AYŞE ARMAN FENERBAHÇE FORMASINI NEDEN KESTİ?
Hürriyet yazarı Ayşe Arman, Fenerbahçe- Galatasaray derbisinde giydiği yakası açık formanın sırrını açıkladı!
Helikopter korkusu omzu düşük Fener forması
DÜNYA değişiyor.
Medya değişiyor.
Hürriyet de değişiyor.
“Hürriyet Dünyası” diye bir şey gelişiyor.
Her şeyi, şemsiyesi altında barındıran yeni bir mecra.
Yavaş yavaş bütün Hürriyet çalışanları, “Hürriyet Dünyası”nın bir parçası oluyor.
Oluyoruz.
İstesek de istemesek de.
Çünkü “zamanın ruhu” artık bu yönde.
Dışında kalmak mümkün değil.
Artık sadece gazeteden söz etmiyoruz. Sadece yazıp, haberi ertesi gün gazetede görmek değil yani.
Bu, yeterli değil.
Çok daha hızlı her şey.
Çok daha kapsamlı.
Yazılı ve dijital medyayı bir arada kullanıyoruz.
Kullanmaya çalışıyoruz.
Hepimiz bunun için uğraşıyoruz.
Facebook, Twitter, com.tr (Hürriyet.com.tr’ye böyle diyorlar) hepsinde bir anda var olmak gerekiyor.
Öyle ya da böyle.
Yoksa “geleneksel basın”ın bir emekçisi olarak kalıp, yavaş yavaş “dinozor” olmak söz konusu.
Sonra da toptan bu mesleğe “Adios” demek...
Zekânın en güzel tanımı
42 yaşındayım.
24 yıldır bu meslekteyim.
Hem korkuyorum, hem heyecanlanıyorum. Çünkü iliklerime kadar değişimi hissediyorum. Kendimi henüz “dinozor” saymıyorum ama fark ediyorum ki, daha uyumlu olmam gerekiyor.
Zekânın en sevdiğim tanımlarımdan biri, bulunduğun ortama, zamana uyum sağlayabilmek.
Çok zeki olduğumu iddia etmiyorum ama en azından yeniliklere uyum sağlamam gerektiğini biliyorum.
Sözcükleri sevdim cümlelerle seviştim
Demem o ki arkadaşlar...
Benim aslında kamera korkum var.
İlgisizliğim de.
Tabii ki denemişliğim ve becerememişliğim de.
Ekranda kendimi salak buluyorum.
O yüzden de yatırımımı yazılı medyaya yaptım.
O, daha benim kontrolümdeydi.
Hikâyelerin peşinde koştum, sözcükleri sevdim, cümlelerle seviştim.
Her haberin fotoğrafıyla uğraştım, hâlâ uğraşıyorum.
Sizi, sadece iyi sorularla tavlamamın yeterli olmadığını, görselliğin de önemli olduğunu biliyorum.
Nuriye Akman yıllar önce, “Bu işin görsel kısmıyla niye bu kadar uğraşıyorsun?” demişti hafif de küçümseyerek, “Ben röportajımı yaparım, foto muhabiri çeker fotoğrafı getirir, ben karışmam...”
Ben hiç o görüşte olmadım, bunun hepsi bir bütün...
O yüzden hem gazete içinden, hem dışarıdan profesyonel fotoğrafçılarla çalışıyorum. Amacım, her defasında becerebilirsem sizi şaşırtmak, bunun için uğraşıyorum. Konuklarımdan bir “efsane” yaratmaya çalışıyorum.
Ama şimdi fark ediyorum ki, bu da yeterli değil, daha da fazlası gerekiyor, dişimi kırmak pahasına, kendi kendimize meydan okumamız gerekiyor.
Bu da beni korkutuyor.
Ama aynı zamanda, “Yaşasın 42 yaşında hayat yeniden başlıyor!” diye heyecanlandırıyor da.
Bu konuda en saygı duyduğum insanlardan biri de Ertuğrul Özkök.
Onun kendini yenileme hali pes dedirtiyor insana.
Herkes hakkında her şeyi söyleyebilir ama Babıâli’ye gelmiş en çalışkan muhabir. Her gün otuz bin takla atıyor, yazılarını daha da ilgi çekici hale getirebilmek için.
Girmediği alan, konu bırakmıyor...
Çağdışı kalmamak için yapıyorum
Lafın kısası...
Hiçbir güç beni “Fenerbahçe-Galatasaray” maçı öncesi o helikoptere bindiremezdi...
