''BANA KİMSE HÜKÜMET YAZAR ATTIRDI DEDİRTEMEZ!''

Basında giden son kelle, 8 yazısı sansürlenen Vatan yazarı Mine G. Kırıkkanat'ınki oldu.

Bana kimse hükümet yazar attırdı dedirtemez

Basında giden son kelle Vatan yazarı Mine G. Kırıkkanat’ınki oldu. Sekiz yazısı sansürlenmiş, dokuzuncu yazısında artık dayanamayıp yazıyı İnternet’te yayımlamış. Günümüzde artık hiçbir sansür girişiminin üzeri kapatılamıyor ne de olsa. Şimdi Vatan yönetimi de diyor ki ’Bizde yayımlanmayan yazını başka yerde yayımladın, profesyonel değilsin, seninle çalışmıyoruz’ ve yazarın işine son veriyor. Kimsenin inanmadığı, ortaokul çocuğu düzeyinde, acıklı bir mantık.
Sevin sevmeyin, görüşlerine katılın katılmayın, hepimiz biliyoruz ki Mine G. Kırıkkanat profesyonel olmadığı için değil, görüşleri gazetenin yeni ’ılımlı’ çizgisine uymadığı için gönderildi.
Kırıkkanat’ın gönderilmesi bir süre önce bir yazısı sansürlenip istifa eden Necati Doğru vak’asının ardından gazetenin ayıp siciline işlenen ikinci bir ayıp oldu.

Gazetelerin yazarlarla çalışma hakları olduğu gibi onlarla çalışmama hakları da vardır, buna sonuna kadar inanırım. Ancak son zamanlarda bu gibi tasarrufların ’profesyonel’ sebeplerle değil de baskı yüzünden olmasına da karşı çıkılması gerekiyor.
Kısacası: Hepimiz tehlikedeyiz.

Bu yüzden ne Doğru’nun istifası ne de Kırıkkanat’ın gönderilişi gazetenin ’içişleri’ değildir. Şimdiden pek çok kelle verilmişken, referandumdan ve genel seçimden sonra olacakları tasavvur etmek istemiyorum bile.
Ancak tiraj rakamları da gösteriyor ki okur artık bilinçli ve yazarına sahip çıkıp, gazetesini cezalandırıyor. ’Yandı bitti kül oldu’ denilen Emin Çölaşan’ın peşinden on binlerce okuru sürüklemesi ’küllerinden doğması’ değil de nedir?

Kırıkkanat da hiç kuşkusuz bu darbenin ardından daha güçlenecektir.
Peki ya onu kamuoyu önünde küçük düşürmeye çalışanlar, e-mail’le işine son verip bu mail’i medya sitesine sızdıranlar?

Gazete yazarın işine son verebilir ama son yıllarda gördüğüm en nezaketsiz davranışlardan birini Vatan gazetesi sergiledi. Makamında ’Yıldırım Akbulut formülüyle’ oturan yayın yönetmeni bir başkası adına işlediği cinayeti nasıl da sahiplenmiş, nasıl da bu cinayeti işlediğinden gururlu.
Yakasına okul müdüründen kurdele asılmasını bekleyen sınıfın çalışkan öğrencisi misali yukarıların gözüne girmeye çalışıyor.

Kendisine Vatan’ın eriyen tirajını ve ’topal ördek’ kavramını hatırlatmak isterim. Umarım ipini oynatanlar bu genç arkadaşımıza böyle bir üslupla tebligatta bulunmaz.
’Uzaktan kumanda’lıktan böyle değil, bu krizi nezaketle çözerek kanıtlayabilirdi oysa. Pek çok kitabı olan, kalemi kuvvetli 25 yıllık bir yazarı ’Sen profesyonel değilsin, biz sana kucak açmıştık, bize muhtaçsın’ diye aşağılamaya çalışarak değil. İyi bir yazarın kimsenin kucağına ihtiyacının olmadığını bilmiyorsa o makamın niteliğini de her türlü sorgulama hakkımız var, kimse kusura bakmasın.

İletişimin tek tıkla kolaylaştığı çağda unutulmamalı ki yazar gazeteye değil, gazeteler yazarlara muhtaçtır.
Mine G. Kırıkkanat’ın işine son veren o mektubu okuyunca bir kez daha anladım ki aslında biz basın çalışanları hükümet baskısı, denge, iktidar korkusu derken kendi kendimize ’canavar’ yaratıyoruz.

’Bana sağcılar cinayet işletiyor dedirtemezsiniz’ gibi oldu bu cümlem ama açıklayayım.
Bu kelleleri illa ki hükümet ya da sistem almıyor. Her iddiasına girerim iktidardan bir kişi bile arayıp da ’Mine Kırıkkanat’ı atın, Necati Doğru’yu sansürleyin’ dememiştir.
Bu kelleler onlara gümüş tepsilerde sunuluyor: Medyadaki kraldan çok kralcılar, sistemin kuklaları, vasatın iktidarının temsilcileri tarafından.

Dışarıdan birilerini düşman bellemek, canavarlaştırmak kolay. Ama asıl mücadele edilmesi gereken ’canavar’ dışarıda değil, kendi içimizde. Bunu yıkmadıktan sonra istediğimiz kadar iktidarı suçlayalım.

Bugün Mine Kırıkkanat işinden olur, yarın başka bir iktidarda Hasan Cemal’in kalemi kırılır. Daha önce hiç olmadı mı sanki...

Aslolan bu zihniyeti devirmek, kendi içimizdeki canavarla savaşmak.
Satın almayarak, okumayarak cezalandırabiliriz.

Oray Eğin / AKŞAM