BANU "ÖZ"GÜVEN; "NASIL GÖRÜNDÜĞÜMÜ HİÇ ÖNEMSEMİYORUM!"
NTV'nin tecrübeli spikeri Banu Güven'den özgüveni oldukça yüksek açıklamalar!
Banu Güven, NTV kanalında, düz fönü, abartısız makyajı ve kararlı ses tonuyla soru soruyor, haber sunuyor.
Ekranda sunduğu programlar kadar görünümüyle de tam not alıyor. Kadınlığın abartılmasına da bunun kompleks yapılmasına da karşı. Bugünlerde 'Banu Güven'le Artı' adında yeni bir programa başladı. Güven, Yeni Şafak'tan Kübra ve Büşra Sönmezışık kardeşlere konuştu.
Köklerinizin Köprülüler'e uzanması hayatınıza bir ayrıcalık kattı mı?
Sadece küçüklüğümde resimli tarih kitaplarına daha fazla ilgi duydum. Bütün Köprülü Vezirler'in hayatlarını ve iktidar dönemlerini okurken Osmanlı tarihine dair bir şeyler öğrendim. Ama sorduğunuz oysa, bunun bana herhangi sınıfsal bir ayrıcalık veya maddi getirisi olmadı.
Bu 'özel' durum evin içinde vurgulanıyor muydu?
Vurgulandığını hatırlamıyorum. Abartılan bir durum değildi. İnsanın kökenlerine dair bilgi sahibi olmasının sadece bilgi olarak bir değeri var. Benim için çok değerli olan başka bir şey; anne tarafımdan büyük dedemin Beşiktaş Futbol Kulübü'nün kurucularından ve başkanlarından Ziya Karamürsel olmasıdır. Dedem 'Beşiktaş'ın Babası' olarak tanımlanan o da hatırı sayılır başkanlarından Abdülkadir Karamürsel. Bu da benim için önemli.
Geçmişe dair izler var mı?
Dedem Abdülkadir Karamürsel'in lakabını taşıyan bir sokak var Akaretler'de. Baba Efendi Sokak. Oradan geçerken dedeyi hatırlamak güzel. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın etrafında büyüdüm, o divanhaneye çocukken girdim bütün süslemelerini, şadırvanını gördüm. Boğazın en güzel ve en eski yapısıyla da bağ sahibi olmak da güzel.
Siyasete ve habere merakınız ailenizle ne kadar ilgili?
Büyüdüğüm ortam... Eğer evde gazete okunuyorsa ona yabancı olmuyorsunuz. Kendi sözünüzü söylemek, izlenimlerinizi aktarmak dünyanıza dair bir şeyleri anlatmak ihtiyacınız oluşuyor. Bütün bu ihtiyaçların sonucunda da lise yıllarımda okul gazetesinde çalıştım. İçinde röportajlar da, köşe yazıları da olurdu. A4 boyutunda kağıtlara daktiloyla yazıp, daha sonra tashihlerini tipeksle yapıp fotokopiyle çoğaltırdık.
İki kuzeniniz de gazeteci, aynı dönemlerde mi başladınız?
Tam bilemiyorum. Ben 1987'de liseden mezun olur olmaz gazeteciliğe başladım. Mehveş (Evin) benden biraz sonra başladı sanırım. Ayşe Aydın ise Vatan'da röportajlar yapıyor. Ayşe'nin ayrıca yeğenlerimi anlattığı Ayşe'nin İkizleri adında da bir köşesi vardı. Mehveş Milliyet'te şimdi.
Hiç biraraya geliyor musunuz?
Geliyoruz. Mehveş, baba tarafımdan; Ayşe anne tarafından kuzenim. Vatan Gazetesi'nde yolları kesişti. Şimdi onlar birbirleriyle daha sık görüşebiliyorlar, buluşup bana "ne haber" diyorlar. (Gülüşmeler)
Medyada akrabalarınızın olması bir güç mü?
Valla o hissiyatla yaşayan insanlar değiliz. Herkes sonuçta kendi hayatında yaptığı tercihle işinin başında. Bir araya geldiğimizde iş konuşmayız. Gazeteye açıp bakıyorum Mehveş referandum öncesinde seyahat ediyor, arıyorum, bakıyorum ki o seyahati bitirip başka yere geçmiş oluyor.
