardımanın ardından Ortasu, Ortabağ ve Gülyazı köylerinden yola çıkan köylüler, yaralılara yetişsin diye 112 Acil Servisi arayarak bölgeye ambulans gönderilmesini istemiş. Saat 23.00 sıralarında 112’den ambulans gönderildiği köylülere iletilmiş. Ancak olay yerine varan köylüler ambulansları bulamayınca defalarca 112’yi aramış, her seferinde aynı cevabı almış: Ambulanslar 01.00’de yola çıktı. “Sabaha kadar ambulansları boşuna bekledik. Ambulanslar ancak sabah 08.00 sıralarında bölgeye geldi. Gelen 112’de görevli personele neden gece gelmediklerini sorduğumuzda, askerlerin Şırnak’tan çıkışlarına gece izin vermediğini ancak sabah yola çıkabildiklerini açıkladılar. Bizim 112 ile yaptığımız telefon görüşme kayıtları ile 112’den ambulans gönderilmemesi kayıtları mevcut. Bu kayıtlar açıklansın. Ambulansları hangi yetkili engelledi” diye soruyor köylüler.
Ey soğukkanlılıkla öldüren, soğukkanlılıkla başını çevirip görmezden gelen, soğukkanlılıkla “Provokasyona karşı duralım, halkı kışkırtmayalım” diye olan biteni örtbas etmeye çalışanlar, soğukkanlılıkla katliam emri verip rütbesinin başında duranlar, soğukkanlılıkla “Tüh, şimdi bu olay PKK’nin elini güçlendirecek” diye yorum yapanlar, insanlar havaya uçurulurken, dönüşsüz bir yola girilmişken soğukkanlılıkla Marksist teori tartışması yapanlar!
Kanınız nasıl bu kadar soğudu? Nasıl insansız hava araçlarına döndünüz?
Soğuk kan
Sonunda tepemize bombalar yağmaya başladı.
Devlet zaten tarihi boyunca Kürt illerinde insansız hava aracı olarak varolmuştur. Şimdi de insansız hava araçlarının üstüne yıkılıyor Uludere katliamı. İHA’lar silahı katırdan, köylüyü savaşçıdan ayıramıyor. Devletin ta kendisi gibi. Ama o dağlarda hayatta kalmaya çalışanların hepsi Kürt nasılsa. Dolayısıyla onların verdiği istihbarat yeterli.
Kendi vatandaşlarının cenaze törenine katılamayan devlet, bir kez daha fevkalade çalışılmış bir soğukkanlılık örneği sergiledi. İlk 24 saat ortalıkta görünmedi.
Öncelikle Genelkurmay’ın açıklaması bekleniyordu çünkü. Bakalım onlar nasıl bir kılıf kullanacaklardı. Askeri vesayetin sona ermesi memleket, yavru vatan ve dış temsilciliklerde coşkuyla kutlanırken böylesi bir katliam karşısında ilk söz yine büyüğündü. Genelkurmay açıklaması da soğukkanlılığıyla ürpertici bir metindi. Ama o metinle birlikte bu vahşetin aklanma yordamı da belirlenmişti. Bölge terörist bölgesiydi. Yerleşim yoktu. En önemlisi ve Başbakan’ın da ertesi gün evinden çıkıp dillendirecek olduğuydu: E ama daha önce de teröristler kaçakçı sanılıp vurulmadığında gürültü ediyordunuz. Ne istiyorsunuz? Olur böyle hatalar.
Başbakan ertesi gün yorgun bir kibirle halkın karşısındaydı. Devleti 35 sivili savaş uçaklarıyla bombalayarak katletmişti ama onun derdi hâlâ ‘Devlet kendi halkını bombaladı’ başlığıyla haberi veren gazeteyle idi. Basının kulağını çekip hizaya getirmişliğiyle yetinmeyecekti elbet. Herkes susmalı, bütün basın onun ağzına bakmalıydı.