Çünkü bana uygun bir iş değildi.
Çünkü o, benim zayıf halkam.
Kamera bilmediğim bir şey.
Ben yazı insanıyım, gözlemlerimi yazmayı isterim, bak o sevdiğim, kısmen de bildiğim iş.
Ama gördüklerini aynı anda ekrana yumurtlamak...
Anlatmak, aktarmak...
Birine ekranda sorular sormak...
I-ıh...
Sonuna kadar yan çizmeye çalıştım.
1 Mayıs da aynı hesap.
Ama sonunda kabul etmeye mecbur kaldım. Tek nedeni var:
Çağdışı gazeteci ilan edilmekten korktuğum için.
Çünkü toplu bir dönüşüm yaşanıyor.
Ve bunun dışında kalmak, artık mümkün değil.
Size ayrılan sürenin sonuna geldiniz
Yine de helikopter en siniriydi.
Enis Berberoğlu’nu aradım, “Madem istiyorsunuz, stadın önüne gideyim ya da Develi’ye, yeter ki o şeye binmeyeyim...” dedim.
“Hangi şeye?” dedi.
“Helikoptere” dedim.
“Neden?”
“Korkuyorum. Uçaktan korkuyorum, helikopterden iyice korkuyorum. O gün hava da iyi olmayacakmış. Lütfen, ayağım yerde kalsın. Gerçekten tırsıyorum” dedim.
Makineli tüfek gibi konuşmaya devam ettim, “Voleybolcu kızları yaptım, iyi de oldu. Bırak ben öyle işler yapayım...”
Bazen o kadar çok konuşuyorum ki, metalik bir sesle, “Size ayrılan sürenin sonuna geldiniz!” diyor, yine dedi. Yani, “Biraz sus ve beni dinle”nin kibarcası.
Arkasından da şöyle şahane bir şey söyledi.
“Ben sana genel yayın yönetmeni sözü veriyorum! Hiçbir şey olmayacak. Helikopter filan düşmeyecek. Çok korkarsan, seni indirecekler...”
Küçük beden erkek forması istemiyoruz
Her şey iyiydi, güzeldi de...
Ben helikopterden korkarken, beni yere çaktıran forma oldu!
Fenerbahçe forması.
Giderken, üzerimde Fenerbahçe forması olsun istedim.
Sevgilimin formasını aldım.
Ama büyüktü. Erkek forması çünkü, üzerimden dökülüyordu. Bu formaların kadın için olanları henüz üretilmiyor. Ve biz kadınlar, her şart altında kadınız. Zaten iriyim, içinde yüzdüğüm bir forma açmadı beni.
Bütün tişörtlerimi kestiğim biçtiğim gibi onu da hallettim.
Önce üzerimde gecelik kadar uzun duran formayı, bir makas darbesiyle attan kısalttım. İkinci hamle kollara, onları da kısalttım.
Boynu da sinirdi, bir makas da boynuna attım.
Bu üçlü operasyondan sonra, Ajda’nın omuzu düşük tişörtleri gibi oldu.
Twitter’da Galatasaraylılar, sağ olsunlar dillerine dolamışlar, forma giyerken bile seksi durmaya çalışıyormuşum.
Neresi seksi, bence sakil.
Aceleye geldi öyle oldu.
Giderek tecrübe kazanacağım...
Kadın bedenine uygun forma istiyoruz
Helikoptere bindik.
Belimizden bir emniyet kemeri taktılar, üzerine de bantladılar.
“O kapı niye açık?” demeye kalmadan, havalandık.
Kamera çekebilsin diye de kapısı yok.
İstanbul ayaklarımın altında.
Kanat son derece sakin, “Bir şey olmaz merak etme” diyor, Sebati ayakları neredeyse boşlukta, sanki deniz kenarında ayaklarını suya sallandırıyor, kameraman arkadaşımız ise biraz bana yakın duygular içindeydi, “Sen nasıl hissediyorsun?” deyince şöyle dedi:
“Pek iyi değil, yükseklik korkum var!”
Yine de ürktüğüm gibi olmadı.
Helikopter çok gürültülü bir yer, konuşmak, röportaj yapmak için uygun bir mekân değil, ama İstanbul’u kuşbakışı görmek güzel.
Bu helikopter macerasından bana kalan...
1-) Şampiyon olamamanın üzüntüsü.
2-) Pek çok mesaj almış olmam. Kadınlar kendileri için de özel forma üretilsin istiyorlar. Küçük beden erkek forması giymek yerine, kadın bedenine uygun forma giymeyi talep ediyorlar.
