BARANSU'NUN MUHAFAZAKAR MİT'Çİ DEDİĞİ KİŞİ AKİF BEKİ Mİ?
Mehmet Baransu, muhafazakar ve iktidara yakın diyerek bir gazeteciyi MİT'çi ilan ediyor. Peki o gazeteci Akif Beki mi?
Taraf muhabiri Mehmet Baransu şoke bir iddiada bulunuyor ve iktidara yakın olan bir gazeteciyi "MİT’çi olmakla" suçluyor. İddiasını soyutta bırakmıyor ve somut tanımlamalar da yapıyor;
" Onlar da iktidarın gazetecileri. İçlerinden bazıları da MİT’çiler. Bugünlerde kendisini “İslamcı”, “muhafazakâr”, “dindar” olarak tarif ediyorlar. Hükümete yakın isimler..."
Peki Mehmet Baransu’nun "MUHAFAZAKAR MİT"çi suçlamasına yönelttiği gazeteciler ya da gazeteci kim?
BARANSU’YA "SERVİSCİ GAZETECİ" MUAMELESİ ÇEKTİ
Bu açıklamalar Radikal’de geçen hafta çıkan bir yazıyı işaret ediyor. Perşembe günü yayınlanan o yazı başlığı"Kahramanlaşmak isteyen gazeteciler." Bu yazısnın sahibi ise "iktidara yakın olan muhafazakar" camianın etkin ismi olan Akif Beki.
Akif Beki o yazıda Mehmet Baransu’ya sert vuruyor ve "kahraman gazeteci olma sevdasında" yorumunda bulunuyor. Akif Beki daha ileri giderek, Mehmet Baransu’yu "servis edilen belgeleri" yayınladığı için iktidarı kendisine borçlu görmekle itham ediyor.
BARANSU BU YAZININ İNTİKAMINI MI ALDI?
Akif Beki’nin yazısı zehir zemberek bir lisanla kaleme alınmıştı. Mehmet Baransu’yu öfkeden delirtmeye yetecek tüm materyaller vardı. Haliyle bu yazıyı hatırlayınca Baransu’nun bugünkü yazısını "intikam" atışı olarak algıladık. Tereddüt etmemizin tek sebebi var o da;
MİT’çi yaftasının o yazı için fazlasıyla ağır bir suçlama olması ve fazlasıyla çirkin kaçmış bulunması...
İŞTE AKİF BEKİ’NİN 05/01/2012’DE RADİKAL GAZETESİ’NDE YAYINLANAN O YAZISI...
Akif Beki/Radikal
Kahramanlaşmak isteyen gazeteciler
Taraf olan meslektaşların da iktidarla neyin kavgasına tutuştuklarını bildiklerinden şüpheliyim.
Gazeteci, iktidara politika dayatır mı?
Dediklerine harfiyen uymazsa beğenmediği politikaları eleştirmekle yetinmeyip saldırganlaşır mı? Söz düellosuna tutuşup bilek güreştirir mi? Siyasetçiyi, sahiplendiği devlet kurumlarının foyasını ortaya çıkarmakla tehdit eder mi? “Ben sana gününü gösteririm” der mi?
Bildiği ne varsa zaten yazmakla mükelleftir gazeteci. O bilgiyi siyasi tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanmak, iktidar politikalarını rehin almaya teşebbüs gazetecinin ne hakkı ne de haddi.
İddiasında diretmek değil dayatmaktan söz ediyorum. Gerçi iktidarın gazetecilere karşı tutturduğu dil de çok sorunlu olabiliyor. Fakat medya-iktidar ilişkilerinin kapsamına sığmayan başka bir sorun var hızını alamayan gazetecilerde. Son sürat çarpışıyorlar. ‘Kahramanlaşmak isteyen gazeteciler sendromu’na yakalanmış gibiler.
Acaba o yüzden mi meslek ölçütleriyle açıklanamaz bir tutum içindeler? Kendilerince vaktiyle destek vermiş olmaları izah edebilir mi iktidarın tepesine çıkmalarını? Gazeteci, cuntacılara karşı demokrasiden yana tavır aldığı için seçilmiş iktidarı borçlandırıp başına kakabilir mi bu iyiliği?
Boylarından büyük laflar etmeyi kendilerine hak görüyorlar bir kere. “Ergenekon davası belgelerini çuvalla teslim alıp pehlivan tefrikası gibi yayımlarken iyiydik, şimdi kötü mü olduk” diye düşünüyorlar. Düşünmekle kalmıyorlar, alenen yazıp söylüyorlar bir de.
Babalarının hayrına değil yani demokratik düzene yönelen tehlikeleri güya savuşturmaya yardım etmiş olmaları. Darbecileri karanlık planlarıyla deşifre edenler, araçsallaştırdıkları gazeteciler üzerinden diyet borcu mu çıkarıyor siyasete? Her iyiliğin bir bedeli var ve şimdi tahsilat zamanı mı?
Sinemalarda ‘İntikamın Bedeli’ adıyla oynayan filmi hatırlatıyor olanlar. Nicolas Cage’in canlandırdığı Will karakteri, tecavüz kurbanı bir kadının kocasıdır. Hastanede beklerken yanına bir adam gelir ve ona bir iyilik teklif eder. Adaleti derhal yerine getirmek gibi cazip bir iyilik...
