''BAŞBAKAN BİR YAZARI İŞTEN ATTIRMAK İÇİN UĞRAŞIYOR VE HİÇ UTANMIYOR''
Taraf'ın tepe ismi Ahmet Altan, Başbakan'a yönelik sert eleştirilerinin yanına bugün Bahçeli'yi de ekledi
Savaş ve PKK
Filmlerde görürüz, kasırga yaklaşırken herkes evine koşar, kıymetli eşyalarını bodruma taşır, bodrumun kapılarını sağlamlaştırır, yiyecek stok eder sonra da rüzgâr evi yıkmadan içinden geçebilsin diye bütün pencerelerini açıp saklanır.
Ortadoğu’da bir kasırganın yaklaştığı görülüyor.
İsrail, İran’ın nükleer tesislerini vurmak istiyor.
“Biraz daha gecikmesi” hâlinde İran’ın atom bombası yapacağını iddia ederek savaş için siyasi ortamı hazırlıyor.
İsrail’in içinde de böyle bir savaşa ciddi muhalefet var ama İsrail hükümeti ürkütücü biçimde kararlı gözüküyor.
Amerika’nın İsrail’i ne kadar durdurmak istediğini, durdurmak isterse bunu yapıp yapamayacağını kimse bilmiyor, yaklaşan başkanlık seçimleri ve Amerika’daki Yahudi lobisinin gücü de belirsizliği iyice arttırıyor.
İran da karşı tehditleriyle İsrail’i caydırmaya uğraşıyor.
Muhtemel bir İsrail-İran savaşının sadece bu iki ülkenin arasında kalmayacağı, bütün Ortadoğu’ya yayılacağı, bölgede tam bir “kasırganın” yaşanacağını tahmin etmek zor değil.
Böyle bir savaş Amerika, Rusya ve Çin’i de içine çeker, bu üç devlet “açıkça ve resmen” olmasa da mutlaka savaşa bir şekilde bulaşmak zorunda kalırlar.
Türkiye böyle tehlikeli bir ihtimalin tam ortasında duruyor.
Ama hiç bir hazırlık yapmıyor.
Tam tersine, böyle bir kasırgada rüzgâr bizim evi temelinden sarssın diye ne gerekiyorsa o yapılıyor.
Pencereler sıkı sıkıya kapatılıyor, kapılar kilitleniyor.
Başbakan, bir yazarı işten attırmak için alenen uğraşıyor, bugüne dek görülmemiş bir işi pervasızca yapıyor, hiç çekinmiyor, hiç utanmıyor.
Bir cümle yüzünden yazar attırmak için patronlara haykırmanın ötesi yok.
Zaten bundan ötesi, İttihatçılar gibi muhalifleri köprü başında vurdurmak.
Süleyman Demirel’in “Milliyetçi Cephe’sini” hatırlatan bir dönemden geçiyoruz, AKP ile MHP’nin “zihinsel koalisyonu” gittikçe somutlaşıyor, işkenceciler terfi ettiriliyor, polisler yolda adam vuruyor, diğer polisler bunu alkışlayıp bu tür cinayetleri hiç çekinmeden açıkça yüreklendiriyor.
“Milliyetçi Sünni muhafazakârların” dışındaki herkes dışlanıyor, devlet herkese müdahale ediyor, ne yiyeceğine, ne içeceğine, nasıl ibadet edeceğine, çocuğunu nasıl yetiştireceğine, hatta çocuğunu nasıl doğuracağına bile karışıyor.
Diyanet bir “fetva” müessesi hâline getiriliyor.
Ülke, “milliyetçi Sünni muhafazakârlar” ve diğerleri olarak bölünüyor.
Kendi başına bile yeterince belayı davet eden baskıcı bir anlayış, bir de muhtemel bir kasırga yaklaşırken daha da tehlikeli oluyor.
Türkiye bu baskıyı çok fazla taşıyamaz, bir yerinden, bir şekilde mutlaka çatlar.
Buna eğer bir de büyük bir savaşın etkisi eklenirse Türkiye bir daha belini zor doğrultacağı maceralardan geçer.
Başbakan Erdoğan gerçeklerle bağını koparmış gibi davranıyor artık, ne olup bittiğini algılayabildiğini bile sanmıyorum.
AKP’yi ve Türkiye’yi yeniden sağlam bir zemine oturtmak, Başbakan’ı uyarmak “demokrat muhafazakârlara” düşüyor öncelikle.
