'BAL' ALTIN AYI ÖDÜLÜNÜ NASIL KAZANDI? ÖDÜLE GİDEN YOLDA NELER YAŞANDI?
60. Berlin Film Festivali Berlinale´de en büyük ödül olan Altın Ayı´yı kazanan Bal filminin yönetmeni Semih Kaplanoğlu'nun eşi Taraf yazarı Leyla İpekçi ödüle nasıl kavuştuklarının hikayesini anlattı.
Berlin'de bal'ayı
Bugün Türkiye yeni dalga gözaltıları konuşuyor. Yine her zaman olduğu gibi, bir öncekinden daha ciddi gelişmeler yaşanıyor. Yetkisizlik kararı, yargı darbesi, asker gözaltıları derken, biz, Bal filminin ekibi, Semih Kaplanoğlu ile birlikte Berlin´den elimizde Altın Ayı ödülüyle memlekete döndük...
Semih´le on iki yıl önce tanıştığımda, Radikal´de `Karşılaşmalar´ adlı köşesini yazıyordu. Ortada film senaryosu taslakları dışında hiçbir şey yoktu. Ne para, ne proje, ne de yapım şirketi.
Daha ilk günlerde ona güvenmiştim. Hayatta böyle anlar vardır. Olmayanı görür insan. Olacak olanı görür. `Karşılaşma´mızdan iki yıl kadar sonra, çok zor olanaklarla ilk filmimizi çektik.
Bize dünyanın birçok festivalinin kapıları bu sayede açılmaya başladı. Ödüller aldık, yeni filmlerimiz için bize destek olacak kişi ve kurumlarla tanıştık. İkinci filmimiz için gereken paraları bulmak bu sayede bir nebze kolay oldu.
Ama filmlerimizin yapımcılığını kendimizin yapması gerektiğini anlamıştık. Kaplan Filmi böylelikle kurduk. İlk proje, yani bizim ikinci filmimiz, Berlinale´nin Forum bölümüne seçildiğinde uzun bir yola çıktığımızı biliyordum. Yıl 2005´di...
***
Yine Berlin´deydik geçtiğimiz hafta. Aradan geçen bu beş yıl içinde dört film gerçekleştirmiş olarak... Ve bu hiç kolay olmadı. Kaplan Film´in sermayesi maddi manevi hayatımızın her dakikasıyla oluşuyordu çünkü.
Yıllar içerisinde yeni arkadaşlar aramıza katıldı. Çok zor zamanlarımız oldu, üzüldük, sıkıldık. Yine de olacaktır. Çünkü `ödül´ ya da `başarı´ gibi şeyler fazlasıyla `görünür´ oldukları için kalıcı değildir.
Kalıcı olanın değerini ise ölçecek biz değiliz. Ne jüriler, ne de ödüller... Benim için asıl değerli olan niyet. Ne için film yaptığımız. Ne için yazdığımız... İnsanın bu dünyada neyi bırakacağı öncelikle yanında neler götürdüğüyle ilgili. Çünkü buradan `oraya´ aynı ânın içinde uzayan çift yönlü yollar var.
***
Yusuf Üçlemesi´nin ilk filmi olan Yumurta, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali´nin `Yönetmenlerin on beş günü´ adlı bölümünde yaptı. İkinci film olan Süt´ün prömiyeri ise Venedik Film Festivali´nin ana yarışmasında gerçekleşti.
Beş yıl içinde dünyanın hemen her kıtasından birçok yapımcı, dağıtımcı ve yönetmenle tanıştık. Arkadaş olduk. Kimi zaman onların başarılarıyla sevindik, onları kutladık. Filmlerimiz farklı kıtalarda, farklı festivallerden ödülle döndüğünde onlar bizi aradı, kutladı.
Bazen de hayalkırıklığına uğradık. Üzüldük. Borçlandık. Ama dünyanın en dip köşelerinde birbirinden şaşırtıcı `karşılaşma´lar yaşadık. Kucaklaşmalar, sevinçler, hüzünler...
Berlin´de yıllardır kader birliği ettiğimiz bu kişilerin birçoğuyla beraberdik. Bu yıllar içerisinde birlikte çalıştığımız yabancı ortaklarımız, bu ortaklarımızı bulmamıza vesile olan yapımcı buluşturma fonları, o fonlara bizi seçen yöneticiler...
Yakın ve uzak arkadaşlardan, yabancı bağlantılardan, alakasız kişilerden dilek ve dualar bize ulaştıkça, giderek karnıma bir sancı saplanıyordu. Hepimiz beraberdik. Ayı´yı birlikte bekliyorduk.
Ben de bekliyordum. Ödül olarak değil. Ödül bir metafordu sadece. Altın. Gümüş. Ya da ne bileyim ne!.. Onu `biz´ almadık. Bal´a o geldi.
Ayı ile bal arasındaki bağlantının yalnızca isimlerin müsemmasından ibaret olmadığını filmi herkesle birlikte izlerken fark ettim. İzleyiciler arasında giderek büyüyen bir güzellik vardı.
***
Kalbin görünmez yollarında bir `karşılaşma´ydı bu. Papazlar da vardı bu buluşmada. Dünya Kiliseler Birliği ödülünü Bal´ın alması boşuna değildi. Hakiki karşılaşmaların menşei yoktu.
Olanla, olmasını istediğim aynı ânın sonsuzluğunda birbiriyle örtüştü. Ve ben deli bal, altın ayı, karakovan, gürgen ağacı, Yusuf´un rüyası, izleyen, izlenen, sevinen, sevindiren oldum...
Ankara´da gözaltına alınanlar İstanbul´a getiriliyor şu anda. Gündemden uzaktayım. Bizi yeniden birleştirecek olan dilde; kesintisiz bir duanın içindeyim.
Semih insanları sevindirmek ne güzel diyor. Evet, öyle sahiden. Almak değil. Vermek bu. Hayırla.
Leyla İpekçi/TARAF