BALBAY'DAN YENİ MEKTUP; ''KENDİMİ DUMLUPINAR DENİZALTISI GİBİ HİSSEDİYORUM!''
Silivri Cezaevi'nde yatan Mustafa Balbay, 30 Haziran'da mektup yolladı, mektup 21 Temmuz'da Bağcılar'a ulaştı!
Gazetenin yeni binası Bağcılar’da... Silivri’ye uzaklığı, taş çatlasın 70 kilometre... Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Cezaevi’nde yatan Ergenekon sanığı ve Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, 30 Haziran’da bana bir mektup göndermiş. Elime tam 21 gün sonra geçti!
Yani mektup, Silivri’den Bağcılar’a günde yaklaşık 3,3 kilometre hızla gelmiş...
Bu bile; Ergenekon sanıklarının isyan ettiği “koşullar”ı göstermeye yetmez mi?
Bu çağda bu sürat için cezaevi yönetimini ve PTT’yi tüm kalbimle kutluyorum!
İşte Mustafa Balbay‘ın mektubu:
***
“Sevgili adaşım, kardeşim Mustafa...
Sana tüm yazıların için teşekkür ediyorum. Hepsini okuyorum. Bizim davayla ilgili duyarlılığın, hiç unutmayacağım değerde.
İnsan burada kendisini bazen Dumlupınar denizaltısında gibi hissediyor. Denizin dibinde kurtarılması olanaksız bir yerde, yukarıdan gelen her mesaj, küçük bir ses; o denizaltındakileri nasıl etkilemiştir, bir düşün. İşte burada, içinde bulunduğumuz gerçek durumu okura anlatan bir yazı bizi öylesine heyecanlandırıyor.
Hapishanede bir ziyaret yarım tahliye gibi bir şeydir.
Bir mektup, dışarıdan ciğerlerine dolan bir nefestir.
Bir köşe yazısı ise yüz binlerce kişiye sen hitap etmişsin gibi heyecanlandırır insanı.
Davayla ilgili gelişmeleri yakından izliyorsun. Burada hukuk yok ama biz varmış gibi her türlü çabayı harcıyoruz. Bu, sepete su doldurmak gibi bir şey... Ya da durumumuzu şöyle bir yolculuğa benzetebilirim:
İstanbul’dan Ankara’ya gidiyorsun; tabela, ‘Ankara 200 kilometre’ yazıyor. Basıyorsun gaza, git, git; yeni bir tabela:
‘Ankara 250 kilometre...’
İlerledikçe yol uzuyor.
Dava görülürken yolda yeni ekler geliyor, araya yeni davalar giriyor, biri ötekiyle birleşiyor!
İşin en acı yanı, böyle bir hukuk katliamı herkesin gözü önünde, canlı yayınlarda, demokrasi adına yapılıyor.
Bunları bir karamsarlık ifadesi anlamında değil, senin de çok iyi bildiğin gerçekleri paylaşmak için yazıyorum.
Türkiye’de böylesi dönemler çok uzun sürmez. Bir şekilde biter. Burada kendimi o günlere hazırlıyorum. Temel ilkem şu:
‘2B’yi koru!’
Benim 2B‘m, ‘beden ve beyin’ sağlığı...
Bunun için günde iki saat spor yapıyorum, yedi-sekiz saat kitap, iki-üç saat gazete okuyorum.
10 Ağustos 2010 Salı günü mahkemenin uzun tatili bitecek ve duruşmalar yeniden başlayacak.
Mahkemeden istediğimiz şu:
‘Bizi hızlı, adil ve tutuksuz yargılayın.’
Gel gör ki, üçü de yok. Seninle bir meslektaş olarak ayrıca paylaşmak isterim ki; bana yöneltilen soruların tümü, ama tümü gazetecilik faaliyetlerimle ilgiliydi. Örneğin Ergenekon’un E’si bile sorulmadı. Ne yazık ki, hukuksuzluğa herkes alıştı.
Sevgili dostum.
Daha fazla başını ağrıtmak istemem. Her şey için bir kez daha teşekkür ediyorum. Özgür günlerde görüşmek, kucaklaşmak, dertleşmek dileğiyle selamlar, iyi çalışmalar.
Mustafa Balbay / Silivri.”
