BAŞBAKAN ERDOĞAN, CEMAAT'İ ÇOK FENA HIRPALADI!

Taraf yazarı Ahmet Altan bugünkü yazısında siyasi partiler, cemaat ve gruplardaki bölünmeleri anlattı.

Bütün dostluklar, bütün ittifaklar, bütün düşmanlıklar hızla değişen bir dünyanın içinde ezberlerini, alışkanlıklarını kaybederek biçim değiştiriyor.

Her grubun, her partinin, her örgütün, her cemaatin içinden farklı sesler çıkıyor.

Sadece tek bir gün içinde bile bu ülkenin siyasi ve toplumsal aktörlerinin içinden birbirinden farklı sesler çıktığına tanıklık edebiliyoruz.

Şu ünlü “Cemaat”ten başlayalım.

Adı üstünde “Cemaat”, bir birlikteliği, aynı görüşün paylaşılmasını temsil ediyor bu kavram.

Biliyorsunuz, Cemaat’in önde gelenlerinin ısrarlı inkârlarına, “fitnedir, fesattır” demelerine rağmen Cemaat’le hükümet ciddi biçimde kapıştı.

Oslo meselesinde MİT müsteşarının savcılığa çağrılması, çoktandır alttan alta süren çekişmeyi su yüzüne çıkardı.

Başbakan Erdoğan, Cemaat’i çok fena hırpaladı.

“Devlet içinde devlet olmaz” diyerek Cemaat’le bağlantılı olduğu iddia edilen polislerle yargı görevlilerini darmadağın etti.

O insanlar gerçekten Cemaat’ten miydi bilmiyorum ama genel algı Cemaat’ten olduklarıydı.

Cemaat bu kavgayı sürdüremedi.

Ellerinde çok fazla imkân bulunmasına rağmen bir kavgayı sürdürecek kadroları olmadığı anlaşıldı.

Belki de inançları gereğidir, bilmiyorum, ama kavga edemediklerini gördük.

Kavga etmeyi beceremeyeceksen kavgaya girmeyeceksin, meydan okumayacaksın, meydan okuyorsan, “aslında kavga etmiyoruz” deyip kenara çekilmeyeceksin, aksi takdirde fena hırpalanırsın.

Kalkıp Başbakan Erdoğan’ı toplantılarına çağırdılar.

Erdoğan kabul edelim ki zeki bir adam, iyi bir politikacı.

Aylardır hırpaladığı Cemaat’in “hamiliğine” soyundu, Fethullah Gülen’e “dön” çağrısında bulundu.

Elli bin kişi alkışladı bu sözleri.

O alkış, bir “himayeyi” kabul etmek anlamına geliyordu.

Ardından Başbakan’ın o sözlerini övdüler.

Sonra Fethullah Gülen konuştu ve “alkışlayanların” sözlerine benzemeyen bir açıklama yaptı, “dönmeyeceğim” dedi.

Gülen, Erdoğan’ın zekice hamlesine zekice cevap verdi, “dönmem zarar verir, dönmeyeceğim” diyerek.

Bu sözleriyle, Türkiye’de hâlâ birilerinin birilerine “zarar verebileceği” hukuk dışı bir yapı olduğunu da altını çok çizmeden ima etti.

Cemaat’in Türkiye’deki üyeleri bir şey söyledi, Gülen başka bir şey söyledi.

Bana sorarsanız Cemaat’i Gülen kurtardı.

Ama Cemaat içinde bir fikir birliği olmadığı da ortaya çıktı.

Aynı gün hükümetin içindeki çatlamaların başka bir örneğine rastladık.

Son zamanlarda zaten AKP’nin içinden farklı sesler çıkmasına alıştık, dün bir örneğine daha gördük.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bazı şartların yerine getirilmesi hâlinde Apo’nun ev hapsinin de düşünülebileceğini söylemişti.

Beşir Atalay dün kalktı Arınç’ı yalanladı.

Böylece hükümetin içinde “Apo’nun ev hapsi” gibi çok önemli bir meselede görüş birliği olmadığını anladık.

Zaten Uludere’de, Çamlıca’ya camide, kürtajda da aralarında bir görüş birliği yok, biri bir şey söylüyor, diğeri başka bir şey.

Hamlelerini bir plana, programa göre yapmadıkları, Başbakan da her sabah başka bir gündem yarattığı için bir tutarlılık sağlamaları da çok mümkün gözükmüyor.

Partinin bir bütün olarak bir “hedefi” yok artık.

Belki de tek hedef var, “Erdoğan’ı memnun etmek” ama AKP yöneticileri de başbakanlarını hangi sözlerin memnun edeceğini bilemiyorlar, onlar “eski” programa göre konuşurken Erdoğan yeni bir programı danışmanlarıyla hazırlamış oluyor.

Tabii PKK-BDP hattındaki çatlama da çok önemli bir başka gelişme.

Leyla Zana’nın Hürriyet gazetesine verdiği demeçte “barışı Erdoğan’ın sağlayabileceğini, Erdoğan’ın yanında durmak gerektiğini” söylemesi yepyeni bir gündem yarattı.

Şerafettin Elçi Zana’nın açıklamalarını destekledi.

Ben de dâhil birçok insan bunu ümitli bir gelişme olarak gördük.

Önce BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bu konuşmaya karşı çıktı.

Ardından KCK dün bir bildiri yayınlayarak isim vermeden Zana’yı eleştirdi.

Böylece o cenahın da çatladığı ortaya çıktı.

AKP, Cemaat ve PKK, bu toplumun gidişatında çok önemli yerlere sahip kurumlar.

Bu kurumlar yakın zamanlara kadar “tek sesle” konuşuyorlardı, şimdi çoksesliliğe geçiyorlar.

Türkiye çok hızlı kıpırdıyor, bildik laflarla bu harekete uyum sağlanamıyor artık, “yeni” laflar gerekiyor.

Bu yeni “lafları” ararken de kendi içlerinde “farklı” öneriler oluşuyor.

Cemaat’in içinde Başbakan’la “ne olursa olsun” iyi geçinmek isteyenlerle, “bazı” şartlarda iyi geçinmek isteyenler farklılaşıyor, AKP’nin içinde toplumsal bir huzur arayanlarla Erdoğan’ı memnun etmek isteyenler farklılaşıyor, PKK’nın içinde silahların artık susması gerektiğine inananlarla silahların susmasının aleyhlerine olacağını düşünenler farklılaşıyor.

Bölünmeler ve yeni çatışmalar çıkıyor ortaya.

Türkiye’nin eski kurumları, yeni şartların imtihanından geçiyor.

Bence bu da çok kötü bir şey değil, hep eskiye takılıp eskiyi tekrarlamaktansa, yeni çelişkileri ve yeni çözüm tartışmalarını yaşamak daha evladır gibi geliyor bana.

Ahmet Altan/ TARAF