Ayşe ARMAN / HÜRRİYET
DÜNYA değişiyor.
Medya değişiyor.
Hürriyet de değişiyor.
“Hürriyet Dünyası” diye bir şey gelişiyor.
Her şeyi, şemsiyesi altında barındıran yeni bir mecra.
Yavaş yavaş bütün Hürriyet çalışanları, “Hürriyet Dünyası”nın bir parçası oluyor.
Oluyoruz.
İstesek de istemesek de.
Çünkü “zamanın ruhu” artık bu yönde.
Dışında kalmak mümkün değil.
Artık sadece gazeteden söz etmiyoruz. Sadece yazıp, haberi ertesi gün gazetede görmek değil yani.
Bu, yeterli değil.
Çok daha hızlı her şey.
Çok daha kapsamlı.
Yazılı ve dijital medyayı bir arada kullanıyoruz.
Kullanmaya çalışıyoruz.
Hepimiz bunun için uğraşıyoruz.
Facebook, Twitter, com.tr (Hürriyet.com.tr’ye böyle diyorlar) hepsinde bir anda var olmak gerekiyor.
Öyle ya da böyle.
Yoksa “geleneksel basın”ın bir emekçisi olarak kalıp, yavaş yavaş “dinozor” olmak söz konusu.
Sonra da toptan bu mesleğe “Adios” demek...
Zekânın en güzel tanımı
42 yaşındayım.
24 yıldır bu meslekteyim.
Hem korkuyorum, hem heyecanlanıyorum. Çünkü iliklerime kadar değişimi hissediyorum. Kendimi henüz “dinozor” saymıyorum ama fark ediyorum ki, daha uyumlu olmam gerekiyor.
Zekânın en sevdiğim tanımlarımdan biri, bulunduğun ortama, zamana uyum sağlayabilmek.
Çok zeki olduğumu iddia etmiyorum ama en azından yeniliklere uyum sağlamam gerektiğini biliyorum.
Sözcükleri sevdim cümlelerle seviştim
Demem o ki arkadaşlar...
Benim aslında kamera korkum var.
İlgisizliğim de.
Tabii ki denemişliğim ve becerememişliğim de.
Ekranda kendimi salak buluyorum.
O yüzden de yatırımımı yazılı medyaya yaptım.
O, daha benim kontrolümdeydi.
Hikâyelerin peşinde koştum, sözcükleri sevdim, cümlelerle seviştim.
Her haberin fotoğrafıyla uğraştım, hâlâ uğraşıyorum.
Sizi, sadece iyi sorularla tavlamamın yeterli olmadığını, görselliğin de önemli olduğunu biliyorum.
Nuriye Akman yıllar önce, “Bu işin görsel kısmıyla niye bu kadar uğraşıyorsun?” demişti hafif de küçümseyerek, “Ben röportajımı yaparım, foto muhabiri çeker fotoğrafı getirir, ben karışmam...”
Ben hiç o görüşte olmadım, bunun hepsi bir bütün...
O yüzden hem gazete içinden, hem dışarıdan profesyonel fotoğrafçılarla çalışıyorum. Amacım, her defasında becerebilirsem sizi şaşırtmak, bunun için uğraşıyorum. Konuklarımdan bir “efsane” yaratmaya çalışıyorum.
Ama şimdi fark ediyorum ki, bu da yeterli değil, daha da fazlası gerekiyor, dişimi kırmak pahasına, kendi kendimize meydan okumamız gerekiyor.
Bu da beni korkutuyor.
Ama aynı zamanda, “Yaşasın 42 yaşında hayat yeniden başlıyor!” diye heyecanlandırıyor da.
Bu konuda en saygı duyduğum insanlardan biri de Ertuğrul Özkök.
Onun kendini yenileme hali pes dedirtiyor insana.
Herkes hakkında her şeyi söyleyebilir ama Babıâli’ye gelmiş en çalışkan muhabir. Her gün otuz bin takla atıyor, yazılarını daha da ilgi çekici hale getirebilmek için.
Girmediği alan, konu bırakmıyor...
Çağdışı kalmamak için yapıyorum
Lafın kısası...
Hiçbir güç beni “Fenerbahçe-Galatasaray” maçı öncesi o helikoptere bindiremezdi...
Çünkü bana uygun bir iş değildi.
Çünkü o, benim zayıf halkam.
Kamera bilmediğim bir şey.
