AYŞE ARMAN BİHTER MODASININ PEŞİNE DÜŞTÜ!..

Ayşe Arman'ın bu haftaki röportaj konuğu Aşk-ı Memnu modasının yaratıcılarından Milka Karaağaçoğlu oldu.

İşte Bihter kolyesi salgınının sorumlusu: MİLKA KARAAĞAÇLI

Son İstanbul seferimde bir baktım herkesin boynunda aynı kolye. “Bu nasıl bir salgın böyle?” dedim. Bankada, sokakta, bakkalda, manavda, röportajda, kokteylde, defilede, toplantıda, her yerde ama her yerde karşıma çıktı. Bu salgını başlatan kişiyi merak ettim. Araştırdım buldum. Sadece mücevherleri değil, hayat hikayesi, macerası da ilginç.

İşte karşınızda Milka Karaağaçlı...

* Milka... Milka çikolatalarıyla bir akrabalığınız var mı?
- (Gülüyor) Benimle tanışan herkes önce bunu soruyor. Keşke olsaydı ama vallahi billahi yok!
* Peki adınız nereden geliyor?
- Babaannemin adı “Malka”, kraliçe demekmiş. Babam , bana bu ismi koymak istemiş, annem de söylemesi daha kolay diye “Milka olsun” demiş. Yani uydurmuş! İsmimi duyan, “Nasıl yani?” diyor, “Milka çikolata gibi ” diyorum, “Haaaa” yapıyor. İyi bir şey insanın isminin bir çikolatayla özdeşleşmesi.
* Nerelisiniz?
- İstanbulluyum, ailem de öyle.
* Çocukluğunuzdan neler hatırlıyorsunuz?
- Büyükada’daki yaz tatillerini. Her şeyin ilki. Babam bana yüzmeyi öğretti, paletleri taktı havuza itti. Bisiklete binmeyi de öyle öğrendim. Babam itti arkamdan, bir baktım gidiyorum. Küçükken de tekdüzeliği sevmezdim. Yeni binmeye başladığım günlerdi. Bizim evin orda çok dik bir yokuş vardı. En tepesine çıktım. Hedefim çok hızlanıp ellerimi bırakmak ve rüzgarı yüzümde hissederek, yokuş aşağı inmekti. Bir baktım, birinin kucağında dispansere gidiyorum! Ellerimi bıraktığımda birkaç takla atmışım! Ben hep haşarıydım, “Okul bitsin de Ada’ya gideyim” diye yazları iple çekerdim. 15 yaşında da aşık oldum. Ama ne aşk!
* Vayyyyyyy...
- Evet. O zamanlar üç haftada bir geceleri 12’ye, diğer üç hafta da 10 buçuğa kadar dışarı çıkma iznim vardı. Haftada bir görüşerek, birkaç senemizi geçirdik. Sonra bu bizi kesmedi! Beraber yaşamak istedik. “Olmaz! O kadar da modern değiliz!” diye bir tepki alınca, “O zaman evlenelim!” dedik. Üniversite birde evlendik.
* Ne kadar sürdü bu evlilik?
- 5 yıl flört, 4 yıl evlilik. O zamanlar kendimi büyük sanıyordum, her şeyi biliyor sanıyordum. Meğer ne kadar da küçükmüşüm! Meğer insan, zaman içinde ne kadar da değişiyormuş, büyüyormuş! Ama o yaşlarda benim kendimi düşünecek vaktim yoktu, başka sorumluluklar üstlenmiştim: Yemek yapmak, köpek bakmak, okula gitmek, işe gitmek, ev idare etmek gibi. Bitmek bilmeyen bir enerjim vardı, hâlâ öyle. Ama insan yoruluyor ve evet durmak istiyor. Durunca da içsel yolculuğum başladı, boşandık.
* İnsanlara ilk aşklarıyla evlenmelerini tavsiye eder misiniz?
- Etmem.
* 15 yaşındaki bir insanın duyguları sahici midir?