*****
Gazeteciler, tarlada yarıp geçtikleri başakları görmez!
Mustafa Balbay, iki ay önce yayınlanan romanımı okumuş. Bu konudaki düşüncelerini de benimle paylaşmış... Onur duydum. Affınıza sığınarak, olduğu gibi yayınlıyorum... Çünkü bu satırlar, Mustafa’nın ‘içerideki’ hayatı hakkında çok önemli ipuçları veriyor:
***
“Kitabın ‘rica etsem saçımı okşar mısınız?’ için seni yürekten kutluyorum.
Dışarıdayken başlıca fakirliğim olan zaman, burada zenginliklerim arasında!
Kitabını iki ‘okumaya oturuş’ta bitirdim. Her bölüm için aklımdan pek çok şey geçti.
‘Pırlanta’ bölümü senaryo tadında.
‘Bostancı Örgütü’, sosyal içerikli bir roman için her türlü dokuya sahip.
‘Adaya Yolculuk’, Sait Faik‘in genlerini taşıyor.
‘Git Gidebilirsen’ ise, sayfaları açık bırakılmış bir aşk romanından kesitler gibi...
Ne tür olursa olsun kitap okurken altını çizmeye, bende çağrıştırdıklarını o an sayfa kıyısına yazmaya bayılırım. Senin kitabında da pek çok cümlenin altını çizdim. Bunlardan birini satmak isterim:
‘Meydan savaşının içine dalıp, insanları barıştırma gayretini sevdim.’
Hele sonundaki bölümler buluşması tam bir usta işi olmuş.
Günlük gelişmeleri, gündemi izleyip yazı yazan gazeteciler ekin tarlasında kuş yakalamaya çalışan insanlar gibidir. Yakalamaları zor, hatta Türkiye koşullarında olanaksız gündemin peşinden koşarlar. Ama yarıp geçtikleri başakları, bedenlerine değen yaşamı görmezler, göremezler.
Sen bu kitapta, yaşamı, yaşamın pek çok yüzünü de gördüğünü çok güzel ortaya koymuşsun.
Bir kez daha ‘Eline sağlık’ ve ‘Devam’ diyorum.”
*****
GÜNÜN SORUSU
Acaba günün birinde bir Başbakan da çıkıp, Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a, sırf işlerini yaptıkları için tutuklanan gazetecilere, aydınlara yapılanların hesabını soracak mı?
Mustafa MUTLU / VATAN
Yani mektup, Silivri’den Bağcılar’a günde yaklaşık 3,3 kilometre hızla gelmiş...
Bu bile; Ergenekon sanıklarının isyan ettiği “koşullar”ı göstermeye yetmez mi?
Bu çağda bu sürat için cezaevi yönetimini ve PTT’yi tüm kalbimle kutluyorum!
İşte Mustafa Balbay‘ın mektubu:
***
“Sevgili adaşım, kardeşim Mustafa...
Sana tüm yazıların için teşekkür ediyorum. Hepsini okuyorum. Bizim davayla ilgili duyarlılığın, hiç unutmayacağım değerde.
İnsan burada kendisini bazen Dumlupınar denizaltısında gibi hissediyor. Denizin dibinde kurtarılması olanaksız bir yerde, yukarıdan gelen her mesaj, küçük bir ses; o denizaltındakileri nasıl etkilemiştir, bir düşün. İşte burada, içinde bulunduğumuz gerçek durumu okura anlatan bir yazı bizi öylesine heyecanlandırıyor.
Hapishanede bir ziyaret yarım tahliye gibi bir şeydir.
Bir mektup, dışarıdan ciğerlerine dolan bir nefestir.
Bir köşe yazısı ise yüz binlerce kişiye sen hitap etmişsin gibi heyecanlandırır insanı.
Davayla ilgili gelişmeleri yakından izliyorsun. Burada hukuk yok ama biz varmış gibi her türlü çabayı harcıyoruz. Bu, sepete su doldurmak gibi bir şey... Ya da durumumuzu şöyle bir yolculuğa benzetebilirim:
İstanbul’dan Ankara’ya gidiyorsun; tabela, ‘Ankara 200 kilometre’ yazıyor. Basıyorsun gaza, git, git; yeni bir tabela:
‘Ankara 250 kilometre...’
