BAŞBAKAN KENDİSİNİ AŞAN BİR İDEOLOJİNİN PEŞİNDE!
Taraf yazarı Murat Belge, Başbakan Erdoğan ve ona yakın medyanın yeni söylemine fena taktı
‘Boğaz’a bakarak’ teranesi
Bir zamanlar özel bir “Salı tarifesi” vardı. Meclis’te partiler grup toplantılarını yapar, birbirleri hakkında söylenmedik laf bırakmazlar, medya da bu lafları allar, pullar, manşetten yayımlardı. Böylece gerilim artar, sinirler iyice gerilirdi. Başbakan herhalde bu gerilimden özel bir zevk alıyor ki, bunu bir “Salı programı” olmaktan çıkardı, günlük pratik hâline getirdi. Ağzını her açışında birileriyle kavga ediyor ya da sadece kavga etmek üzere ağzını açıyor.
“Ne” dediği kadar “nasıl” dediği de önemli, tabii. “Üslûb-u beyan”, malûm...
Bu sabahın gazetesinde, lafı gene “alçaklık”tan açarak, Afyon’daki kaza ve o bağlamda Genel Kurmay üstüne söylediklerini gördük. Başbakan, çok özgün bir dil kullanmış, “Boğaz’a karşı keyif çatarken, televizyonlarının karşısında, çerezlerini alkollü içkileri ile yudumlarken...” demiş.
Genel Kurmay Başkanları da aynı şeyi söylerdi; söylemeyen yoktu zaten. “Boğaz’a karşı içki içenler” edebiyatı değişmez de, bunu söyleyenin meşrebine ya da hayal gücüne göre, kimileri viski, kimileri de rakı içiyor olurdu. Başbakan “alkollü” diyerek daha kapsayıcı bir ifade kullanmış; bir de, önceden söylendiğini hatırlamadığım “çerez” ögesini katarak “özgünlük” dozunu yükseltmiş.
Bu kadar bayat bir edebiyatı bıkmadan usanmadan bunca kişi tekrar edebildiğine göre, bunda bir “hikmet” olmalı. Nedir acaba? İki gündür bu adamlardan biri çıkıp “Boğaz’ı seyrederek içkisini yudumlayan...” edebiyatı yapıyorsa, bundan bir sonuç bekliyor olmalı. Başbakan’ın kendisini aşan bir ideoloji sözkonusu olmalı burada.
“Alkollü” lafı mı, etkili olması beklenen? Hele Başbakan’sa sözkonusu olan, mutlaka öyle olmalı. Bu içki düşmanlığını, yalnız lafta değil, uygulamada da, aşırı ve abartılı boyutlara getirdi. Ama “alkol”ün toplumda, halkta uyandırması beklenen, sanırım, din temelli bir “günah” izleniminden çok, genel bir “tüketim alerjisi”dir. Bu işin “Boğaz’a bakarak” yapılıyor olması da gene aynı şeyi pekiştiriyor. Bir toplumun bilincinde “sefahat”ın en üst derecesinin “Boğaz’a bakarak içki içmek” olması aslında acıklı bir şey, o toplum açısından.
Bu bilmem kaç yüzüncü tekrarıyla, “Boğaz’a bakarak içki içme”nin bir “suç” hâline getirilmesi, o şekilde ambalajlanmasına da insan ne diyeceğini şaşırıyor.
Hepimiz düşünür taşınır, hayatta ne yapmak istediğimize karar verir, ona göre bir meslek seçeriz. Her meslek belirli bilgiler, incelikler gerektirir, her birinin toplum hayatında bir işlevi olur, bir ihtiyaca karşılık verir. Onun için, Başbakan’ın “... orada vali, kaymakam, asker, polis, korucu, istihbaratçı canını ortaya koyuyor...” edebiyatına da karnım tok. Dünyanın hiçbir toplumunda, o saydığı işleri yapanların eksiği yok. Onu yapmayı seçmiş diye onlara bir ayrıcalık tanımanın anlamı da yok. Onu seçmiş olmaları o adamları eleştirinin üstünde bir yere oturtmuyor. Olur olmaz “muhtıra”lar yazan bir Genel Kurmay Başkanı’nı eleştirdiğim gibi gerekli tedbir almayan herhangi bir subayı da eleştiririm.
Eleştirmek, bir “düşünce” işidir. Konuyu bilerek, üzerine düşünmüş olarak yapılan eleştiri kendini hemen belli eder. Onu da “vali, kaymakam, asker, polis” vb. kolay kolay yapamaz; herkesin harcı olan bir şey değildir. Ayrıca, “Ya senin ehliyetin ne?” gibi bir laf da abestir. Bir yargıcı, subay ya da avukatı eleştirmem için benim de yargıç, subay ya da avukat olmam gerekmiyor.
Bunlar çok işi boş laflar ve ciddi bir dar kafalılık kültürünün ürünü olan laflar. Başbakan her ağzını açışında birilerine hakaret yağdırıyor, ama aynı zamanda bu darlığı da sergiliyor.
Murat BELGE / TARAF