''BAŞIMA GELEBİLECEK EN BÜYÜK FELAKETLE KARŞILAŞTIM! ÇAMUR BANA DA BULAŞTI! ÜSTELİK BENİM GAZETEMDE!!!''
Sevilay Yükselir tarafından topa tutulan Sabah yazarı Nazlı Ilıcak bugün köşesinden cevap verdi.Ilıcak, kendisini "çınar ağacı"na, Yükselir'i ise bakın neye benzetti!
Çınar ağacı ve balkabağı
Acaba kâbus mu görüyorum diye irkildim. Hayır, kâbus filan değildi. Başıma gelebilecek en büyük felâketlerden biriyle karşılaşmıştım: "Çamur" bana da bulaşmıştı. Üstelik benim gazetemde!!!???
Hayatım boyunca, çelme takmaya çalışanlar çok olmuştu da, bu sefer ayağıma dolanan pek zavallı bir şeydi. Ağız dolusu iftirayla, vidanjörlüğe soyunan bu ufacık şey, nokta mı, virgül mü, neydi?
Sabah gazetesine Fatih Altaylı beni almamış, Ahmet Ertürkün pistonuyla girmişim ama, "gerçek patron" un atadığı yöneticiler, keyfimi kaçırmış. Zira onlar, her aradığımda "Aloooo" diyecek adamlar değilmiş. (Halbuki aksine, hem Ahmet Çalıkın, hem Serhat Albayrakın cep telefonları bile bende var.) Üstelik Fatih, beni siyasi fikirlerim dolayısıyla almadı. Ama, acaba, Ufuk Güldemir neden sana kapıyı gösterdi? (Bilgiler Tuğçe Tatarinin Akşamda çıkan 29 Ağustos 2009 tarihli yazısında mevcut.)
Aydın Doğanı, onun gazetesine transfer olmayı istediğim için savunuyormuşum. Transfer olmayı istiyormuşum, çünkü, Sabahta rahatsızmışım. Peki Sabahta neden rahatsızmışım... Sıkı durun! Gazetedeki yöneticiler "dişime göre" değilmiş... Bir telefonumla akşam evimdeki davete koştura koştura gelmiyorlarmış! Güler misin, ağlar mısın? (Allahım akılsız kullarına biraz akıl ihsan eyle!) Çok şükür evime gelenin gidenin hesabı yok. Kimler geldi, kimler geçti. Gelenler, hep bir hoş seda bıraktı.
Mesut Yılmaza -Başbakanken- "Ben senin yağdanlığın olmak istiyorum" demişim. Allah Allah... bu iş, arzuhal vermek suretiyle mi oluyor? O lâfın, "Özal ve yağdanlıkları" sözüne karşılık bir lâtife olarak sarf edildiği ortada değil mi? (Allahım, çamur kullarına biraz izan, biraz insaf ver)
Mehmet Ali, puro ithal etsin diye, Kemal Unakıtanın lehine yazı yazmışım! Mehmet Ali, çok sayıda yabancı puro markasının temsilcisi. Ayrıca reklam işi var; müteahhitlik yapıyor. Puroyu, mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde ithal ediyor. Blackwood markası, toplam cirosunun % 1i bile tutmaz. Özerk bir kurul olan TAPDKnın koyduğu ilkeler çerçevesinde ithalat gerçekleşiyor. Kemal Unakıtanın bu işle ne ilgisi var? Sadece Unakıtanı değil ki! Haksızlığa uğradığını düşündüğüm Adalet Bakanını, Milli Eğitim Bakanını, Ulaştırma Bakanını, Meclis Başkanını, Cumhurbaşkanını, çeşitli vesilelerle savundum. Ve daha nicelerini... Tabii eleştirdiğim de oldu...
***
Çamur... hiç ummadığın zaman çıkar önüne. Benimkisi de öyle! Birilerinden yüz bulmuş. Ayıp etmiş ona bu yüzü verenler; çamura aldırmadım da, ona yol verenlere kırıldım.
Son birkaç cümle... anlayana: İnvictus filminde Mandelanın dediği gibi, "Başıma darbe gelse de başımı eğmedim... Hayatım boyunca kaderimin efendisi, ruhumun kaptanı oldum."
Ve yıllar bana şu gerçeği öğretti: Derinlere kök salan çınar ağaçlarına bir şey olmaz ama, yerden birden bire biten balkabağını gün gelir kırağı çalıverir.
Merak edene
Sabah gazetesinde çalışmaktan son derece memnunum. Geniş bir okur kitlem var. Zaten, düşüncelerimi sık sık tartışma programlarında da ifade ediyorum. Çok şükür çevremden hep saygı görüyorum. Patronum Ahmet Çalık da, her karşılaştığımızda, kendisinin ve ailesinin bana büyük değer verdiğini söyler. Eğer okuduysa, böyle bir "çamurun" üzerime sıçratılmasına canı sıkılmıştır. Sanırım, aile fertleri ve yakınlarından da, bu çamura beni muhatap ettiği için sitem almıştır.
Herkes müsterih olsun. Gazetemi terk etmeye niyetim yok. Her zaman insanları karşılık beklemeden savundum. 12 Eylülde Demirel ve Eceviti, 28 Şubatta Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını müdafaa ettim. Bundan dolayı çok zarar gördüm. Ama, bu şekilde mesleğimde ilerledim; güven ve itibar sağladım. Aydın Doğanın haksızlığa uğradığını düşündüğüm için, sahip çıktım. Oysa en güçlü olduğu dönemde, ona karşı en ağır eleştirileri ben yapmıştım.
