Hiç şüphesiz “köşe yazarlığı” gazeteciliğin en “elit “biçimidir. Mesleğin ayrıcalıklı ve “kalburüstü” tabakasıdır. Eğer bir “gazeteciler sınıfı” varsa köşe yazarlığı onun en “aristokratik” kesimidir. Bu anlamda her gün okurlara seslenmek, fikirlerinin dikkate alınması, hükümetlere/siyasilere bile etki etmek hoş ve gurur okşayıcı bir duygudur. Kendisini dizginleme çabasındaki adamları dahi “ayartıcı” bir yanı vardır. (Hele de ekrana çıkmanın ayrı bir “nefsi azdırıcı” etkisi olduğu düşünülürse!) Maazallah bunu biraz abarttığınızda uçuşa geçebilir dünyaya kendinizin yön verdiğini, her şeyin sizin etrafınızda döndüğünü, hükümetleri dahi biçimlendirdiğinizi sanabilirsiniz!
Velhasıl her yerde saygı görür ve itibarla karşılanırsınız. ( Bu işin tarihinde okurları tarafından “tanrılaştırılan” idol tipler bile vardır.) Söz konusu alanda ustalaşmak ise çoğu kez yılların birikimini ister. (Hoş, şimdilerde hiçbir gazetecilik-yazarlık birikimi olmayan “tür”lerine de rastlar olduk o başka!) Öyle “paraşütle konan” ya da “yanaşma” tipler dışında (Bunlar bir yerlerinde boncuk olan taifesidir!) hiç şüphesiz belli vasıflarının olması gerekir. Herhalde bunların en başında ise aydın/entelektüel özellikleri gelmektedir. Çünkü bu vasıflar olmadan değil köşe basit bir mektup bile yazamazsınız!
“KANAAT ÖNDERİ” OLARAK KÖŞE YAZARI
Peki her köşe yazarı aydın/entelektüel (Eski tabirle “Münevver”) midir? Hayır, değildir. Bence geniş manada olmak zorunda da değildir. Çünkü “popüler” ve “ortalama”ya hitap eden bir iş yapmaktadır. Ancak “aydınca” bir birikim, “tutum” ve “ahlak”la mükelleftir. Bu yönde “kaygılar” taşımak zorundadır. Bu anlamda köşe yazarı daha ziyade popüler bir “Kanaat önderi” hatta “Kanaat inşacısı” dır. Bu onun aydın yanı ile çelişmez hatta kısmen kapsar. Bu yanıyla “yol gösterici”dir. Toplumda “fikir kümeleri”nin oluşmasına doğrudan katkıda bulunur. Bizde bu kadar çok “köşe yazarı” olmasının ve bu sıklıkla yazmalarının bir nedeni de bu “ihtiyacı” karşılamaları, şu veya bu kesimin “ideolojik cephaneliği”nden silahlanmış “nefer”leri oluşlarındandır.
Bu manada her aydının temel özelliklerinden biri dar manada “düşünce üretmek” ve bu düşüncelerini toplumla paylaşmak ise “köşe yazarları”da birer aydındır. Ancak aydınlarda farklı karat ya da çaptadırlar. “Homojen” özellikler göstermezler. (Herkesin “sırça köşk düşünürü” olması gerekmez!) Bazıları gerçekten çok parlak kalem ve zihinlerdir, düşünceleri derinlikli, üslupları kıvraktır. Aynı düşüncede olmasanız bile sizde bambaşka ufuklar açarlar, hayranlık uyandırırlar, “Bravo” dedirtirler. Bazıları ise vasat, öylece kanaat belirten hatta sadece belli bir kesime hitap eden, “fikir militanı” gibi davranabilir. ( Onlara “aydınımsı” demek daha doğru olur herhalde!) İçinizden okumak gelmez ya da “Bugün gene ne saçmalamış” diye şöyle bir göz atarsınız. Yahut kırık dökük bilgilerle sadece hamaset yaparlar. Onun bunun “hık dedicisi”dirler!
Bu anlamda gerçekte “aydın” bir düzleştirme, belli bir kalıba indirgenmiş bir kavramdır. Aslında aydınlarda çeşit çeşittir. Bir aydında öne çıkan vasıflar diğerinde olmayabilir veya daha tali bir özellik olarak göze çarpabilir. Ayrıca aydınların içinde bulunduğu dönemler, ortamlar ve siyasal koşullarda tutum alışları etkileyebilir. Bu yüzden ister istemez “ortalama”nın nabzına göre şerbet verenleri, bilmem hangi dengeleri gözetenleri, filanca Holding’in maaşlı elemanı gibi olanları, yalılarda, villalarda, duvarlarla çevrili sitelerde oturanları, patronunun “iş takipçiliği”ni yapanları, (Köşe yazmayı “köşe olmak”la karıştıranları!) siyasilerle “kanka”lık ilişkisi kuranları, filanca partinin “angaje elemanı” gibi davrananları ya da biraz “aykırı” gittiğinde kapı önüne konacakları nereye koyacağız?
Dünyalığını doğrultmadan kim ceketini alıp gidebilir? Bu insanların, bilgili, ağzı laf yapan, “mürekkep yalamış” olması “aydın” sayılmaları için yeterli midir? Bu kişilerin içinde hiç aydın özellikli kişiler olmadığını söyleyecek değilim. Ancak iyice azaldıkları da bir başka gerçek. “Vasatizm”e endeksli “modern toplum” ister istemez belli “profiller”i öne çıkartıyor ve teşvik ediyor!
“KÖŞE YAZARLIĞI”NIN FABRİKA AYARLARI!
Mevcutların bir kısmı ancak işlerine yarayacak kadar “malumat” sahibidirler. (Eskilerin “Allâme” ya da “Malumat-ı Furuş” dedikleri türden!) Bunlar “eğitimli”, “kalem erbabı” ya da “mürekkep yalamış”ın bir üst “model”idirler sadece. Onlardan fazla “derinlik” beklenmez. Bu gibilerin tek özelliği “ortalama”nın nabzını iyi tutmaları, bu nabza şerbet verme kapasitelerinin yüksek oluşudur. Bu yanlarıyla pek “kokmaz bulaşmaz” imaj yayarlar. Tüm yazı hayatları boyunca herhangi bir konuda doğru düzgün tavır aldıkları (Bir yerlerden “işaret” alırlarsa o başka!) ya da “orijinal fikir” geliştirdikleri görülmemiştir!
Son zamanlarda ise “propagandist aydın” ya da “köşe yazarı” tipinde belirli bir “sıçrama” gözüküyor. Ancak bugünküleri geçmiştekilerden ayıran en temel özellik “samimiyet” oluyor. Bunların hepsi olmasa da bir kısmı kısa vadeli çıkarlarını bu “rol”e soyunmakta görenlerden oluşuyor. (Yoksa inancı gereği bir fikrin propagandasına soyunanlara bir diyeceğim olamaz. Böyle olmasa, ideolojik tercihleri adına aydın olmanın/kalmanın “fabrika ayarları”ndan taviz vermeseler daha iyi olur lakin!) En azından bu tarz bir “elektrik” yayıyorlar.
Şimdilerde ise bunların bazıları ise işi iyice “ifrat-tefrit” noktasına vardırmakta hiçbir beis görmüyor. Malum nedenlerle “yükselen trend” budur! Bir yerlere göze girme kaygısıyla iyice agresifleşenleri, “sivil milis” gibi davrananları, giderek daha da küstah ve edepsiz olanları pek revaçta. Hakikaten çok yorucu tipler bunlar. Kendi kişisel reytinglerini ancak bu yolla sağlayabiliyorlar. Burada kişisel bir kızgınlık anından söz etmiyorum. Bunu bir “çizgi” olarak benimseme ve topluma dayatma söz konusu. Bunları sıradan bir “lümpen”den ayıran sadece ağızlarının laf yapması ve arada sırada birkaç entelektüel tabir kullanmalarıdır. Onlara her nasılsa yazı dünyasına sızmış “entelektüel magandalar” da diyebiliriz!
Ben ise –çok az kalsalar ya da ortalarda pek gözükmeseler de- köşe yazarının “tenkitçi”, “şüpheci” ve “kurcalayıcı” olanını severim. Ukalaca “bilgi satanı”nı değil, gerçekten “bilgili” olanını, onu soyutlayanını, “analiz” edenini, beni hayrete düşürenini, “Ben niye bunu düşünemedim” diye bende kıskanma duygusu uyandıranını, “Ben bu kadar iyi ifade edemeyebilirdim” duygusu uyandıranını beğenirim. Ben “put kırıcı” (Şimdilerde bu “cins çıkış yapmak” sanılıyor!) yazarları ciddiye alırım. Kaba, şablon, hazırlop, konserve düşünce ve ifadeleri sürekli tekrarlayanlar benden uzak durabilir. Kendini ait hissettiği şu veya bu “sürü”den kopabilen, tavır alabilen, “Cemaatler üstü” davranabilen “itiraz hakkı”nı hep kendinde “saklı” tutabilen yazarları önemserim. Her tür resmi otorite karşısında bağımsız olan, arasına belli bir mesafe koyabilen, “aykırı düşmek”ten korkmayanı en makbulüdür gözümde. Bütün bunların üstüne birde kalemi, üslubu kıvrak, zekâsı ve öngörüsü keskinse daha ne olsun?
Sahi sizin “köşe yazarı”nız bunlardan hangisi?...
Atilla AKAR
atillaakar@gmail.com