Yayında bazen ateş hattı durumları oluyor. Yeni programınızda Numan Kurtulmuş'a sorduğunuz sorular internet sitelerinde haber oldu. Bu seyirciyi şaşırtmak için mi?
Hiç öyle bir amacım yok. Neden konuklarımı zor duruma düşüreyim ki? Her durumdan bir haber çıkarmaya çalışılıyor. Orada aslında hoş bir şey oldu. Numan Bey bir soru üzerine düşündü, güldük ikimiz de. Onları izleyip "Biz bunları nasıl haber haline getirebiliriz?" diye bakıyorlar. Ben bazı sitelerdeki TV yayını haberlerine baktığımda, sırf ilgi çekmek için, gerçeklikten felaket kopuk kurgular yapıldığını görüyorum.
Terlettiğiniz değil de terlediğiniz durumlar olmuyor mu?
Beni en çok süre sıkıntısı terletir. Sırtımdan ter akarken "Toparlamamız lazım, nasıl olacak? konuğum anlatmaya devam ediyor" dediğim olmuştur. Yoksa ben niye terleyeyim soru soran benim. (gülüşmeler)
Ekranda gerginleşir misiniz?
Tabii olabilir. Konuya göre. Mesela; bir spor kulübü başkanının şike iddialarında adı geçiyordu. 'Hanımefendi, hanımefendi!' diye konuşunca, üslubuna dair bir uyarı yapmak durumda kaldım.
Kadınlığa vurgu yapan bir tarzınız yok. Hatta biraz maskülensiniz.
Ekranda haber aktaran kadınların sayısının arttığı ilk dönemlerde, dışarıdan bakan için ekranda bir kadın olabilmenin ölçütü güzellikmiş gibi düşünülüyordu. Kadınlara "o soruları siz mi hazırlıyorsunuz?" sorusunu soruyorlardı. Benim yanımda çıkan erkek meslektaşıma o soru sorulmazken bana neden soruluyor? Kaç yıldır gazetecilik yapmışım, muhabirlikten gelen biriyim ve bu işi sürdürüyorum. Maalesef bu yüzden kadınlarda bu durum komplekse dönüşebiliyor. O zaman kadınlığı iyice örtme endişesi ortaya çıkabiliyor. Ama bu sıkıntıları bence atlattık artık.
Peki bu işi yapmak sizin hangi yönünüzü daha güçlendirdi? Daha analitik biri mi yaptı?
İster istemez çözümleme kabiliyetiniz, dağarcığınız gelişiyor. Ama nasılsam oyum, gazetecilik beni değiştirmedi. Zaten ait olduğum bir dünyanın içinde yaşıyormuşum gibi geliyor. İnsanın kendini iyi hissettiği şeyi yapmasını ve iş gibi tanımlamaması çok önemli. Bu hayata baktığım tek pencere değil, başka şeyler de var.
Nedir onlar?
Kapanıp saatlerce müzikle uğraşmak, seyahat etmek, kitap okumak, gerekirse televizyona bakmamak gibi şeyler...Bir alan diğerini domine ediyor duygusuna kapılmıyorum.
Gazetecilik bir şeyi derinlemesine öğrenmeye yetmeyecek kadar sınırlı bir zaman içeriyor. Bunun üstesinden nasıl geliyorsunuz?
Milliyet'te çalıştığım zamanlarda Ortadoğu ve Filistin üzerinde yoğunlaşmıştım. Bunun bana kişisel olarak getirisi oldu. Ama Ankara'da, dünyada ve diplomatik değerlendirmeler yapmanız gerektiğinde iş dallanıp budaklanıyor. Gün içinde beş tane konunun ayrıntılarına bakmak zorundasınız. Uzunca bir süre hem bülten yapıp hem de konuk ağırladım. Gece yayını yaparken bazen bir kitabı bir günde özümseyerek okumam gerekiyordu ve bu sayede çok hızlandım. Çünkü bir takım yeteneklerinizi geliştirmek zorunda oluyorsunuz ve zihniniz çok kanallı bir mikser gibi çalışıyor.
O mikser bozulunca ne oluyor?
Arada bir "bir dakika ben bunu nasıl unuturum" diyorsunuz. İsim gelmiyor aklınıza mesela. O da çok normal çünkü, o sırada kısa süreli bir bilgi bombardımanı var. Ama ben son zamanlarda keşke gün 36 saat olsa da, daha fazla okuyabilsem, daha fazla film izlesem diyorum.
