Ayhan Çarkın'dan şok iddia! Ömer Lütfü Topal'ı Mehmet Eymür öldürttü!
Eski özel harekat polisi Ayhan Çarkın, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki Susurluk duruşmasında şok açıklamalar yaptı.
Kendilerini 3 buçuk yıl yargılayan mahkeme heyetinin, karar aşamasında tayinlerinin çıkarıldığını ifade eden Çarkın, davanın beraatle sonuçlanacak bir dava olduğunu savundu. Çarkın, "Bizi 3 buçuk sene yargılayan mahkeme başkanı Sedat Karagül, adaletin yerine gelmesi için çaba sarf etmiş, her türlü haksızlığa maruz kalmışlardır. Bugün yargılanan ve hüküm verilen demokrasi dışı bazı güçlerin varlığını ortaya çıkarmışlardır" diye konuştu.
Mahkeme Başkanı Karagül'ün "basın toplantısı düzenleyerek kamuoyuna siyasilerden ve bazı çevrelerden baskı gördüğünü beyan ettiğini" ileri süren Çarkın, dönemin DGM savcısının siyasiler ve basınla işbirliği yaparak, Karagül ve heyetini "adeta sırtından bıçakladığını", karşılığında da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına getirildiğini savundu.
Yeni atanan hakime "ceza verdirtildiğini" iddia eden Çarkın, dava boyunca kendisine yalnızca Abdullah Çatlı'yı tanıyıp tanımadığının sorulduğunu söyledi.
Çarkın, "Ben Mehmet Özbay olarak tanıdım, Abdullah Çatlı olduğunu öğrendim. İyi bir insandı, iyi bir dosttu, iyi bir arkadaştı" ifadesini kullandı.
"Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın davayı siyasi koz olarak kullandığını, 'Sonuna kadar gitmezsem namert olayım, şerefsiz olayım, namussuz olayım, bu başbakanlık bana haram olsun' türü sözler söylediğini ve siyasi rakiplerini Yüce Divan ile tehdit ettiğini" anlatan Çarkın, "Birinin elinde Susurluk dosyası, birinin elinde bankaların hortum dosyası, iki Başbakan birbirini Yüce Divan'a göndermekle tehdit ettiler. Yüce Divan önünde nikah
tazelediler, onlar erdi muradına, biz çıktık kerevetine" diye konuştu.
Kararın Yargıtay 8. Dairesince bozulduğunu belirten Çarkın, bunun üzerine bir fırtına daha koptuğunu söyledi. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, karara itirazının reddedilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kuruluna itiraz ettiğini ifade eden Çarkın, kamuoyu oluşturmaya çalışan Kanadoğlu'nun dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile görüştüğünü anlattı.
Çarkın, görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Sezer'in, "Cumhurbaşkanı olarak bu davaya tarafım. Toplumda infiale sebep oldu. Bu yüzden cezanın onanmasını istiyorum" dediğini, yargı üzerinde baskı oluşturduğunu ve kararın onandığını ifade etti.
"Madem o kadar temizdin"
İddianamede bu davanın kararının delil olarak gösterildiğini anımsatan Çarkın, şöyle konuştu: "Bu kararların, hukuksuzlukların iddianamede delil olarak hiçbir geçerliliği yok. Biz bu çileleri çekerken Mehmet Ağar da polis balolarında, spor komplekslerinde, VIP turlarda, Meclis kulislerinde siyasi entrikalar içinde vatan millet, kahramanlık taslıyordu. Madem o kadar temizdin, neden o mahkemeye gidip de bir kere hakkımızı savunmadın? Ne oldu sonunda? O da ceza aldı. Tuğla çekerse duvar yıkılırmış. Ben yerinden oynattım. Eğer yüreği varsa o tuğlayı şimdi çeksin, hangi namussuz altında kalacaksa kalsın. Bir de utanmadan bana küfrediyor."