- Sahicidir tabii ama o, zamanla o duyguların geçeceğini bilemez, hep öyle kalacak sanır.
* Babanız, birlikte yaşamanıza izin verseydi, gider evlenir miydiniz?
- Yok hayır, evlenmezdim. Ama sonuç yine aynı olurdu, beraber yaşayıp ayrılmış olurduk.
* Ayrıldıktan sonra neler yaşadınız? Nasıl dikildiniz?
- Zor bir dönemdi. Allah’tan bir işim vardı, işe yapıştım.Ve her şeyi sorguladım. Kendi hayat felsefemi oluşturdum. Bu sürecin sonlarına doğru yeniden aşık oldum. Anladım ki hayatta her şey geçiyor. Mutluluk ve acı tek kelime. Aşkı ne kadar derin yaşarsan, acısı da beraberinde, o kadar derin geliyor. Bunu bilerek, bilinçli olarak kendimi hiç kapatmadım, “Sonu ne olacaksa olur, ben yaşadığım her şeyi dibine kadar hissetmek isterim” dedim. Hayat, ancak böyle yaşanmaya değer oluyor!
* Ne güzel söylediniz! Peki sonra ne yaptınız?
- İlk çalıştığım yerde çok kısa sürede müşteri direktörü olmuştum. İkinci çalıştığım ajansa da aynı pozisyonda geçtim. Temsil ettiğim markaların tamamı, çokuluslu şirketlere aitti. Haftada bir seyahat etmeye başlamıştım. Yorucuydu ama zevkliydi. Bütün hayallerim gerçek olmuştu sanki. Markalarımın sayısı gittikçe arttı, ekibim büyüdü, bir baktım ki ajansın yüzde 80 cirosunu yapan markaların başındayım. Kolay olmadı tabii. “Kurumsal dünya” çok çetin. Oyunlar üzerine kurulu. 5 adım sonrasını görebilmek, savunmasız ve çaresiz olduğunda da renk vermemeyi becermek... Duygulara yer yok yani. Oysa, benim içim dışım bir, suratımdan her şeyi anlarsınız. Sevmediğim insanlarla çalışamam. Ama bir şekilde becerdim. Becerdim de... Bir an geldi “erkek enerjisi yoğun ortam”larda çalışmaktan bıktım. Ve dedim ki: Tamam ben bu işi seviyorum, ama gelecek yıl kendimi nerede görüyorum? Bilmiyorum. Evet aynı şekilde çalışmaya devam edersem 5 sene sonra ajans başkanı olacağımı da biliyorum. Peki istiyor muyum? Cevabım çok netti: Hayır! İyi de ne yapacaktım?
* Takı tasarımcılığı aklınıza nereden geldi?
- Tesadüf aslında. Londra’da yaşayan bir İngiliz arkadaşıma hediye olarak, nazar boncuklu bir kolye götürdüm. Spiritüelliğin moda olduğu dönemde, Türk geleneklerini temsil eden bu kolye çok alkış aldı. Arkadaşları bana bileziğini, küpesini, kolyesini sipariş etmeye başladılar. E tabii, kafamda fikirler uçuşmaya başladı. 3 haftada 70 farklı nazar boncuklu model yaptım ve Londra’ya yolladım, tamamı satıldı. Artık duramazdım, çünkü hayatımda yeni bir kapı açılmıştı. “Meğer benim tasarım gözüm varmış, meğer yaratabiliyormuşum” dedim ve işe balıklama daldım!
* Sonra?
- İkinci koleksiyonumu Türkiye için yapmaya karar verdim. Ve gerisi geldi.
* Neden markanızın adı Kısmet?
- Öyle bir sözcük istedim ki, hayatımızın içinde olsun, cümle içinde kolay kullanılabilsin, yabancılar tarafından da kolay telaffuz edilsin ve hayat felsefemi yansıtsın.
* Bu işlerde para gerekmiyor mu, sadece zevkli olmak yetiyor mu?