İlerledikçe yol uzuyor.
Dava görülürken yolda yeni ekler geliyor, araya yeni davalar giriyor, biri ötekiyle birleşiyor!
İşin en acı yanı, böyle bir hukuk katliamı herkesin gözü önünde, canlı yayınlarda, demokrasi adına yapılıyor.
Bunları bir karamsarlık ifadesi anlamında değil, senin de çok iyi bildiğin gerçekleri paylaşmak için yazıyorum.
Türkiye’de böylesi dönemler çok uzun sürmez. Bir şekilde biter. Burada kendimi o günlere hazırlıyorum. Temel ilkem şu:
‘2B’yi koru!’
Benim 2B‘m, ‘beden ve beyin’ sağlığı...
Bunun için günde iki saat spor yapıyorum, yedi-sekiz saat kitap, iki-üç saat gazete okuyorum.
10 Ağustos 2010 Salı günü mahkemenin uzun tatili bitecek ve duruşmalar yeniden başlayacak.
Mahkemeden istediğimiz şu:
‘Bizi hızlı, adil ve tutuksuz yargılayın.’
Gel gör ki, üçü de yok. Seninle bir meslektaş olarak ayrıca paylaşmak isterim ki; bana yöneltilen soruların tümü, ama tümü gazetecilik faaliyetlerimle ilgiliydi. Örneğin Ergenekon’un E’si bile sorulmadı. Ne yazık ki, hukuksuzluğa herkes alıştı.
Sevgili dostum.
Daha fazla başını ağrıtmak istemem. Her şey için bir kez daha teşekkür ediyorum. Özgür günlerde görüşmek, kucaklaşmak, dertleşmek dileğiyle selamlar, iyi çalışmalar.
Mustafa Balbay / Silivri.”
*****
Gazeteciler, tarlada yarıp geçtikleri başakları görmez!
Mustafa Balbay, iki ay önce yayınlanan romanımı okumuş. Bu konudaki düşüncelerini de benimle paylaşmış... Onur duydum. Affınıza sığınarak, olduğu gibi yayınlıyorum... Çünkü bu satırlar, Mustafa’nın ‘içerideki’ hayatı hakkında çok önemli ipuçları veriyor:
***
“Kitabın ‘rica etsem saçımı okşar mısınız?’ için seni yürekten kutluyorum.
Dışarıdayken başlıca fakirliğim olan zaman, burada zenginliklerim arasında!
Kitabını iki ‘okumaya oturuş’ta bitirdim. Her bölüm için aklımdan pek çok şey geçti.
‘Pırlanta’ bölümü senaryo tadında.
‘Bostancı Örgütü’, sosyal içerikli bir roman için her türlü dokuya sahip.
‘Adaya Yolculuk’, Sait Faik‘in genlerini taşıyor.
‘Git Gidebilirsen’ ise, sayfaları açık bırakılmış bir aşk romanından kesitler gibi...
Ne tür olursa olsun kitap okurken altını çizmeye, bende çağrıştırdıklarını o an sayfa kıyısına yazmaya bayılırım. Senin kitabında da pek çok cümlenin altını çizdim. Bunlardan birini satmak isterim:
‘Meydan savaşının içine dalıp, insanları barıştırma gayretini sevdim.’
Hele sonundaki bölümler buluşması tam bir usta işi olmuş.
Günlük gelişmeleri, gündemi izleyip yazı yazan gazeteciler ekin tarlasında kuş yakalamaya çalışan insanlar gibidir. Yakalamaları zor, hatta Türkiye koşullarında olanaksız gündemin peşinden koşarlar. Ama yarıp geçtikleri başakları, bedenlerine değen yaşamı görmezler, göremezler.
Sen bu kitapta, yaşamı, yaşamın pek çok yüzünü de gördüğünü çok güzel ortaya koymuşsun.
Bir kez daha ‘Eline sağlık’ ve ‘Devam’ diyorum.”
*****
GÜNÜN SORUSU
Acaba günün birinde bir Başbakan da çıkıp, Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a, sırf işlerini yaptıkları için tutuklanan gazetecilere, aydınlara yapılanların hesabını soracak mı?
Mustafa MUTLU / VATAN