Neyi yapamıyorsunuz?
İstediğim kadar okuyamıyorum. Okumak istediklerim okuduklarımdan kat kat daha fazla. O fark giderek artıyor. Son zamanlarda daha iyi film izleyebiliyorum. Sporumu yapabiliyorum, ama demlenme ihtiyacı da duyuyorum.
Bir konuda derinleşmek isteseniz o ne olur?
Türkiye'nin azınlık politikalarıyla ilgili bir konu.
20 yıl olmuş... Zaman geçtikçe dünya görüşünüzde farklılaşma oldu mu?
Mesleğe başladığımdan itibaren değişim olmadı. İstanbul Üniversitesi'nden sonra Türk Siyasi Tarihi'ne ilişkin Boğaziçi'nde okuduğum dönem, okuduğum kaynaklar görüşlerimin oturmasına yardımcı oldu.
Son dönemlerde olup bitenler, siyasi gündemden memnun musunuz?
Türkiye'nin ciddi bir demokrasi sorunu olduğunu düşünüyorum. Demokrasinin sadece bir araç olarak görülmesi, fikir olarak yaşanmaması konusunda sorun var. Toplumun her kesiminde tutarsızlıklar var. Bir takım şeylerin tartışılmasından memnunum ve ümitliyim. Ama şu an ki durumdan hala memnun değilim.
Tarafsızlığa inanlardan mısınız?
Herkes belli değerlere taraf... Ama evrensel değerlere taraf olmak benim durumumu özetler.
Nedir onlar?
İnsanı değerler. Haklar ve özgürlükler temelinde bakıyorum. Onun dışında belli bir meseleyi konuşurken mesela; bir parti içinde o tartışmanın iki tarafını dengede tutmaya dikkat ediyorum. Buna da nesnellik diyoruz. Herkes taraf olabilir ama, haberi verirken nesnel olmalıdır. Ben bunu yapıyorum.
KENDİMİ ANLATIRKEN SIKILIYORUM
Müzik tarafınızın ailenizle bir ilgisi var mı?
Abdülkadir Dedem adını taşıyan sokaktaki konakta fasıllar düzenlermiş. Çok erken yaşta öldüğü için Türk Müziği gecelerini sürdürmek mümkün olmamış ama üç kızından biri, teyzem Arın Karamürsel Türkiye'nin sayılı piyanistlerindendir. Dedemin hayali bu üç kızdan bir trio yaratmakmış. Annemin keman, küçük teyzemin viyolonsel çalmasını istiyormuş. Kendisi Türk Sanat Müziği ile ilgilenmiş ama kızlarını 'Batı Müziği'ne yönlendirmiş.
Sizin çaldığınız bir enstrüman var mı?
Ben gitar çalmaya çalışıyorum. Kendi kendime vakit geçiriyorum diyebilirim. Kendimde keşif yapmak hoşuma gidiyor. Bir atölyemiz var, iki yıldır caz standartları çalışıp Sibel Köse'nin rehberliğinde icra ediyoruz. Nardis'te yılda bir defa 'Şakıma Bayramı'mız oluyor. Tekniğe dair bazı sorunlarım var onları atlatabilmek için eve bir tane de klavye aldım. Bütün bunları zevk için yapıyorum.
Cazın DNA'sıyla haberin DNA'sı birbirine benziyor mu?
Hiç böyle düşünmemiştim. Cazın standartları var. Ama hiçbir icra bir öncekiyle aynı olmuyor. Bende haberlerde gün içinde on defa girebilir bir haber ama sunumların aynı olmaması gerektiğini düşünürüm. Dinamiklik açısından caz müzikle bir bağ kurulabilir.
Nasıl biri olduğunuza dair detayların bilinmesi sıkıcı bir şey mi?
Aslında bir haberci olarak kendimi anlatmaktan sıkıntı duyuyorum. Ama müziğe ve hayatta bana keyif veren başka şeylere duyduğum ilgiyi gizlemeye gerek yok. Bunlar zaten başkalarıyla da paylaşılarak tadı çıkarılan şeyler. Ama başka şeyler var ki özeldir, onları çevremle paylaşmam.
