AYŞE ARMAN'DAN YENİ BİR SEKS RÖPORTAJI; ARZU ET, YAP, TATMİN OL!

Hürriyet yazarı Ayşe Arman bugünkü köşesini Nuran Yıldız ve yeni kitabı "Aşk Yüzyılı Bitti"ye ayırdı..

Seks ve alışveriş

(Günümüz insanın bu iki şey motive diyor: Seks ve alışveriş)

GERÇEKTEN güzel kitap: “Aşk Yüzyılı Bitti”. Okudukça yeni şeyler keşfediyorum.

Nuran Yıldız, tatlı tatlı anlatıyor tespitlerini ama manyak bir çalışma ve emek aslında. Normalde akademik kitapları okumak, anlamak zorlar insanı. Bu öyle değil, tabii ki günümüz iletişim ve felsefe dünyasının pek çok tezi yer alıyor kitapta, bir sürü düşünür ve felsefeciden alıntılar da var. Ciddi bir çalışma. Ama kasmıyor insanı.

Nuran’ın dili çok iyi olduğu için, su gibi akıp gidiyor. Karamsar da değil; aksine, zamanın karakterini, ruhunu anlatıyor, bir “durum tespiti” yapıyor, “Vaziyet budur arkadaşlar!” diyor ve elimize, önümüzü görmemizi sağlayan bir “yol haritası” veriyor. Onunla ne yapacağımız bize kalmış...


Sen en son ne zaman âşıktın?
-Ben aşka inanan ama aşık olduğu adama inanmayan kuşaktanım.
Nasıl yani?
-Bizim kuşak, bir adamı sevdiği zaman onu tüm halleriyle sever. Özgüvenimize yansır bu. Ama adamlar karşılarında özgüvenli kadınlar istemezler, kolay şeyleri, kendilerini yormayan şeyleri seçerler. Çünkü kendilerine aşık yetiştirildikleri için Angelina Jolie’ler kendilerini bekliyor sanıyorlar! Karşılarındaki kadına dürüst değiller. Daha önemlisi, kendilerine de dürüst değiller. Ben de bu anlamda kısa çöpü çekmiş biriyim...

Bu kitap özünde ne anlatıyor?
-Bu kitap demek istiyor ki: “Kocanın ya da sevgilinin seni terk etmesini önlemek için estetik yaptırmak, kilo vermeye çalışmak, seksi iç çamaşırları giymek işe yaramaz”. Strateji bile değil bunlar! Günümüzde artık, “terk etmek” diye bir gerçeklik var. Eş için de, sevgili için de, seçmen için de, çalışan için de, takipçi için de bu geçerli. Sıkıldı mı, bana müsaade, uğraşmıyor, debelenmiyor, terk ediyor. Artık şıklardan biri bu: Herkes, herkesi ve her şeyi kolayca terk edebiliyor. Neden böyle olduğunu anlarsan, daha kolay mücadele edersin...
Niye böyle peki? Bize n’oldu da her şeyi böyle kolay bırakır, terk eder olduk...
-Sebeplerden biri de medya. Çünkü insanlara sürekli başka bir sürü seçeneği olduğu mesajını veriyor. Medya yazıp çizdikçe de, herkes bir George Clooney/Angeline Jolie peşine düşüyor. Görüyor, özeniyor ve hayalini kuruyor. Sonra dönüp kendi hayatındaki sevgiliye bakıyor, hiç de onlara benzemiyor. Kendi hayatındaki insanın burnu akıyor, ayağı kokuyor... Oysa televizyonda mesela Angelina sevişiyor, yataktan kalkıyor, saç baş düzgün, makyaj yerinde. Bir de kendi sevgilisine bakıyor, yataktan kalktığında ağız, burun, saç birbirine girmiş. Neden onunla yetinsin ki? Bırakıp gidiyor! Yan masadaki güzel kadını kesiyor. Oysa, bilmiyor ki o kadın da o masada sorun yumağı olarak oturuyor...
Kitapta bir de “cepteki ilişki” diye bir kavram var...
-Ya evet. Bazı kişiler, hep “cepte durur”. Cepte tutulur. Atılmaz, gereksinim anında çıkarılır. Tıpkı, dolabın bir köşesinde atmaya kıyamadığınız ayakkabımız gibi. Onların hayatları daha zor tabii...