Nitekim bu katliam basınımızın ne özgür bir mal olduğunu bir kez daha dünya âleme gösteriyordu. Türk televizyonları tam 12 saat katliam haberini seyircilerinden saklamayı başardı. Şırnak Valisi’nin açıklaması bile ekranlara yanaşamadı. Dünya basınının gördüğünden, Türk basını gözlerini kaçırıyordu. Basınımız ertesi gün de soğukkanlılığın şahikasını sergileyecekti. Birgün gazetesinden Ahmet Meriç Şenyüz, haberine ‘İnsansız Haber Aracı!’ başlığı atmış. Mükemmel, değil mi?
Milli Sözcü gazetesi ‘Silah taşıyorlardı’ yalanını manşete taşımıştı. Yeni Akit, ‘Terörist mi, Kaçakçı mı?’ diye soruyordu. Utanmazlıkta bütün seleflerine nal toplatan Sabah gazetesi, yukarıda belirttiğim aklama yordamına sarılmıştı. ‘Gediktepe sendromu kaçakçıyı vurdu’ diyordu. Kaçakçı diye vurmayınca terörist çıkıyorlar, ‘Asker ne yapsın?’
Bu soru da zaten Güneş gazetesinin manşetiydi.
Zaman, tabii ki en uyanık yaklaşımı sergileyendi. Acaba PKK köylüleri yem olarak kullanmış olabilir miydi?
Ama bölgeden de haberler geliyordu elbet. Devlet henüz soğukkanlı şefkat adımlarını bölgeye atamamış da olsa, oradan ulaşılabilen haber kanalları vardı.
Katliamın en yakın tanıkları olan köylüler, bombalama sonrası olay yerine gittiklerinde yaralıların olduğunu ve 112 Acil Servisi aradıklarını anlatıyor. Ama Şırnak’tan yola çıkan ambulanslar askerler tarafından durdurulmuş. Gece geçişlerine izin verilmediği için ancak ertesi gün sabah 08.00’de olay yerine ulaşmış.
Ortasu yakınlarında yapılan bombardımanın ardından Ortasu, Ortabağ ve Gülyazı köylerinden yola çıkan köylüler, yaralılara yetişsin diye 112 Acil Servisi arayarak bölgeye ambulans gönderilmesini istemiş. Saat 23.00 sıralarında 112’den ambulans gönderildiği köylülere iletilmiş. Ancak olay yerine varan köylüler ambulansları bulamayınca defalarca 112’yi aramış, her seferinde aynı cevabı almış: Ambulanslar 01.00’de yola çıktı. “Sabaha kadar ambulansları boşuna bekledik. Ambulanslar ancak sabah 08.00 sıralarında bölgeye geldi. Gelen 112’de görevli personele neden gece gelmediklerini sorduğumuzda, askerlerin Şırnak’tan çıkışlarına gece izin vermediğini ancak sabah yola çıkabildiklerini açıkladılar. Bizim 112 ile yaptığımız telefon görüşme kayıtları ile 112’den ambulans gönderilmemesi kayıtları mevcut. Bu kayıtlar açıklansın. Ambulansları hangi yetkili engelledi” diye soruyor köylüler.
Ey soğukkanlılıkla öldüren, soğukkanlılıkla başını çevirip görmezden gelen, soğukkanlılıkla “Provokasyona karşı duralım, halkı kışkırtmayalım” diye olan biteni örtbas etmeye çalışanlar, soğukkanlılıkla katliam emri verip rütbesinin başında duranlar, soğukkanlılıkla “Tüh, şimdi bu olay PKK’nin elini güçlendirecek” diye yorum yapanlar, insanlar havaya uçurulurken, dönüşsüz bir yola girilmişken soğukkanlılıkla Marksist teori tartışması yapanlar!
Kanınız nasıl bu kadar soğudu? Nasıl insansız hava araçlarına döndünüz?