NASIL GÖRÜNDÜĞÜMLE İLGİLENMİYORUM
Ekşisözlük'te hakkınızda ilginç yorumlar yapılmış. Onlardan biri "Her entelektüel erkeğin, birlikte tiyatroya gidip magazincilere yakalanmak istediği türden bir bayan. Okumayan, araştırmayan adam bu kadından haz duymaz" diye geçiyor...
İyiymiş... (Gülüşmeler) Buna yorum yapamıyorum. Ama bu şekilde beğenilmek iyi bence. (gülüşmeler)
İltifat alıyorsunuz...
Eh alırım (gülüşmeler)
Ne üzerine?
Son zamanlarda yeni programla "Banu Güven'le Artı"yla ilgili iltifatlar geliyor, memnuniyetle kabul ediyorum.
Köşeniz de var. Oradaki Banu ekrandakinden çok farklı. Daha rahat belki..
Radikal Cumartesi ekinin şahane editörü Pınar Öğünç yazmam için beni teşvik etti. Yazmak, bir gazetede siyaset değil, hayata dair bir takım gözlemleri aktarmak ciddi bir işti. Demek ki zamanı gelmiş. Ama o Banu bu Banu'dan hiç farklı değil.
O köşelerin birinde yaptığınız işin rüyalarınıza kadar girdiğinden bahsetmişsiniz. Bu bir süre sonra kabusa dönüşmüyor mu?
Rutin olduğu için "eyvallah" deyip geçiyorum. Bir rüyamda Irak ya da Afganistan savaşıydı, bombardımanın ortasında kaldığımı görmüştüm. Bunları görmek de normal herhalde, kabustan uyanır gibi uyanmıyorsunuz sonuçta. Verdiğimiz birçok haber, gerçek hayat kabusları geride bırakır.
Ekrandaki Banu, yazan Banu ve şarkı söyleyen Banu var. Bunlar birbirinden farklı mı?
Değil. Çocukluğumdan beri şarkı söylemeye çalışırdım. Yazdığım şeyler de gün be gün yaşadığım ve hissettiğim şeyler. Ekranda da bütün bunların uzantısını yapıyorum. Beni ekranda gören insan, aynı zamanda şarkı söylerken gördüğünde şaşırabilir belki ama o da benim.
Televizyon ile sahne arasında fark var mı?
Farklı. Müzik icra ediyorsanız orada sahnedeki mzisyenlerle uyum gerekiyor. Sahnede sizin yakınınızda dinleyenler var. Stüdyoda kamera ile baş başa oluyorsunuz. Sesiniz ise mikrofondan büyüyerek çıkıyor ve bunu duyuyorsunuz.
Sonucu beğeniyor musunuz?
Beğenmem için daha çok çalışmam lazım. Beğendiğim bazı taraflar yok değil tabii.
Peki ekranda?
İçime sinen bir işi yapmaya devam ediyorum. Halimden memnunum. Ama temelde mükemmeliyetçi biriyim. Dolayısıyla her programdan sonra daha başka ne olabilirdi diye düşünürüm.
Bir yirmi yıl daha bu iş çekilir mi?
İnsanın hayatında farklı dönemleri oluyor. Yaş ilerledikçe ve bir takım şeyleri biriktirdikçe söylediğim gibi demlenme ihtiyacı hissediyorum. Hayat benim için iyi giden bir kariyerde son hızla yarışmak değil. Hayat benim için içerik. Şimdi iyi bir dönemdeymişim gibi hissediyorum. Meyve verme dönemi. Uzun vadeli planlar hiç yapmam. Bu daha özgür düşünmemi sağlıyor.
40 yaşında bir kadın olarak çoluk çocuğa karışmayı düşünmediniz mi hiç?
Düşündüm tabii. Ama bu kariyer yüzünden gerçekleşmemiş birşey değil. İnsanlar genelde şöyle zannediyorlar; "başarılı bir kadın bu sebeple çocuk yapmamıştır."
Hayatta birşeyleri ıskaladığınızı düşünüyor musunuz?
Hayır, düşünmüyorum. Bu konuda kendimle barışık bir insanım.
Nasıl gözüktüğünüzü biliyor musunuz?
Bu konulara takılmıyorum. Bana bir sokakta "Merhaba" dediğinde "acaba beni nereden tanıyor?" diye soruyorum. Televizyondan tanıyabileceği sonra aklıma geliyor. Hep işin bu tarafını düşünüyorum. Mesafeli durup durmadığımı bilmiyorum. Normal hayatımda nasılsam ekranda da öyleyim. Orada ya da burada bunun farkındalığıyla yaşamıyorum.