Will, bu iyiliği kabul edip etmemekte tereddüt geçirir önce. Ama düşünmek için fazla zamanı yoktur, çabucak karar vermesi gerekmektedir. Kendisine yapılacak iyiliğin bedelini sorar adama. Günün birinde ondan da küçük bir iyilik yapmasını isteyebileceklerini söyler. İyiliğe karşılık iyilik, o kadar.
Will, zayıflığına yenilir ve şehri kötülerden temizlemek için örgütlenmiş bu iyi adamlar çetesinin teklifini kabul eder. Tecavüzcü cezasını bulur fakat Will için de sonun başlangıcı olur bu. Ödeşme günü gelecektir.
Azılı bir suç teşkilatına alet olmaktan kaçınsa da Will’in başı büyük derttedir. Kimsede alacağı kalmayan adamlara borçlanmıştır çünkü. Ondan sözünü onurlandırmasını isterler. Gördüğü iyilik gibi yapması beklenen iyilik de masum bir jestten ibaret değildir...
Koskoca komplolar, küçücük hava deliklerinden enjekte ediliyor ortama. Basit bir gerçeğin tarumar edeceği koca koca komplolar. Siyasi atmosferi zehirliyor birileri.
Uluderelilerin mutat olarak 3’er-5’erli gruplar halinde kaçağa çıktığı bilgisi doğruysa çöktü mü bir teori?
Her akşam 50’şerli kafilelerin 1’erli kol düzeninde katırlarla yürüyüş eyledikleri yanlışsa çöktü mü diğeri?
Biri çürüdüğünde diğer versiyon tedavüle sokulabiliyorsa çöktü mü bir başkası?
Askerdeki istihbaratın tek kaynağı MİT değilse, kasten yanlış yönlendirme olmamışsa, bityeniği yoksa, karakollar kaçakçı geçişinden habersizse, terör örgütü doğan kafa karışıklığından besleniyor ama olayda da bir dahli bulunmuyorsa göçüp gitti mi gerisi?
Elde bir büyük facia ve sayısız rivayet var... Kulağa fısıldanan senaryolar birbirini çürütüyor ve MİT’i kötü göstermekten öteye geçmiyorsa bir kurt daha düştü mü akla?
Bu kadar fasaryayı çekmez bu sıklet.
İş olsun diye de konuşulmuyor. Açık etmedikleri bir dertleri olduğu kesin fakat ne tür bir iyilik istediklerini bilmiyoruz.
Taraf olan meslektaşların da iktidarla neyin kavgasına tutuştuklarını bildiklerinden şüpheliyim. Kahramanlaşma arzusunu tatmin etmek yetiyor onlara. Ya gerisi?
" Onlar da iktidarın gazetecileri. İçlerinden bazıları da MİT’çiler. Bugünlerde kendisini “İslamcı”, “muhafazakâr”, “dindar” olarak tarif ediyorlar. Hükümete yakın isimler..."
Peki Mehmet Baransu’nun "MUHAFAZAKAR MİT"çi suçlamasına yönelttiği gazeteciler ya da gazeteci kim?
BARANSU’YA "SERVİSCİ GAZETECİ" MUAMELESİ ÇEKTİ
Bu açıklamalar Radikal’de geçen hafta çıkan bir yazıyı işaret ediyor. Perşembe günü yayınlanan o yazı başlığı"Kahramanlaşmak isteyen gazeteciler." Bu yazısnın sahibi ise "iktidara yakın olan muhafazakar" camianın etkin ismi olan Akif Beki.
Akif Beki o yazıda Mehmet Baransu’ya sert vuruyor ve "kahraman gazeteci olma sevdasında" yorumunda bulunuyor. Akif Beki daha ileri giderek, Mehmet Baransu’yu "servis edilen belgeleri" yayınladığı için iktidarı kendisine borçlu görmekle itham ediyor.
BARANSU BU YAZININ İNTİKAMINI MI ALDI?
Akif Beki’nin yazısı zehir zemberek bir lisanla kaleme alınmıştı. Mehmet Baransu’yu öfkeden delirtmeye yetecek tüm materyaller vardı. Haliyle bu yazıyı hatırlayınca Baransu’nun bugünkü yazısını "intikam" atışı olarak algıladık. Tereddüt etmemizin tek sebebi var o da;
MİT’çi yaftasının o yazı için fazlasıyla ağır bir suçlama olması ve fazlasıyla çirkin kaçmış bulunması...
İŞTE AKİF BEKİ’NİN 05/01/2012’DE RADİKAL GAZETESİ’NDE YAYINLANAN O YAZISI...
Akif Beki/Radikal
Kahramanlaşmak isteyen gazeteciler
Taraf olan meslektaşların da iktidarla neyin kavgasına tutuştuklarını bildiklerinden şüpheliyim.
Gazeteci, iktidara politika dayatır mı?