Benim müktesebatıma sahip olan bir gazeteci, her zaman, her yerde iş bulabilir. Ama dedim ya, böyle bir arayış içinde değilim.
Nazlı Ilıcak/SABAH
Acaba kâbus mu görüyorum diye irkildim. Hayır, kâbus filan değildi. Başıma gelebilecek en büyük felâketlerden biriyle karşılaşmıştım: "Çamur" bana da bulaşmıştı. Üstelik benim gazetemde!!!???
Hayatım boyunca, çelme takmaya çalışanlar çok olmuştu da, bu sefer ayağıma dolanan pek zavallı bir şeydi. Ağız dolusu iftirayla, vidanjörlüğe soyunan bu ufacık şey, nokta mı, virgül mü, neydi?
Sabah gazetesine Fatih Altaylı beni almamış, Ahmet Ertürkün pistonuyla girmişim ama, "gerçek patron" un atadığı yöneticiler, keyfimi kaçırmış. Zira onlar, her aradığımda "Aloooo" diyecek adamlar değilmiş. (Halbuki aksine, hem Ahmet Çalıkın, hem Serhat Albayrakın cep telefonları bile bende var.) Üstelik Fatih, beni siyasi fikirlerim dolayısıyla almadı. Ama, acaba, Ufuk Güldemir neden sana kapıyı gösterdi? (Bilgiler Tuğçe Tatarinin Akşamda çıkan 29 Ağustos 2009 tarihli yazısında mevcut.)
Aydın Doğanı, onun gazetesine transfer olmayı istediğim için savunuyormuşum. Transfer olmayı istiyormuşum, çünkü, Sabahta rahatsızmışım. Peki Sabahta neden rahatsızmışım... Sıkı durun! Gazetedeki yöneticiler "dişime göre" değilmiş... Bir telefonumla akşam evimdeki davete koştura koştura gelmiyorlarmış! Güler misin, ağlar mısın? (Allahım akılsız kullarına biraz akıl ihsan eyle!) Çok şükür evime gelenin gidenin hesabı yok. Kimler geldi, kimler geçti. Gelenler, hep bir hoş seda bıraktı.
Mesut Yılmaza -Başbakanken- "Ben senin yağdanlığın olmak istiyorum" demişim. Allah Allah... bu iş, arzuhal vermek suretiyle mi oluyor? O lâfın, "Özal ve yağdanlıkları" sözüne karşılık bir lâtife olarak sarf edildiği ortada değil mi? (Allahım, çamur kullarına biraz izan, biraz insaf ver)
Mehmet Ali, puro ithal etsin diye, Kemal Unakıtanın lehine yazı yazmışım! Mehmet Ali, çok sayıda yabancı puro markasının temsilcisi. Ayrıca reklam işi var; müteahhitlik yapıyor. Puroyu, mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde ithal ediyor. Blackwood markası, toplam cirosunun % 1i bile tutmaz. Özerk bir kurul olan TAPDKnın koyduğu ilkeler çerçevesinde ithalat gerçekleşiyor. Kemal Unakıtanın bu işle ne ilgisi var? Sadece Unakıtanı değil ki! Haksızlığa uğradığını düşündüğüm Adalet Bakanını, Milli Eğitim Bakanını, Ulaştırma Bakanını, Meclis Başkanını, Cumhurbaşkanını, çeşitli vesilelerle savundum. Ve daha nicelerini... Tabii eleştirdiğim de oldu...
***
Çamur... hiç ummadığın zaman çıkar önüne. Benimkisi de öyle! Birilerinden yüz bulmuş. Ayıp etmiş ona bu yüzü verenler; çamura aldırmadım da, ona yol verenlere kırıldım.
Son birkaç cümle... anlayana: İnvictus filminde Mandelanın dediği gibi, "Başıma darbe gelse de başımı eğmedim... Hayatım boyunca kaderimin efendisi, ruhumun kaptanı oldum."
Ve yıllar bana şu gerçeği öğretti: Derinlere kök salan çınar ağaçlarına bir şey olmaz ama, yerden birden bire biten balkabağını gün gelir kırağı çalıverir.
Merak edene
Sabah gazetesinde çalışmaktan son derece memnunum. Geniş bir okur kitlem var. Zaten, düşüncelerimi sık sık tartışma programlarında da ifade ediyorum. Çok şükür çevremden hep saygı görüyorum. Patronum Ahmet Çalık da, her karşılaştığımızda, kendisinin ve ailesinin bana büyük değer verdiğini söyler. Eğer okuduysa, böyle bir "çamurun" üzerime sıçratılmasına canı sıkılmıştır. Sanırım, aile fertleri ve yakınlarından da, bu çamura beni muhatap ettiği için sitem almıştır.
Herkes müsterih olsun. Gazetemi terk etmeye niyetim yok. Her zaman insanları karşılık beklemeden savundum. 12 Eylülde Demirel ve Eceviti, 28 Şubatta Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını müdafaa ettim. Bundan dolayı çok zarar gördüm. Ama, bu şekilde mesleğimde ilerledim; güven ve itibar sağladım. Aydın Doğanın haksızlığa uğradığını düşündüğüm için, sahip çıktım. Oysa en güçlü olduğu dönemde, ona karşı en ağır eleştirileri ben yapmıştım.
Benim müktesebatıma sahip olan bir gazeteci, her zaman, her yerde iş bulabilir. Ama dedim ya, böyle bir arayış içinde değilim.
Nazlı Ilıcak/SABAH