"BAĞIMSIZ AYDIN MANİFESTOSU!.." ENVER AYSEVER'DEN SAĞDUYU ÇAĞRISI!..
SkyTürk televizyonu program koordinatörü ve Birgün Gazetesi yazarı Enver Aysever, vicdan yazarlarının 5'incisinde 'Bağımsız Aydın Manifestosu' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
SkyTürk televizyonu program koordinatörü ve Birgün Gazetesi yazarı Enver Aysever, vicdan yazarlarının 5'incisinde 'Bağımsız Aydın Manifestosu' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
"En kötü olan bilip de söylememektir, görüp de başını çevirmek zorunda kalmaktır" diyen Enver Aysever aydınları toplumların vicdanı olmaya çağırıyor.
Ülkede olup bitenlerden aydınları ve sanatçıları da sorumlu tutan Aysever, 'Bugün susmak suçtur. Söylemediğinden sorumludur aydın, yazmadığının hesabı vardır romancının; eğer bugün işe yaramayacaksa okuduğun kitaplar, attığın nutuklar; Bugün sahneye çıkıp yol almayacaksan, bir daha asla ses verme' diyor.
İşte o yazı;
VİCDAN YAZILARI (5) `BAĞIMSIZ AYDIN MANİFESTOSU´
Eve geç gidiyorum günlerdir. Ülke hareketli... İnsan niçin yazı yazar, şiir söyler, mazlumun derdine derman olmak, sesine ses vermek için niçin çabalar, düşünüyorum... Giderek içtenliğimizi, gerçeğimizi yitirdik sanki... Bugünlerde kötü yola düşmüş şiirler... Öyküler tatsız, şarkılar kurak bir çöl gibi... Yalancı demokratlardan, uydurma barış çağrılarından yorgun bedenim...
En kötü olan bilip de söylememektir... Görüp de, başını çevirmek zorunda kalmaktır... Acı olan ayazda yapayalnız, çırılçıplak kalmış hissetmektir. Birileri ekmeğini çalmaktadır halkının; namusunu pazarlamakta, geleceğine ipotek koymaktadır. Ciğeri beş para etmez leş kargalarına rütbe verilmiş, salınmıştır meydanlara... ne sözleri sözdür aslında, ne de sahici dava peşindedirler... ah o tanıklıklar, o yüzsüzlerin, arsızların, aşağılık adamların itibarlı, onurlu gibi dolanmaları sağda solda... utanmadan önlerinde eğilen, boyun eğen palyaço görünümlü o para babalarına ne demeli peki?
Her dindeler, her dildeler, biçimden biçime giriyorlar, bir virüs gibi yayılıyor, sürekli biçim değiştiriyorlar... salgın bir hastalık gibi sızmışlar ruhumuza... bayrakları yok, toprakları da; evleri, dostlukları, ahlakları ve inançları... ne ezanları ezan, ne çanları çan, ne imanları iman... kutsal kitapları da yok onların, peygamberleri de Allahları da! İnsanlığı tutsak almış pis pis sırıtıyorlar, kalleş bakışlı ve namertler... kin ve intikam içindeler...
Bir büyük güldürünün figüranları olarak biz, eli kalem tutanlar, belki tam da bugün yeniden düşünmeliyiz bu çağ yangını nasıl söner, diye... Anadolu toprağının yıllardır gönülden çiçek veren tohumlarına bakıp utanmıyorsak, hesapsız kitapsız meyvelerini sunan ağaçlardan bilgelik öğrenmiyorsak, niçin adam sınıfından sayıp kendimizi, dolanıyoruz orta yerde...
SESSİZ KALMAYA HAKKIMIZ VAR MI?
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" tümcesinin iğrenç ahlakını almış birileri, kendine kıble edinmiş. Koca binalar dikiyorlar, ekranları var, gazeteleri var, dilediklerini yazdırıyor, dilediklerini söylüyorlar; yetmiyor, tehdit ediyorlar insanları `ya dediğimi yaparsın ya da işsiz aşsız kalıp sürünürsün´ diyorlar. Kocaman kulakları var; yatak odamıza sızıyorlar; kocaman gözleri var; attığımız adımı gözlüyorlar...
Ürkütücü günler yaşanıyor. Sokaklarda sessizlik var, korkunun rüzgârı esiyor, geleceğimize pusu kurulmuş sanki...
Memleketin hali böyleyken ne yapar aydın kişi?
Bir an gelir, tüm dünya birinin sırtına biner sanki. Öyle bir gündür ki o, yaşadığın çağın tüm acıları yüreğini deler geçer, yoksulluklar, yoksunluklar gelir seni bulur. Bir kap çorbanın peşinden koşan çocuk senindir; bir yudum su için kıvranan o yaşlı ana senin yüreğini dağlar... öyle bir fırtına vurmuştur, yıkılan senin damındır; öyle bir deprem olmuştur ki, çöken senin evindir...
Sessiz kalmak suçtur. Kin sana göre değildir, doğru! İntikam seni anlatmaz, doğru! Ama yalandan özgürlük tarifine, halkını dilenci yerine koyanlara diyeceğin bir söz yok mudur? Halktır bu! Kimi zaman celladına âşık olur, kimi zaman gözleri kördür, göremez... ses versin istersin, susar... ama zaman kendi bildiği gibi akar ve halklar er ya da geç birbirine benzediği için, şaşmaz terazisinde zamanın yerli yerine kor yine kendine sevdalı olanı...
Bugün bütün ezberlerden arınıp, doğru bildiklerine iman etmekten vazgeçerek, yeni bir söz söylemek lazım değil mi cancağızım? Bu sabah güneş yeni değil mi? Camlarını kir pas almışsa da, sokak lambaları aydınlatmaktan vazgeçtiyse de etrafı, bir halkın vicdanı ve ruhu işgal altındaysa da ne gam? Sen değil misin böyle zamanlar için kendini sorumlu sayan?
Bugün susmak suçtur. Söylemediğinden sorumludur aydın, yazmadığının hesabı vardır romancının; söylemediğin şarkı gün gelir seni bulur; oynamadığın oyun boynunun borcudur... eğer bugün işe yaramayacaksa okuduğun kitaplar, attığın nutuklar; bugün, sahneye çıkıp rol almayacaksan, bir daha asla ses verme!
Gecenin bir vakti eve gelip de, usulca girerken kapıdan bunu düşündüm yine.
Mışıl mışıl uyuyan bir kızın babasıyım ben. Bu gece en güzel düşleri görsün istediğim tüm çocukların babası gibi hissetmekteyim kendimi!
Elimizden her şeyimizi alabilirler ama evladımıza duyduğumuz sevgiyi kim çalabilir?