Ekranda sunduğu programlar kadar görünümüyle de tam not alıyor. Kadınlığın abartılmasına da bunun kompleks yapılmasına da karşı. Bugünlerde 'Banu Güven'le Artı' adında yeni bir programa başladı. Güven, Yeni Şafak'tan Kübra ve Büşra Sönmezışık kardeşlere konuştu.
Köklerinizin Köprülüler'e uzanması hayatınıza bir ayrıcalık kattı mı?
Sadece küçüklüğümde resimli tarih kitaplarına daha fazla ilgi duydum. Bütün Köprülü Vezirler'in hayatlarını ve iktidar dönemlerini okurken Osmanlı tarihine dair bir şeyler öğrendim. Ama sorduğunuz oysa, bunun bana herhangi sınıfsal bir ayrıcalık veya maddi getirisi olmadı.
Bu 'özel' durum evin içinde vurgulanıyor muydu?
Vurgulandığını hatırlamıyorum. Abartılan bir durum değildi. İnsanın kökenlerine dair bilgi sahibi olmasının sadece bilgi olarak bir değeri var. Benim için çok değerli olan başka bir şey; anne tarafımdan büyük dedemin Beşiktaş Futbol Kulübü'nün kurucularından ve başkanlarından Ziya Karamürsel olmasıdır. Dedem 'Beşiktaş'ın Babası' olarak tanımlanan o da hatırı sayılır başkanlarından Abdülkadir Karamürsel. Bu da benim için önemli.
Geçmişe dair izler var mı?
Dedem Abdülkadir Karamürsel'in lakabını taşıyan bir sokak var Akaretler'de. Baba Efendi Sokak. Oradan geçerken dedeyi hatırlamak güzel. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın etrafında büyüdüm, o divanhaneye çocukken girdim bütün süslemelerini, şadırvanını gördüm. Boğazın en güzel ve en eski yapısıyla da bağ sahibi olmak da güzel.
Siyasete ve habere merakınız ailenizle ne kadar ilgili?
Büyüdüğüm ortam... Eğer evde gazete okunuyorsa ona yabancı olmuyorsunuz. Kendi sözünüzü söylemek, izlenimlerinizi aktarmak dünyanıza dair bir şeyleri anlatmak ihtiyacınız oluşuyor. Bütün bu ihtiyaçların sonucunda da lise yıllarımda okul gazetesinde çalıştım. İçinde röportajlar da, köşe yazıları da olurdu. A4 boyutunda kağıtlara daktiloyla yazıp, daha sonra tashihlerini tipeksle yapıp fotokopiyle çoğaltırdık.
İki kuzeniniz de gazeteci, aynı dönemlerde mi başladınız?
Tam bilemiyorum. Ben 1987'de liseden mezun olur olmaz gazeteciliğe başladım. Mehveş (Evin) benden biraz sonra başladı sanırım. Ayşe Aydın ise Vatan'da röportajlar yapıyor. Ayşe'nin ayrıca yeğenlerimi anlattığı Ayşe'nin İkizleri adında da bir köşesi vardı. Mehveş Milliyet'te şimdi.
Hiç biraraya geliyor musunuz?
Geliyoruz. Mehveş, baba tarafımdan; Ayşe anne tarafından kuzenim. Vatan Gazetesi'nde yolları kesişti. Şimdi onlar birbirleriyle daha sık görüşebiliyorlar, buluşup bana "ne haber" diyorlar. (Gülüşmeler)
Medyada akrabalarınızın olması bir güç mü?
Valla o hissiyatla yaşayan insanlar değiliz. Herkes sonuçta kendi hayatında yaptığı tercihle işinin başında. Bir araya geldiğimizde iş konuşmayız. Gazeteye açıp bakıyorum Mehveş referandum öncesinde seyahat ediyor, arıyorum, bakıyorum ki o seyahati bitirip başka yere geçmiş oluyor.
Yayında bazen ateş hattı durumları oluyor. Yeni programınızda Numan Kurtulmuş'a sorduğunuz sorular internet sitelerinde haber oldu. Bu seyirciyi şaşırtmak için mi?