Dediklerine harfiyen uymazsa beğenmediği politikaları eleştirmekle yetinmeyip saldırganlaşır mı? Söz düellosuna tutuşup bilek güreştirir mi? Siyasetçiyi, sahiplendiği devlet kurumlarının foyasını ortaya çıkarmakla tehdit eder mi? “Ben sana gününü gösteririm” der mi?
Bildiği ne varsa zaten yazmakla mükelleftir gazeteci. O bilgiyi siyasi tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanmak, iktidar politikalarını rehin almaya teşebbüs gazetecinin ne hakkı ne de haddi.
İddiasında diretmek değil dayatmaktan söz ediyorum. Gerçi iktidarın gazetecilere karşı tutturduğu dil de çok sorunlu olabiliyor. Fakat medya-iktidar ilişkilerinin kapsamına sığmayan başka bir sorun var hızını alamayan gazetecilerde. Son sürat çarpışıyorlar. ‘Kahramanlaşmak isteyen gazeteciler sendromu’na yakalanmış gibiler.
Acaba o yüzden mi meslek ölçütleriyle açıklanamaz bir tutum içindeler? Kendilerince vaktiyle destek vermiş olmaları izah edebilir mi iktidarın tepesine çıkmalarını? Gazeteci, cuntacılara karşı demokrasiden yana tavır aldığı için seçilmiş iktidarı borçlandırıp başına kakabilir mi bu iyiliği?
Boylarından büyük laflar etmeyi kendilerine hak görüyorlar bir kere. “Ergenekon davası belgelerini çuvalla teslim alıp pehlivan tefrikası gibi yayımlarken iyiydik, şimdi kötü mü olduk” diye düşünüyorlar. Düşünmekle kalmıyorlar, alenen yazıp söylüyorlar bir de.
Babalarının hayrına değil yani demokratik düzene yönelen tehlikeleri güya savuşturmaya yardım etmiş olmaları. Darbecileri karanlık planlarıyla deşifre edenler, araçsallaştırdıkları gazeteciler üzerinden diyet borcu mu çıkarıyor siyasete? Her iyiliğin bir bedeli var ve şimdi tahsilat zamanı mı?
Sinemalarda ‘İntikamın Bedeli’ adıyla oynayan filmi hatırlatıyor olanlar. Nicolas Cage’in canlandırdığı Will karakteri, tecavüz kurbanı bir kadının kocasıdır. Hastanede beklerken yanına bir adam gelir ve ona bir iyilik teklif eder. Adaleti derhal yerine getirmek gibi cazip bir iyilik...
Will, bu iyiliği kabul edip etmemekte tereddüt geçirir önce. Ama düşünmek için fazla zamanı yoktur, çabucak karar vermesi gerekmektedir. Kendisine yapılacak iyiliğin bedelini sorar adama. Günün birinde ondan da küçük bir iyilik yapmasını isteyebileceklerini söyler. İyiliğe karşılık iyilik, o kadar.
Will, zayıflığına yenilir ve şehri kötülerden temizlemek için örgütlenmiş bu iyi adamlar çetesinin teklifini kabul eder. Tecavüzcü cezasını bulur fakat Will için de sonun başlangıcı olur bu. Ödeşme günü gelecektir.
Azılı bir suç teşkilatına alet olmaktan kaçınsa da Will’in başı büyük derttedir. Kimsede alacağı kalmayan adamlara borçlanmıştır çünkü. Ondan sözünü onurlandırmasını isterler. Gördüğü iyilik gibi yapması beklenen iyilik de masum bir jestten ibaret değildir...
Koskoca komplolar, küçücük hava deliklerinden enjekte ediliyor ortama. Basit bir gerçeğin tarumar edeceği koca koca komplolar. Siyasi atmosferi zehirliyor birileri.
Uluderelilerin mutat olarak 3’er-5’erli gruplar halinde kaçağa çıktığı bilgisi doğruysa çöktü mü bir teori?
Her akşam 50’şerli kafilelerin 1’erli kol düzeninde katırlarla yürüyüş eyledikleri yanlışsa çöktü mü diğeri?
Biri çürüdüğünde diğer versiyon tedavüle sokulabiliyorsa çöktü mü bir başkası?
Askerdeki istihbaratın tek kaynağı MİT değilse, kasten yanlış yönlendirme olmamışsa, bityeniği yoksa, karakollar kaçakçı geçişinden habersizse, terör örgütü doğan kafa karışıklığından besleniyor ama olayda da bir dahli bulunmuyorsa göçüp gitti mi gerisi?
Elde bir büyük facia ve sayısız rivayet var... Kulağa fısıldanan senaryolar birbirini çürütüyor ve MİT’i kötü göstermekten öteye geçmiyorsa bir kurt daha düştü mü akla?
Bu kadar fasaryayı çekmez bu sıklet.
İş olsun diye de konuşulmuyor. Açık etmedikleri bir dertleri olduğu kesin fakat ne tür bir iyilik istediklerini bilmiyoruz.
Taraf olan meslektaşların da iktidarla neyin kavgasına tutuştuklarını bildiklerinden şüpheliyim. Kahramanlaşma arzusunu tatmin etmek yetiyor onlara. Ya gerisi?