MADAM BOVARY’NİN FELAKETİ
Madame Bovary’nin yaşadığı felaketin sebebi neydi? Bugün için alınacak ders ne?
-Bovary’i felaketin eşiğine getiren, cinsel ve tüketimsel orgazmın peşinde olması. Bu da aşk değil. Seksüel arzu ve haz. Oysa haz almakla, mutlu olmak aynı şey değil. Birbirlerinin içinde olan şeyler. Tek başına haz, mutluluk getirmiyor, getiremiyor. Getirseydi, aynı sözcükle ifade edilirdi.
Sence bu çağda, “mutluluğun koşulu” nedir? Neye sahip olamazsak mutsuz oluruz?
-Biz duygusuna sahip olamazsak, kesinlikle mutsuz oluruz. Eskiden “sen’le ben” vardı, şimdi “sen ve ben”.
O “sen ve ben”, birleşip “biz” olamıyor. O tek tek insanlar da birlikte yaşarken, birbirlerini mutlu edemiyorlar, çünkü herkes kendi gerçeğinin, kendi taleplerinin ve hayallerinin peşinde.

MİŞ GİBİ HAYATLAR
Niye sosyal medyaya, (a)sosyal medya deyip duruyorsun?

-Çünkü öyle. Adının tersine sosyal görünüp, fevkalade asosyal ve bir başımıza olduğumuz bir medya. Bizler, kocaman bir gösterinin içinde yaşıyoruz. Gösteri, gerçeği değil, “gerçekmiş gibi”yi ister. (a)sosyal medya da bunun ortamını yaratıyor. Orada herkes “miş gibi”. Mesela takipçi sayıları, arkadaşlar vesaire sadece gösteri. Popçunun biri, “Binlerce takipçim var, ama albüm bin adet bile satmadı” demişti. “Gerçek” olursan cazip olmuyorsun, “miş gibi” olursan, yani özenilecek biriymiş gibi yapabilirsen talep görüyorsun...

KADIN DA, ERKEK DE MELEZLEŞİYOR

Yeni dönemde en çok dayak yiyen kavramlardan biri evlilik. Çünkü karı-koca rollerinin “melezleşmesi” söz konusu. Bu da evlilikleri zora sokan şeylerden biri. Kadın, kendisinden beklenen annelik ve ev kadınlığı rolleri yerine, erkeklere atfedilen çalışma rolünü ortak hayata eklediğinde, ne onu, ne bunu tam anlamıyla yerine getirebiliyor. Erkek için de aynı şey söz konusu. Alışıldık erkek rolleri yerine, çocuklara bakmak, yemek yapmak gibi roller eklendikçe, evlilik ‘‘eşitlikçi’’ oluyor ama ilişki melezleşiyor. İlişkide sorun alanları artıyor ve zayıflıyor...

EN BÜYÜK KÖTÜLÜK ÇOCUKLARA

“Ben merkezli” yapıda en büyük kötülük çocuklara yapılıyor. Anne ve baba, çocuklarına “dünyanın merkezi muamelesi” yapıyor. Çocuk da istediği her şeye hemen ulaşacakmış, en iyi şeyleri hak ediyormuş hissiyle yetişiyor. Oysa acımasız rekabet ortamına ilk adımını attığında, travma da beraberinde geliyor. “İstediğin her şeyi olabilirsin!” dediğin çocuk, hukukçu olmak istiyorsa, talep sayısıyla arz sayısı eşit değil ki. Seçilmediğini öğrenince çuvallıyor. İş yaşamında da benzer şeyler söz konusu...

ARZU ET, YAP, TATMİN OL!
VE “HOOOP” YENİ BİR NESNEYE YÖNEL


Bugünün insanını, iki eylem motive ediyor: Alışveriş ve seks! Her ikisi de benzer süreçlerle başlıyor, devam ediyor ve bitiyor: “Arzu et! Yap! Tatmin ol! Sonra hooop yeni bir nesneye -insan ya da ayakkabı fark etmez- yönel, sürece yeniden başla... Döngü bu...”

RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN