BAŞAK SAYAN'DAN YİĞİT BULUT'A ''KALLEŞLİK'' SUÇLAMASI!
Ahmet Hakan'ın sevgilisi oyuncu ve Akşam yazarı Başak Sayan, Yiğit Bulut'u neden vicdansızlıkla suçladı?
Yiğit Bulut’un vicdanı...
Bundan epey bir zaman önceydi. Bir gün menajerim aramış ve Fransız bir yapım şirketinin çekeceği sinema filmi için teklif aldığımı söylemişti.
Meraklanmıştım. Derken öğrendim ki Fransız vatandaşı bir Kürt yönetmen çekecekmiş filmi. Fransız bir yapım şirketi de finanse edecek...
Yönetmenin daha evvel çektiği film ile uluslararası birçok festivalde aldığı ödüller varmış. Üstelik yabancı oyuncu cast’ı da epey parlak. Her oyuncunun hayal edeceği cinsten... Dolayısıyla ilgimi çekti tabii ilk anda.
Senaryoyu istedik, yolladılar. Birkaç gün Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilmesini bekledim. Sonra bir heyecan okudum senaryoyu...
Fakat ve heyhat;
Senaryoyu okudukça içimde bir sıkıntı oluşmaya, kafam karışmaya başlamıştı.
Rol çok iyiydi esasında. Oynasam kesin bir-iki ödülü garantilemiştim ama...
Öyle bir rol önermişlerdi ki bana ’oynarsam ne Türkiye’de yaşayabilirim ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde’ dedim kendi kendime.
Canlandırmam istenen karakter bir Kürt’tü ve 12 Eylül sonrasında kaçak abisi yüzünden askerler tarafından evinden alınıp sorgulanıyor, sorgu sırasında da askerler tarafından tecavüze uğruyordu...
İşin ilginç yanı benim babam da eski askerdi. Kafam karıştı. Önce aileme, sonra çevremde güvendiğim bir-iki kişiye, ardından birkaç meslektaşıma danıştım ne cevap vereyim diye...
Niye düşünüyorsun diye sormayın, öyle bir oyuncu cast’ı ve prodüksiyon vardı ki önümde...
Bir gün uyanıyor ’ben bu rolü oynamam’ diyordum, ertesi gün ’oynamam mı gerekiyor acaba’ diye sorguluyordum.
Velhasıl bir gün bir arkadaşım şöyle dedi bana;
’Yahu delirdin mi? Nasıl oynarsın sen bu rolü? Bırak meslek aşkını falan, saçmalama. Şu an Yiğit Bulut’la karşı karşıya gelsen neler olacağını anlatır o sana.’
Şaşırdım tabii; ’Ne alaka Yiğit Bulut?’ diye sordum anında.
Arkadaşım sıkı MHP’liydi. Bir övgüyle konuşmaya başladı ki ondan, sormayın.
’İyi ulusalcılardan biridir o. Sıkı adamdır. Anlatırdı sana başına nasıl bir çorap örmekte olduğunu bir güzel’ dedi. Ardından da ’MHP’nin başına gelecek olan kişi gelecekte odur, görürsün’ demesin mi?
Güldüm. ’Yahu ben anlamam böyle işlerden. Bana ne’ deyip geçtim.
Dedim demesine ama aklımda da Yiğit Bulut hep öyle, arkadaşımın anlattığı gibi kalmıştı.
Derken geldik bugünlere...
O ulusalcı, sıkı MHP’li denilen adam bir anda Tayyip Erdoğan’ın alkışçısı biri haline dönüştü. Başbakan’ı konuk ettiği programlarda eğildi büküldü karşısında...
Gittikçe polis devleti haline gelirken; ülkede sivil dikta çığlıkları atılırken; basın üzerinde baskı bu kadar aleniyken; dahası sansürün dışında otosansür uygulanmak zorunda kalınıyorken; gazeteciler hackerlar tarafından yollanan şüpheli dosyalar yüzünden içeri tıkılıyorken; suçlarının ne olduğu belli olmayan bir yığın bilim adamı, aydın kişi içeride yargılanacağı günü bekliyorken ’durun bir dakika’ deyip yumruğunu masaya vuracağına, uyduruk bir nedenle gözaltına alınıp sözüm ona gözdağı verilen meslektaşı ile alay etmeyi tercih ediyordu.
Bir gazetecinin bir gazeteciye yapabileceği kalleşliğin son noktasıydı bu.
’Bu bir polis terörüdür’ diyeceğine...
’İleri demokrasi diyordunuz beyler, bu mudur ileri demokrasi’ diye soracağına...
’Teknoloji çağında bu nasıl bir uyduruk bahanedir’ diye bağıracağına...
’Özgürlükler’ diye haykıracağına...
Bel altı vurmayı tercih etti... Ohh olsun dedi... Ağladı dedi... Korktu dedi...
Kendisini koymadı karşısındakinin yerine.
Bir gece sabaha karşı uyduruk bir nedenle emniyete çekilmenin ne demek olduğunu anlayamadı.
Eğer;
’Düşmanım da olsa hiçbir gazeteci, hiçbir vatandaş böyle bir muameleyi bu çağda hak etmez’ deseydi;
İşte o zaman bana çok eskiden anlatılan ’Yiğit Bulut’ olur, Başbakan’ın karşısında eğilip bükülmesinin yarattığı kötü şöhret hafiflerdi.