Şu anda zaten bir Kürt savaşı yaşıyoruz, kendi içindeki bu savaşı durduramadan Türkiye ayaklarını sağlam basamayacak.
Savaşın kaderini “PKK yönetimine” endekslemenin bir anlamı yok, onların da Hüseyin Aygün’ü kaçırabilecek kadar akıldan koptuklarını düşünürsek, yapılacak iş öncelikle Kürt halkının haklarını teslim etmektir.
Asıl büyük tehlike PKK değil, asıl büyük tehlike PKK’nın savaşını birçok Kürdün nezdinde “meşru” kılan bu baskıcı ve adaletsiz siyasi iklimi sürdürmek.
Devletin üstüne düşeni yapmaması.
PKK’lılar tarafından kaçırılan Aygün “PKK’lı gençlerin” dağdan inmek istediklerini söyledi, herhâlde istiyorlar ama nasıl inecekler, şartları hiç değiştirmezseniz o “gençlerin” dağdan inmesi için gerekli zemini nasıl oluşturabilirsiniz?
Süratle bütün pencereleri açmalıyız.
Devlet PKK’dan önce Kürtlerle sorununu çözmek zorunda, güney sınırımızda iki tane de “Kürdistan” belirirken Türkiye’nin Kürtlerini “anadilde eğitim” gibi temel haklardan mahrum bırakmak sürebilir mi sanıyorsunuz?
Kürtlere zaten sahip olmaları gereken hakları verirken PKK’yla da görüşürsünüz ama Kürtlere hakkını vermeden PKK’yla anlaşsanız da bir işe yaramaz, başka PKK çıkar.
Devlet artık biraz geri çekilip bu ülkenin insanlarına bir alan açmalı, Kürtlere, Alevilere, demokratlara, solculara, gayrımüslümlere, şehirlilere özgürce yaşayabilecekleri ortamı sağlamalı.
“Erdoğan-Bahçeli” ikilisinin aklıyla bu ülke kendini böler.
Parçalara ayırır.
Bir savaş kasırgası da patlarsa bu parçalar bir daha biraraya gelemeyecek biçimde birbirinden öteye savrulur.
Elimizden geldiğince, yaşananların bela getireceğini bağırmaya uğraşıyoruz.
Tek dileğimiz, bu belanın yaşanmadan fark edilip önlenmesi.
Bütün çaba bunun için.
Ahmet ALTAN / TARAF
Filmlerde görürüz, kasırga yaklaşırken herkes evine koşar, kıymetli eşyalarını bodruma taşır, bodrumun kapılarını sağlamlaştırır, yiyecek stok eder sonra da rüzgâr evi yıkmadan içinden geçebilsin diye bütün pencerelerini açıp saklanır.
Ortadoğu’da bir kasırganın yaklaştığı görülüyor.
İsrail, İran’ın nükleer tesislerini vurmak istiyor.
“Biraz daha gecikmesi” hâlinde İran’ın atom bombası yapacağını iddia ederek savaş için siyasi ortamı hazırlıyor.
İsrail’in içinde de böyle bir savaşa ciddi muhalefet var ama İsrail hükümeti ürkütücü biçimde kararlı gözüküyor.
Amerika’nın İsrail’i ne kadar durdurmak istediğini, durdurmak isterse bunu yapıp yapamayacağını kimse bilmiyor, yaklaşan başkanlık seçimleri ve Amerika’daki Yahudi lobisinin gücü de belirsizliği iyice arttırıyor.
İran da karşı tehditleriyle İsrail’i caydırmaya uğraşıyor.
Muhtemel bir İsrail-İran savaşının sadece bu iki ülkenin arasında kalmayacağı, bütün Ortadoğu’ya yayılacağı, bölgede tam bir “kasırganın” yaşanacağını tahmin etmek zor değil.
Böyle bir savaş Amerika, Rusya ve Çin’i de içine çeker, bu üç devlet “açıkça ve resmen” olmasa da mutlaka savaşa bir şekilde bulaşmak zorunda kalırlar.
Türkiye böyle tehlikeli bir ihtimalin tam ortasında duruyor.
Ama hiç bir hazırlık yapmıyor.
Tam tersine, böyle bir kasırgada rüzgâr bizim evi temelinden sarssın diye ne gerekiyorsa o yapılıyor.
Pencereler sıkı sıkıya kapatılıyor, kapılar kilitleniyor.