Hiç öyle bir amacım yok. Neden konuklarımı zor duruma düşüreyim ki? Her durumdan bir haber çıkarmaya çalışılıyor. Orada aslında hoş bir şey oldu. Numan Bey bir soru üzerine düşündü, güldük ikimiz de. Onları izleyip "Biz bunları nasıl haber haline getirebiliriz?" diye bakıyorlar. Ben bazı sitelerdeki TV yayını haberlerine baktığımda, sırf ilgi çekmek için, gerçeklikten felaket kopuk kurgular yapıldığını görüyorum.
Terlettiğiniz değil de terlediğiniz durumlar olmuyor mu?
Beni en çok süre sıkıntısı terletir. Sırtımdan ter akarken "Toparlamamız lazım, nasıl olacak? konuğum anlatmaya devam ediyor" dediğim olmuştur. Yoksa ben niye terleyeyim soru soran benim. (gülüşmeler)
Ekranda gerginleşir misiniz?
Tabii olabilir. Konuya göre. Mesela; bir spor kulübü başkanının şike iddialarında adı geçiyordu. 'Hanımefendi, hanımefendi!' diye konuşunca, üslubuna dair bir uyarı yapmak durumda kaldım.
Kadınlığa vurgu yapan bir tarzınız yok. Hatta biraz maskülensiniz.
Ekranda haber aktaran kadınların sayısının arttığı ilk dönemlerde, dışarıdan bakan için ekranda bir kadın olabilmenin ölçütü güzellikmiş gibi düşünülüyordu. Kadınlara "o soruları siz mi hazırlıyorsunuz?" sorusunu soruyorlardı. Benim yanımda çıkan erkek meslektaşıma o soru sorulmazken bana neden soruluyor? Kaç yıldır gazetecilik yapmışım, muhabirlikten gelen biriyim ve bu işi sürdürüyorum. Maalesef bu yüzden kadınlarda bu durum komplekse dönüşebiliyor. O zaman kadınlığı iyice örtme endişesi ortaya çıkabiliyor. Ama bu sıkıntıları bence atlattık artık.
Peki bu işi yapmak sizin hangi yönünüzü daha güçlendirdi? Daha analitik biri mi yaptı?
İster istemez çözümleme kabiliyetiniz, dağarcığınız gelişiyor. Ama nasılsam oyum, gazetecilik beni değiştirmedi. Zaten ait olduğum bir dünyanın içinde yaşıyormuşum gibi geliyor. İnsanın kendini iyi hissettiği şeyi yapmasını ve iş gibi tanımlamaması çok önemli. Bu hayata baktığım tek pencere değil, başka şeyler de var.
Nedir onlar?
Kapanıp saatlerce müzikle uğraşmak, seyahat etmek, kitap okumak, gerekirse televizyona bakmamak gibi şeyler...Bir alan diğerini domine ediyor duygusuna kapılmıyorum.
Gazetecilik bir şeyi derinlemesine öğrenmeye yetmeyecek kadar sınırlı bir zaman içeriyor. Bunun üstesinden nasıl geliyorsunuz?
Milliyet'te çalıştığım zamanlarda Ortadoğu ve Filistin üzerinde yoğunlaşmıştım. Bunun bana kişisel olarak getirisi oldu. Ama Ankara'da, dünyada ve diplomatik değerlendirmeler yapmanız gerektiğinde iş dallanıp budaklanıyor. Gün içinde beş tane konunun ayrıntılarına bakmak zorundasınız. Uzunca bir süre hem bülten yapıp hem de konuk ağırladım. Gece yayını yaparken bazen bir kitabı bir günde özümseyerek okumam gerekiyordu ve bu sayede çok hızlandım. Çünkü bir takım yeteneklerinizi geliştirmek zorunda oluyorsunuz ve zihniniz çok kanallı bir mikser gibi çalışıyor.
O mikser bozulunca ne oluyor?
Arada bir "bir dakika ben bunu nasıl unuturum" diyorsunuz. İsim gelmiyor aklınıza mesela. O da çok normal çünkü, o sırada kısa süreli bir bilgi bombardımanı var. Ama ben son zamanlarda keşke gün 36 saat olsa da, daha fazla okuyabilsem, daha fazla film izlesem diyorum.
Neyi yapamıyorsunuz?
