BAŞBAKAN ERDOĞAN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ''ALÇAKLIK'' İLAN ETTİ!
Başbakan Erdoğan'ın Wikileaks belgelerini manşetlere taşıyanlara yönelttiği sert eleştiri sonunda Erdoğan'ın "Hasan Abi"sini bile çileden çıkarttı.
Basın özgürlüğü ve alçaklık!
Wikileaks’in iç politikamızın kapısını eninde sonunda çalacağı bekleniyordu ama bu kadar çabuk değil.
İktidar kanadında galiba depremle birlikte suskunluk benimsenmişti.
Başbakan Erdoğan, bu yüzden olacak, “Hele önce eteklerindeki taşlar bir dökülsün” diyerek herhangi bir yorum yapmadan bekleyeceklerini ima etmişti.
Ama olmadı.
Bekleyemediler.
CHP ile basın “İsviçre’deki banka hesapları”nın üstünde zıplamaya başlayınca Erdoğan duramadı.
Fazla şaşırtıcı olmayan malum üslubuyla karşı saldırıya geçti. Ve manşet çekenleri ‘alçaklık’la suçlayacak kadar da ileri gitti.
Şimdi soğukkanlı düşünelim.
Erdoğan’la partisine herhangi bir sempati beslemediği çok iyi bilinen bir Amerikan sefiri, daha çok dedikodu niteliği taşıyan, kolay itibar edilemeyecek bir iddiayı Ankara’dan Washington’a bildirmiş...
Şimdi bu iddia ortalıkta.
Haber mi?..
Elbette haber.
Öyle olduğu için de içte ve dışta medyanın gündeminde yer aldı.
Kimi büyüttü haberi.
Kimi büyütmeden kullandı.
Kimi de nedense görmedi.
Olabilir.
Ben gazete yönetiyor olsam, ne yapardım?
İddiayı fazla ciddiye almaz, büyütmezdim. Ama mutlaka birinci sayfaya görünür biçimde koyar, muhatabı olan Başbakan Erdoğan’ın tepkisini de aynı ölçüler içinde yayımlardım.
Ama kriterler farklıdır.
Herkesin bir yoğurt yiyişi vardır. Demokratik düzende bunları eleştirebilirsiniz ama karışamazsınız.
Hele bir Başbakan olarak, sizinle ilgili temelsiz bir iddiayı sürmanşete çekenleri ‘alçaklık’la suçlamak hiç yakışık almaz.
Öte yandan, bu gibi durumlarda muhalefet genellikle ‘muhalefetliği’ni yapar. Konuyu şurasından burasından öyle ya da böyle kaşır.
Bu da vardır demokrasilerde.
Unutmayın, demokrasinin hangi sınıf demokrasi olduğunu belirleyen kriter, iktidardan çok muhalefetin özgürlük çıtasıyla ilgilidir.
Muhalefet bazen ölçüyü kaçırabilir.
Bu da çok yaşanır.
Özellikle Türkiye’de...
Bunun bedelinin ödeneceği yer ise seçim sandığıdır.
Yeri gelmişken belirtmekte yarar olabilir. Wikileaks dolayısıyla bazı CHP sözcüleri tepkilerinde ayarsızlık halindeler.
Ölçüyü kaçıranlar var.
Böyle giderse, bu muhalefet anlayışı seçim sandığında ters tepebilir.
Wikileaks depremi kaçınılmaz olarak ya da beklendiği gibi bir konuyu daha gündeme getirdi:
Basın özgürlüğü.
Özgürlüğün sınırları nedir? Ulusal çıkar, ulusal güvenlik nerede başlar, basın özgürlüğü nerede biter?
Bu sınır meselesi kendimi gazeteci olarak bildim bileli hep tartışılmıştır. Tartışılmaya da devam edecektir.
İktidar ve güç sahipleri bu sınırı mümkün olabildiğince geniş çizmeye gayret ederler.
Bizler, gazeteci milleti ise bunun tam tersini yapmaya, sınırları mümkün olabildiğince dar ve belirgin, somut olarak saptamaya çalışırız.
Bu bir demokrasi ve özgürlük kavgasıdır. Türkiye’de de bu mücadele yaşandı, yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek.
Ama bu yaşanırken ölçü kaçmasın. Birbirimize ne kadar kızarsak kızalım, üslubumuza serinkanlı bir seviye hâkim olsun.
Önemli olan bu.
Başarabildiğimiz ölçüde hepimiz rahat ederiz. Siyaset de zamanla kutuplaşmadan kurtulur, normal rayına oturur.
Orhan Miroğlu için...
Bu yakınlarda, değerli bir Kürt aydını ve yazar Orhan Miroğlu tehdit edildi. PKK’nin silahlı kanadı olan HPG’nin internet sitesinde çıkan bir yazıda Miroğlu hedef alınarak, “Böyle giderse kırmızı kalemle çekilen bir çizgi devreye girer! Miroğlu da, mortoğlu olur bu toprakların tarihinde!” denildi.
Kısacası, ölümle tehdit edildi sevgili Miroğlu. Bazı Türk ve Kürt aydınları ise dün yayınladıkları bir bildiriyle, haklı olarak Miroğlu’nun yanında yer aldılar barış adına:
“Yazar Orhan Miroğlu’nun hedef gösterilmesini kınıyor; farklı düşüneni ve eleştirel düşünceyi zorla, silahla susturmaya çalışan zihniyetlerin karşısında olduğumuzu bildiriyor; özgürlüklerden yana bütün güçleri, barış çabalarını da güçleştiren bu tür tehditlere karşı tavır almaya çağırıyoruz.”