Eğer;
’Nerede demokrasi’ diye yumruğunu masaya indirseydi,
İşte o zaman çok ’Yiğit’ bir adam olurdu benim gözümde...
Başak SAYAN / www.aksam.com.tr
Bundan epey bir zaman önceydi. Bir gün menajerim aramış ve Fransız bir yapım şirketinin çekeceği sinema filmi için teklif aldığımı söylemişti.
Meraklanmıştım. Derken öğrendim ki Fransız vatandaşı bir Kürt yönetmen çekecekmiş filmi. Fransız bir yapım şirketi de finanse edecek...
Yönetmenin daha evvel çektiği film ile uluslararası birçok festivalde aldığı ödüller varmış. Üstelik yabancı oyuncu cast’ı da epey parlak. Her oyuncunun hayal edeceği cinsten... Dolayısıyla ilgimi çekti tabii ilk anda.
Senaryoyu istedik, yolladılar. Birkaç gün Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilmesini bekledim. Sonra bir heyecan okudum senaryoyu...
Fakat ve heyhat;
Senaryoyu okudukça içimde bir sıkıntı oluşmaya, kafam karışmaya başlamıştı.
Rol çok iyiydi esasında. Oynasam kesin bir-iki ödülü garantilemiştim ama...
Öyle bir rol önermişlerdi ki bana ’oynarsam ne Türkiye’de yaşayabilirim ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde’ dedim kendi kendime.
Canlandırmam istenen karakter bir Kürt’tü ve 12 Eylül sonrasında kaçak abisi yüzünden askerler tarafından evinden alınıp sorgulanıyor, sorgu sırasında da askerler tarafından tecavüze uğruyordu...
İşin ilginç yanı benim babam da eski askerdi. Kafam karıştı. Önce aileme, sonra çevremde güvendiğim bir-iki kişiye, ardından birkaç meslektaşıma danıştım ne cevap vereyim diye...
Niye düşünüyorsun diye sormayın, öyle bir oyuncu cast’ı ve prodüksiyon vardı ki önümde...
Bir gün uyanıyor ’ben bu rolü oynamam’ diyordum, ertesi gün ’oynamam mı gerekiyor acaba’ diye sorguluyordum.
Velhasıl bir gün bir arkadaşım şöyle dedi bana;
’Yahu delirdin mi? Nasıl oynarsın sen bu rolü? Bırak meslek aşkını falan, saçmalama. Şu an Yiğit Bulut’la karşı karşıya gelsen neler olacağını anlatır o sana.’
Şaşırdım tabii; ’Ne alaka Yiğit Bulut?’ diye sordum anında.
Arkadaşım sıkı MHP’liydi. Bir övgüyle konuşmaya başladı ki ondan, sormayın.
’İyi ulusalcılardan biridir o. Sıkı adamdır. Anlatırdı sana başına nasıl bir çorap örmekte olduğunu bir güzel’ dedi. Ardından da ’MHP’nin başına gelecek olan kişi gelecekte odur, görürsün’ demesin mi?
Güldüm. ’Yahu ben anlamam böyle işlerden. Bana ne’ deyip geçtim.
Dedim demesine ama aklımda da Yiğit Bulut hep öyle, arkadaşımın anlattığı gibi kalmıştı.
Derken geldik bugünlere...
O ulusalcı, sıkı MHP’li denilen adam bir anda Tayyip Erdoğan’ın alkışçısı biri haline dönüştü. Başbakan’ı konuk ettiği programlarda eğildi büküldü karşısında...
Gittikçe polis devleti haline gelirken; ülkede sivil dikta çığlıkları atılırken; basın üzerinde baskı bu kadar aleniyken; dahası sansürün dışında otosansür uygulanmak zorunda kalınıyorken; gazeteciler hackerlar tarafından yollanan şüpheli dosyalar yüzünden içeri tıkılıyorken; suçlarının ne olduğu belli olmayan bir yığın bilim adamı, aydın kişi içeride yargılanacağı günü bekliyorken ’durun bir dakika’ deyip yumruğunu masaya vuracağına, uyduruk bir nedenle gözaltına alınıp sözüm ona gözdağı verilen meslektaşı ile alay etmeyi tercih ediyordu.
Bir gazetecinin bir gazeteciye yapabileceği kalleşliğin son noktasıydı bu.
’Bu bir polis terörüdür’ diyeceğine...
’İleri demokrasi diyordunuz beyler, bu mudur ileri demokrasi’ diye soracağına...
’Teknoloji çağında bu nasıl bir uyduruk bahanedir’ diye bağıracağına...
’Özgürlükler’ diye haykıracağına...
Bel altı vurmayı tercih etti... Ohh olsun dedi... Ağladı dedi... Korktu dedi...
Kendisini koymadı karşısındakinin yerine.
Bir gece sabaha karşı uyduruk bir nedenle emniyete çekilmenin ne demek olduğunu anlayamadı.
Eğer;
’Düşmanım da olsa hiçbir gazeteci, hiçbir vatandaş böyle bir muameleyi bu çağda hak etmez’ deseydi;
İşte o zaman bana çok eskiden anlatılan ’Yiğit Bulut’ olur, Başbakan’ın karşısında eğilip bükülmesinin yarattığı kötü şöhret hafiflerdi.
Eğer;
’Nerede demokrasi’ diye yumruğunu masaya indirseydi,
İşte o zaman çok ’Yiğit’ bir adam olurdu benim gözümde...
Başak SAYAN / www.aksam.com.tr