Başbakan, bir yazarı işten attırmak için alenen uğraşıyor, bugüne dek görülmemiş bir işi pervasızca yapıyor, hiç çekinmiyor, hiç utanmıyor.
Bir cümle yüzünden yazar attırmak için patronlara haykırmanın ötesi yok.
Zaten bundan ötesi, İttihatçılar gibi muhalifleri köprü başında vurdurmak.
Süleyman Demirel’in “Milliyetçi Cephe’sini” hatırlatan bir dönemden geçiyoruz, AKP ile MHP’nin “zihinsel koalisyonu” gittikçe somutlaşıyor, işkenceciler terfi ettiriliyor, polisler yolda adam vuruyor, diğer polisler bunu alkışlayıp bu tür cinayetleri hiç çekinmeden açıkça yüreklendiriyor.
“Milliyetçi Sünni muhafazakârların” dışındaki herkes dışlanıyor, devlet herkese müdahale ediyor, ne yiyeceğine, ne içeceğine, nasıl ibadet edeceğine, çocuğunu nasıl yetiştireceğine, hatta çocuğunu nasıl doğuracağına bile karışıyor.
Diyanet bir “fetva” müessesi hâline getiriliyor.
Ülke, “milliyetçi Sünni muhafazakârlar” ve diğerleri olarak bölünüyor.
Kendi başına bile yeterince belayı davet eden baskıcı bir anlayış, bir de muhtemel bir kasırga yaklaşırken daha da tehlikeli oluyor.
Türkiye bu baskıyı çok fazla taşıyamaz, bir yerinden, bir şekilde mutlaka çatlar.
Buna eğer bir de büyük bir savaşın etkisi eklenirse Türkiye bir daha belini zor doğrultacağı maceralardan geçer.
Başbakan Erdoğan gerçeklerle bağını koparmış gibi davranıyor artık, ne olup bittiğini algılayabildiğini bile sanmıyorum.
AKP’yi ve Türkiye’yi yeniden sağlam bir zemine oturtmak, Başbakan’ı uyarmak “demokrat muhafazakârlara” düşüyor öncelikle.
Şu anda zaten bir Kürt savaşı yaşıyoruz, kendi içindeki bu savaşı durduramadan Türkiye ayaklarını sağlam basamayacak.
Savaşın kaderini “PKK yönetimine” endekslemenin bir anlamı yok, onların da Hüseyin Aygün’ü kaçırabilecek kadar akıldan koptuklarını düşünürsek, yapılacak iş öncelikle Kürt halkının haklarını teslim etmektir.
Asıl büyük tehlike PKK değil, asıl büyük tehlike PKK’nın savaşını birçok Kürdün nezdinde “meşru” kılan bu baskıcı ve adaletsiz siyasi iklimi sürdürmek.
Devletin üstüne düşeni yapmaması.
PKK’lılar tarafından kaçırılan Aygün “PKK’lı gençlerin” dağdan inmek istediklerini söyledi, herhâlde istiyorlar ama nasıl inecekler, şartları hiç değiştirmezseniz o “gençlerin” dağdan inmesi için gerekli zemini nasıl oluşturabilirsiniz?
Süratle bütün pencereleri açmalıyız.
Devlet PKK’dan önce Kürtlerle sorununu çözmek zorunda, güney sınırımızda iki tane de “Kürdistan” belirirken Türkiye’nin Kürtlerini “anadilde eğitim” gibi temel haklardan mahrum bırakmak sürebilir mi sanıyorsunuz?
Kürtlere zaten sahip olmaları gereken hakları verirken PKK’yla da görüşürsünüz ama Kürtlere hakkını vermeden PKK’yla anlaşsanız da bir işe yaramaz, başka PKK çıkar.
Devlet artık biraz geri çekilip bu ülkenin insanlarına bir alan açmalı, Kürtlere, Alevilere, demokratlara, solculara, gayrımüslümlere, şehirlilere özgürce yaşayabilecekleri ortamı sağlamalı.
“Erdoğan-Bahçeli” ikilisinin aklıyla bu ülke kendini böler.
Parçalara ayırır.
Bir savaş kasırgası da patlarsa bu parçalar bir daha biraraya gelemeyecek biçimde birbirinden öteye savrulur.
Elimizden geldiğince, yaşananların bela getireceğini bağırmaya uğraşıyoruz.
Tek dileğimiz, bu belanın yaşanmadan fark edilip önlenmesi.
Bütün çaba bunun için.
Ahmet ALTAN / TARAF