İstediğim kadar okuyamıyorum. Okumak istediklerim okuduklarımdan kat kat daha fazla. O fark giderek artıyor. Son zamanlarda daha iyi film izleyebiliyorum. Sporumu yapabiliyorum, ama demlenme ihtiyacı da duyuyorum.
Bir konuda derinleşmek isteseniz o ne olur?
Türkiye'nin azınlık politikalarıyla ilgili bir konu.
20 yıl olmuş... Zaman geçtikçe dünya görüşünüzde farklılaşma oldu mu?
Mesleğe başladığımdan itibaren değişim olmadı. İstanbul Üniversitesi'nden sonra Türk Siyasi Tarihi'ne ilişkin Boğaziçi'nde okuduğum dönem, okuduğum kaynaklar görüşlerimin oturmasına yardımcı oldu.
Son dönemlerde olup bitenler, siyasi gündemden memnun musunuz?
Türkiye'nin ciddi bir demokrasi sorunu olduğunu düşünüyorum. Demokrasinin sadece bir araç olarak görülmesi, fikir olarak yaşanmaması konusunda sorun var. Toplumun her kesiminde tutarsızlıklar var. Bir takım şeylerin tartışılmasından memnunum ve ümitliyim. Ama şu an ki durumdan hala memnun değilim.
Tarafsızlığa inanlardan mısınız?
Herkes belli değerlere taraf... Ama evrensel değerlere taraf olmak benim durumumu özetler.
Nedir onlar?
İnsanı değerler. Haklar ve özgürlükler temelinde bakıyorum. Onun dışında belli bir meseleyi konuşurken mesela; bir parti içinde o tartışmanın iki tarafını dengede tutmaya dikkat ediyorum. Buna da nesnellik diyoruz. Herkes taraf olabilir ama, haberi verirken nesnel olmalıdır. Ben bunu yapıyorum.
KENDİMİ ANLATIRKEN SIKILIYORUM
Müzik tarafınızın ailenizle bir ilgisi var mı?
Abdülkadir Dedem adını taşıyan sokaktaki konakta fasıllar düzenlermiş. Çok erken yaşta öldüğü için Türk Müziği gecelerini sürdürmek mümkün olmamış ama üç kızından biri, teyzem Arın Karamürsel Türkiye'nin sayılı piyanistlerindendir. Dedemin hayali bu üç kızdan bir trio yaratmakmış. Annemin keman, küçük teyzemin viyolonsel çalmasını istiyormuş. Kendisi Türk Sanat Müziği ile ilgilenmiş ama kızlarını 'Batı Müziği'ne yönlendirmiş.
Sizin çaldığınız bir enstrüman var mı?
Ben gitar çalmaya çalışıyorum. Kendi kendime vakit geçiriyorum diyebilirim. Kendimde keşif yapmak hoşuma gidiyor. Bir atölyemiz var, iki yıldır caz standartları çalışıp Sibel Köse'nin rehberliğinde icra ediyoruz. Nardis'te yılda bir defa 'Şakıma Bayramı'mız oluyor. Tekniğe dair bazı sorunlarım var onları atlatabilmek için eve bir tane de klavye aldım. Bütün bunları zevk için yapıyorum.
Cazın DNA'sıyla haberin DNA'sı birbirine benziyor mu?
Hiç böyle düşünmemiştim. Cazın standartları var. Ama hiçbir icra bir öncekiyle aynı olmuyor. Bende haberlerde gün içinde on defa girebilir bir haber ama sunumların aynı olmaması gerektiğini düşünürüm. Dinamiklik açısından caz müzikle bir bağ kurulabilir.
Nasıl biri olduğunuza dair detayların bilinmesi sıkıcı bir şey mi?
Aslında bir haberci olarak kendimi anlatmaktan sıkıntı duyuyorum. Ama müziğe ve hayatta bana keyif veren başka şeylere duyduğum ilgiyi gizlemeye gerek yok. Bunlar zaten başkalarıyla da paylaşılarak tadı çıkarılan şeyler. Ama başka şeyler var ki özeldir, onları çevremle paylaşmam.
NASIL GÖRÜNDÜĞÜMLE İLGİLENMİYORUM
Ekşisözlük'te hakkınızda ilginç yorumlar yapılmış. Onlardan biri "Her entelektüel erkeğin, birlikte tiyatroya gidip magazincilere yakalanmak istediği türden bir bayan. Okumayan, araştırmayan adam bu kadından haz duymaz" diye geçiyor...