- Parasız olur mu? Altın ve pırlanta satın almanız gerekiyor. Çok cüzzi paralarla başladım, kazandıkça işi büyüttüm.
* Peki ticari zeka gerekmiyor mu?
- Tasarım gözü gerekiyor. Bu varsa, arkasından gelen 3 tane koşulum var: İyi insan olacaksın, çok çalışacaksın, zeki olacaksın.
* Harvey Nichols’ı nasıl ikna ettiniz?
- Benim tek istediğim satış noktası Harvey Nichols’tı. İnceledim, aksesuvar bölümleri yoktu, ama ben kimseyi tanımıyordum. Yaz başında çok sevdiğim birine bir Kısmet bileziği hediye etmiştim. 4 ay sonra kızı Harvey Nichols’da staj yapmaya başlamasın mı? Benim annesine hediye ettiğim bileziği takmasın mı? Harvey Nichols’ın satın alma direktörü görüp çok beğenmesin mi? Bunu kim yaptı diye sormasın mı? İşte kısmet diye buna derim! Ekim’de Harvey Nichols’taydı Kısmet.
* Peki Aşk-ı Memnu’nun takı sponsoru olma işi nereden çıktı?
- Bir gün kendi kendime “Şu Beren Saat Kısmet mücevheri taksa ne güzel olur!” dedim. Gittim, sundum, beğendiler ve birtakım şeyler seçtiler. Haftalarca, kullanılacağına dair telefonun gelmesini bekledim. Bir gün o telefon geldi. Dizide öyle bir senaryo oldu ki, Behlül, Bihter’e bir kolye hediye etti. O kadar alternatifin arasından benim tasarımımı seçmişler.
* O kolye, 5 bölüm boyunca defalarca kopartıldı...
- Ya evet! Behlül Bihter’e hediye etti, Bihter taktı. Bihter Behlül’e kızdı, kolyeleri kopardı. Onlar tamir edildi, en sonunda Bihter kolyeleri Nihal’e hediye etti, Behlül tekrar kopardı...
* Kolyeniz paramparça edilirken içiniz gitmedi mi?
- Gitti! Gitmez olur mu?
* Ama acayip moda oldu. Ben herkesin boynunda o Bihter kolyesini, pardon yani Kısmet kolyesi görüyorum...
- Evet, ben de bu duruma bayılıyorum. Bütün kuyumcular taklitlerini yaptı. Onu bırakın, Eminönü’nde işportada 10 liraya satılıyor. Benim Işık koleksiyonu oldu “Bihter kolyesi”! Ama sadece bu kolyeler değil, şahmeranım, yüzüklerim, hepsinin taklitlerini yapmaya çalışıyorlar. Geçen hafta Kapalıçarşı’da sunum malzemesi bakıyordum. Bana yardımcı olan beyefendinin parmağında benim şahmeranım vardı. “A” dedim “Ne kadar güzel! Nereden aldınız?” “Özel yaptırdım” dedi gururla, “Bihter taktı, televizyonda gördüm.” Gözlerim doldu resmen! Nasıl bir his olduğunu ifade edemem. Eridim!

TEK KİŞİLİK ŞİRKET

Tasarım ve üretim yapmanın yanında irsaliye ve faturayı da ben kesiyorum. Depoya mal teslimini de ben yapıyorum. Sürekli çalışıyorum. Ama çok mutluyum. Çünkü özgürüm. “Eğer ben istersem...” cümlesi çok önemliymiş. Kurumsal hayatta her ne kadar üst düzey de olsanız mutlaka birine rapor ediyorsunuz. Gözünüzün önünde hatalar yapılıyor, engel olamıyorsunuz. Hasta oluyorsunuz ama o Allah’ın belası yemeğe gitmek zorunda kalıyorsunuz! O kadar sıkılmışım ki bunlardan. Şimdi her şey benim seçimim. Oh be, dünya varmış!

Ayşe Arman/Hürriyet