BAŞBAKAN MEDYAYI OKŞAMASIN, OKŞADIĞI MEDYA İYİ SONUÇ VERMİYOR!

Hürriyet yazarı Mehmet Yılmaz, Başbakan Erdoğan'ın medyaya sert çıktığı yolundaki eleştirilere karşılık söylediği "Ne yapacaktım,okşayacak mıydım" sorusunu cevaplandırdı.

Okşamak ile dövmek arasında bir yer bulsanız?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan şöyle konuştu: “Allah aşkına, hangi ülkede teröre karşı halkı ve vatanı için canını ortaya koyan güvenlik güçleri bu kadar hırpalanır?”

Hayır, “terör örgütü yönetmek” iddiasıyla tutuklu yargılanan eski genelkurmay başkanından ve “bir kadının cilvesine kanıp gizli bilgileri sızdırmak” iddiasıyla tutuklu yargılanan deniz kuvvetlerinin kurmay başkanından söz etmiyor!
Derdi tahmin edebileceğiniz gibi medya ile. Şöyle diyor: “Diyorlar ki Başbakan medyaya çok saldırıyor. Ne yapacaktım? Okşayacak mıydım? Dertli olan biziz, canı yanan biziz.”
Başbakan’dan medyayı okşamasını elbette beklemiyoruz, beklememeliyiz.
Sevip okşadığı, uçağına bindirdiği yandaş medyanın hali ortada! Tirajlar yerlerde sürünüyor, haberler orasından burasından çekiştirilip yayınlanıyor, bazı haberler hiç gösterilmiyor. Aralarında, sonradan “meczup” diye tanımlanabilecek “kışkırmaya hazır” okuyucularına her gün değişik birisini hedef gösteren gazete de var. Hayır, bunu yapmasını istemeyiz, Başbakan medyayı okşamasın, okşadığı medya iyi sonuç vermiyor!
Başbakan’ın medya eleştirisi yapmaya da hakkı var, bu ülkede yaşayan herkes gibi.
Medyada her şey doğru gidiyor diye bir şey yok çünkü. Yanlışlar da var ve Başbakan da, sıradan vatandaşlar da okuyucu olarak böyle bir eleştiri yapma hakkına sahipler. Hatta bu hakka sahip olmakla kalmamalı, aktif olarak bu eleştirilerini yayın yönetmenlerine vs. ulaştırmalılar. Yadırgadığımız durum Başbakan’ın eleştiri sınırını geçip, gazete patronlarına “Onu kov, bunu kov” demesi. Gazete patronlarını korkutması, gazetecileri işsiz kalma korkusuyla ürkütmesi. Örneği bu köşeden vereyim ki kimseyi rahatsız etmeyelim.
Başbakan’ın bu köşe ile ilgili olarak şöyle bir eleştiri yapmaya hakkı vardır: “Çıkmış bir adam her pazartesi aynı yazıyı yazıyor. Senin başka bildiğin konu yok mu? Sorup duruyorsun, o ne oldu, bu ne oldu diye. O soruların yanıtlarını verebiliyor olsaydık şimdiye kadar çoktan yanıtlamaz mıydık?”
Ama şöyle bir yaklaşımda bulunması yakışık almaz: “Bunun patronunu da akıllı adam sanırdım. Adam her pazartesi aynı yazıyı yeniymiş gibi yutturuyor. Bunu nasıl tutuyorsun orada, parana yazık değil mi?”
Okşamak ile tehdit etmek arasındaki bir noktayı bulmak demokratik bir ülke siyasetçisi için en doğru yoldur. Bu hafta pazartesi sorularıma eşlik etmesi için seçtiğim şarkı ise “I can see clearly now”. Hepimizin ruhunu daraltan bu günlerde, güneşin bir gün yeniden parlayacağını ümit etmek herkese iyi gelecektir. Jimmy Cliff’in bu harika şarkısını dinleyenler Johnny Nash’den de dinleyebilirler.
Buyurun sorularımız burada:
1 – KPSS sorularını çalıp dağıtan çete neden hâlâ yakalanamadı? Başbakan emir vermişti, suçluların yakalanması için. Kimsenin Başbakan’ı taktığı yok mu?
2 – Bülent Arınç’a gerçekten suikast yapacaklar mıydı, yoksa bu o gün için uydurulmuş bir palavra mıydı?
3 – Suudi Arabistan Kralı’nın devlet büyüklerimizin eşlerine armağan ettiği mücevherler neden zamanında beyan edilmedi? Bu mücevherler şimdi kimin kasasında duruyor?