Hasan CEMAL / MİLLİYET
Wikileaks’in iç politikamızın kapısını eninde sonunda çalacağı bekleniyordu ama bu kadar çabuk değil.
İktidar kanadında galiba depremle birlikte suskunluk benimsenmişti.
Başbakan Erdoğan, bu yüzden olacak, “Hele önce eteklerindeki taşlar bir dökülsün” diyerek herhangi bir yorum yapmadan bekleyeceklerini ima etmişti.
Ama olmadı.
Bekleyemediler.
CHP ile basın “İsviçre’deki banka hesapları”nın üstünde zıplamaya başlayınca Erdoğan duramadı.
Fazla şaşırtıcı olmayan malum üslubuyla karşı saldırıya geçti. Ve manşet çekenleri ‘alçaklık’la suçlayacak kadar da ileri gitti.
Şimdi soğukkanlı düşünelim.
Erdoğan’la partisine herhangi bir sempati beslemediği çok iyi bilinen bir Amerikan sefiri, daha çok dedikodu niteliği taşıyan, kolay itibar edilemeyecek bir iddiayı Ankara’dan Washington’a bildirmiş...
Şimdi bu iddia ortalıkta.
Haber mi?..
Elbette haber.
Öyle olduğu için de içte ve dışta medyanın gündeminde yer aldı.
Kimi büyüttü haberi.
Kimi büyütmeden kullandı.
Kimi de nedense görmedi.
Olabilir.
Ben gazete yönetiyor olsam, ne yapardım?
İddiayı fazla ciddiye almaz, büyütmezdim. Ama mutlaka birinci sayfaya görünür biçimde koyar, muhatabı olan Başbakan Erdoğan’ın tepkisini de aynı ölçüler içinde yayımlardım.
Ama kriterler farklıdır.
Herkesin bir yoğurt yiyişi vardır. Demokratik düzende bunları eleştirebilirsiniz ama karışamazsınız.
Hele bir Başbakan olarak, sizinle ilgili temelsiz bir iddiayı sürmanşete çekenleri ‘alçaklık’la suçlamak hiç yakışık almaz.
Öte yandan, bu gibi durumlarda muhalefet genellikle ‘muhalefetliği’ni yapar. Konuyu şurasından burasından öyle ya da böyle kaşır.
Bu da vardır demokrasilerde.
Unutmayın, demokrasinin hangi sınıf demokrasi olduğunu belirleyen kriter, iktidardan çok muhalefetin özgürlük çıtasıyla ilgilidir.
Muhalefet bazen ölçüyü kaçırabilir.
Bu da çok yaşanır.
Özellikle Türkiye’de...
Bunun bedelinin ödeneceği yer ise seçim sandığıdır.
Yeri gelmişken belirtmekte yarar olabilir. Wikileaks dolayısıyla bazı CHP sözcüleri tepkilerinde ayarsızlık halindeler.
Ölçüyü kaçıranlar var.
Böyle giderse, bu muhalefet anlayışı seçim sandığında ters tepebilir.
Wikileaks depremi kaçınılmaz olarak ya da beklendiği gibi bir konuyu daha gündeme getirdi:
Basın özgürlüğü.
Özgürlüğün sınırları nedir? Ulusal çıkar, ulusal güvenlik nerede başlar, basın özgürlüğü nerede biter?
Bu sınır meselesi kendimi gazeteci olarak bildim bileli hep tartışılmıştır. Tartışılmaya da devam edecektir.
İktidar ve güç sahipleri bu sınırı mümkün olabildiğince geniş çizmeye gayret ederler.
Bizler, gazeteci milleti ise bunun tam tersini yapmaya, sınırları mümkün olabildiğince dar ve belirgin, somut olarak saptamaya çalışırız.
Bu bir demokrasi ve özgürlük kavgasıdır. Türkiye’de de bu mücadele yaşandı, yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek.
Ama bu yaşanırken ölçü kaçmasın. Birbirimize ne kadar kızarsak kızalım, üslubumuza serinkanlı bir seviye hâkim olsun.
Önemli olan bu.
Başarabildiğimiz ölçüde hepimiz rahat ederiz. Siyaset de zamanla kutuplaşmadan kurtulur, normal rayına oturur.
Orhan Miroğlu için...
Bu yakınlarda, değerli bir Kürt aydını ve yazar Orhan Miroğlu tehdit edildi. PKK’nin silahlı kanadı olan HPG’nin internet sitesinde çıkan bir yazıda Miroğlu hedef alınarak, “Böyle giderse kırmızı kalemle çekilen bir çizgi devreye girer! Miroğlu da, mortoğlu olur bu toprakların tarihinde!” denildi.
Kısacası, ölümle tehdit edildi sevgili Miroğlu. Bazı Türk ve Kürt aydınları ise dün yayınladıkları bir bildiriyle, haklı olarak Miroğlu’nun yanında yer aldılar barış adına:
“Yazar Orhan Miroğlu’nun hedef gösterilmesini kınıyor; farklı düşüneni ve eleştirel düşünceyi zorla, silahla susturmaya çalışan zihniyetlerin karşısında olduğumuzu bildiriyor; özgürlüklerden yana bütün güçleri, barış çabalarını da güçleştiren bu tür tehditlere karşı tavır almaya çağırıyoruz.”
Hasan CEMAL / MİLLİYET