Ben yazı insanıyım, gözlemlerimi yazmayı isterim, bak o sevdiğim, kısmen de bildiğim iş.
Ama gördüklerini aynı anda ekrana yumurtlamak...
Anlatmak, aktarmak...
Birine ekranda sorular sormak...
I-ıh...
Sonuna kadar yan çizmeye çalıştım.
1 Mayıs da aynı hesap.
Ama sonunda kabul etmeye mecbur kaldım. Tek nedeni var:
Çağdışı gazeteci ilan edilmekten korktuğum için.
Çünkü toplu bir dönüşüm yaşanıyor.
Ve bunun dışında kalmak, artık mümkün değil.
Size ayrılan sürenin sonuna geldiniz
Yine de helikopter en siniriydi.
Enis Berberoğlu’nu aradım, “Madem istiyorsunuz, stadın önüne gideyim ya da Develi’ye, yeter ki o şeye binmeyeyim...” dedim.
“Hangi şeye?” dedi.
“Helikoptere” dedim.
“Neden?”
“Korkuyorum. Uçaktan korkuyorum, helikopterden iyice korkuyorum. O gün hava da iyi olmayacakmış. Lütfen, ayağım yerde kalsın. Gerçekten tırsıyorum” dedim.
Makineli tüfek gibi konuşmaya devam ettim, “Voleybolcu kızları yaptım, iyi de oldu. Bırak ben öyle işler yapayım...”
Bazen o kadar çok konuşuyorum ki, metalik bir sesle, “Size ayrılan sürenin sonuna geldiniz!” diyor, yine dedi. Yani, “Biraz sus ve beni dinle”nin kibarcası.
Arkasından da şöyle şahane bir şey söyledi.
“Ben sana genel yayın yönetmeni sözü veriyorum! Hiçbir şey olmayacak. Helikopter filan düşmeyecek. Çok korkarsan, seni indirecekler...”
Küçük beden erkek forması istemiyoruz
Her şey iyiydi, güzeldi de...
Ben helikopterden korkarken, beni yere çaktıran forma oldu!
Fenerbahçe forması.
Giderken, üzerimde Fenerbahçe forması olsun istedim.
Sevgilimin formasını aldım.
Ama büyüktü. Erkek forması çünkü, üzerimden dökülüyordu. Bu formaların kadın için olanları henüz üretilmiyor. Ve biz kadınlar, her şart altında kadınız. Zaten iriyim, içinde yüzdüğüm bir forma açmadı beni.
Bütün tişörtlerimi kestiğim biçtiğim gibi onu da hallettim.
Önce üzerimde gecelik kadar uzun duran formayı, bir makas darbesiyle attan kısalttım. İkinci hamle kollara, onları da kısalttım.
Boynu da sinirdi, bir makas da boynuna attım.
Bu üçlü operasyondan sonra, Ajda’nın omuzu düşük tişörtleri gibi oldu.
Twitter’da Galatasaraylılar, sağ olsunlar dillerine dolamışlar, forma giyerken bile seksi durmaya çalışıyormuşum.
Neresi seksi, bence sakil.
Aceleye geldi öyle oldu.
Giderek tecrübe kazanacağım...
Kadın bedenine uygun forma istiyoruz
Helikoptere bindik.
Belimizden bir emniyet kemeri taktılar, üzerine de bantladılar.
“O kapı niye açık?” demeye kalmadan, havalandık.
Kamera çekebilsin diye de kapısı yok.
İstanbul ayaklarımın altında.
Kanat son derece sakin, “Bir şey olmaz merak etme” diyor, Sebati ayakları neredeyse boşlukta, sanki deniz kenarında ayaklarını suya sallandırıyor, kameraman arkadaşımız ise biraz bana yakın duygular içindeydi, “Sen nasıl hissediyorsun?” deyince şöyle dedi:
“Pek iyi değil, yükseklik korkum var!”
Yine de ürktüğüm gibi olmadı.
Helikopter çok gürültülü bir yer, konuşmak, röportaj yapmak için uygun bir mekân değil, ama İstanbul’u kuşbakışı görmek güzel.
Bu helikopter macerasından bana kalan...
1-) Şampiyon olamamanın üzüntüsü.
2-) Pek çok mesaj almış olmam. Kadınlar kendileri için de özel forma üretilsin istiyorlar. Küçük beden erkek forması giymek yerine, kadın bedenine uygun forma giymeyi talep ediyorlar.
Ayşe ARMAN / HÜRRİYET