İyiymiş... (Gülüşmeler) Buna yorum yapamıyorum. Ama bu şekilde beğenilmek iyi bence. (gülüşmeler)
İltifat alıyorsunuz...
Eh alırım (gülüşmeler)
Ne üzerine?
Son zamanlarda yeni programla "Banu Güven'le Artı"yla ilgili iltifatlar geliyor, memnuniyetle kabul ediyorum.
Köşeniz de var. Oradaki Banu ekrandakinden çok farklı. Daha rahat belki..
Radikal Cumartesi ekinin şahane editörü Pınar Öğünç yazmam için beni teşvik etti. Yazmak, bir gazetede siyaset değil, hayata dair bir takım gözlemleri aktarmak ciddi bir işti. Demek ki zamanı gelmiş. Ama o Banu bu Banu'dan hiç farklı değil.
O köşelerin birinde yaptığınız işin rüyalarınıza kadar girdiğinden bahsetmişsiniz. Bu bir süre sonra kabusa dönüşmüyor mu?
Rutin olduğu için "eyvallah" deyip geçiyorum. Bir rüyamda Irak ya da Afganistan savaşıydı, bombardımanın ortasında kaldığımı görmüştüm. Bunları görmek de normal herhalde, kabustan uyanır gibi uyanmıyorsunuz sonuçta. Verdiğimiz birçok haber, gerçek hayat kabusları geride bırakır.
Ekrandaki Banu, yazan Banu ve şarkı söyleyen Banu var. Bunlar birbirinden farklı mı?
Değil. Çocukluğumdan beri şarkı söylemeye çalışırdım. Yazdığım şeyler de gün be gün yaşadığım ve hissettiğim şeyler. Ekranda da bütün bunların uzantısını yapıyorum. Beni ekranda gören insan, aynı zamanda şarkı söylerken gördüğünde şaşırabilir belki ama o da benim.
Televizyon ile sahne arasında fark var mı?
Farklı. Müzik icra ediyorsanız orada sahnedeki mzisyenlerle uyum gerekiyor. Sahnede sizin yakınınızda dinleyenler var. Stüdyoda kamera ile baş başa oluyorsunuz. Sesiniz ise mikrofondan büyüyerek çıkıyor ve bunu duyuyorsunuz.
Sonucu beğeniyor musunuz?
Beğenmem için daha çok çalışmam lazım. Beğendiğim bazı taraflar yok değil tabii.
Peki ekranda?
İçime sinen bir işi yapmaya devam ediyorum. Halimden memnunum. Ama temelde mükemmeliyetçi biriyim. Dolayısıyla her programdan sonra daha başka ne olabilirdi diye düşünürüm.
Bir yirmi yıl daha bu iş çekilir mi?
İnsanın hayatında farklı dönemleri oluyor. Yaş ilerledikçe ve bir takım şeyleri biriktirdikçe söylediğim gibi demlenme ihtiyacı hissediyorum. Hayat benim için iyi giden bir kariyerde son hızla yarışmak değil. Hayat benim için içerik. Şimdi iyi bir dönemdeymişim gibi hissediyorum. Meyve verme dönemi. Uzun vadeli planlar hiç yapmam. Bu daha özgür düşünmemi sağlıyor.
40 yaşında bir kadın olarak çoluk çocuğa karışmayı düşünmediniz mi hiç?
Düşündüm tabii. Ama bu kariyer yüzünden gerçekleşmemiş birşey değil. İnsanlar genelde şöyle zannediyorlar; "başarılı bir kadın bu sebeple çocuk yapmamıştır."
Hayatta birşeyleri ıskaladığınızı düşünüyor musunuz?
Hayır, düşünmüyorum. Bu konuda kendimle barışık bir insanım.
Nasıl gözüktüğünüzü biliyor musunuz?
Bu konulara takılmıyorum. Bana bir sokakta "Merhaba" dediğinde "acaba beni nereden tanıyor?" diye soruyorum. Televizyondan tanıyabileceği sonra aklıma geliyor. Hep işin bu tarafını düşünüyorum. Mesafeli durup durmadığımı bilmiyorum. Normal hayatımda nasılsam ekranda da öyleyim. Orada ya da burada bunun farkındalığıyla yaşamıyorum.