"Kumarhaneciler Kralı" olarak bilinen Ömer Lütfi Topal öldürüldüğünde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli olmasına, şubeden ayrılmamasına ve kullandığı ileri sürülen telefon aynı anda birçok baz istasyonundan sinyal göstermesine rağmen suçlandığını anlatan Çarkın, lehine hiçbir delilin mahkemeye sunulmadığını ifade etti.
Çarkın, "Gazeteci Uğur Dündar'ın, programları ve yazılarında kendisinin Emniyette görüntülü kayda alındığını söylediğini" belirterek, "DGM savcıları ve siyasilerle işbirliği yaparak, defalarca yanlı haberler yaparak, kamuoyu baskısı oluşturdu. Bu yayınlar neticesinde Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesinde idam talebiyle hakkımızda dava açıldı. Uğur Dündar'ın böyle bir kaydın olduğunu nereden bildiği, bu bilgilerin adli mercilere gitmeden onun eline nasıl geçtiği soruşturulmadı" ifadesini kullandı.
Susurluk olayının fotoğraflarının Dündar'ın yaptığı Arena programında yayımlandığını belirten Çarkın, "Bugüne kadar bu ülkede Susurluk'ta işlenen cinayetin hesabı sorulmadı. O fotoğrafı ona kimler verdiyse, o cinayeti de onlar işlemiştir. Benim, Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi olayıyla ilgili hiçbir günahım ve suçum yoktur. Benim gözaltındayken söylediklerim tamamen başka şeylerdir" dedi.
"Mehmet Ağar müdahale etmeseydi, ben bu çileyi çekmeyecektim. Bu şaibe benim üzerimde kalmayacaktı. Bugün ben de emekli olabilen polislerden olacaktım" diyen Çarkın, şunları söyledi:
"Bir emniyet müdürünün suçları soruşturup, delillerle birlikte adliyeye sevk etmesi gerekmez mi? Hem televizyona çıkacak, bu olayla alakalı elinde emareler olduğunu söyleyip, beni zan altında bırakacak hem söylediğim olayların üstüne gitmeyecek, örtbas edecek. Elindeki bilgi, belge, ses ve görüntü kayıtlarını hukuki makamlara bildirmeyip, Mesut Yılmaz'a verecek. Daha sonra da 'Benim elimde kaset yok' deyip, yalan söyleyecek. Adama sormazlar mı, böyle bir şeyin olmadığını söylüyorsun, ama bak Mesut Yılmaz, Eyüp Aşık var olduğunu, senden aldıklarını söylüyorlar. O zaman ya sen yalan söylüyorsun ya da onlar. Yüce mahkeme önünde yemin ederim ki hem sesli hem görüntülü kayıtlar mevcuttur."
Mehmet Eymür'e yönelik iddialar
Faili meçhul cinayetler soruşturmasında "şüpheli" sıfatıyla ifadesi alınan eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür'ün, "Yaptığım araştırmalarda devlet içinde, askeriyede, emniyette, Mehmet Ağar'ın başını çektiği özel harekatçılardan oluşan, Özel Harp Dairesinden gelen bir kısım insanların karıştığı cinayetlerin işlendiğini öğrendim" şeklindeki beyanını anımsatan Çarkın, Eymür'ün ayrıca, Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin tarafından oluşturulan ayrı bir ekipten de bahsettiğini belirtti.
"Madem sen bu cinayetleri doğruladın, bu konuda nasıl bir çalışma yaptın?" diye soran Çarkın, bu bilgilere sahip olan Eymür'ün, bunu sorumlu makamlara rapor etmediğini dile getirdi.
Çarkın, "Neden görevini yapmadın diye sormazlar mı? Sormadılar. Bu ülkede bu adamlara bu soruların cevaplarını kimseler sormadı. Cinayetleri biliyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar. Ülkemizin karanlık dönemindeki karanlık şahsiyetlerindendir. Asıl görevli olan kontrterör başkanlığının dışında her türlü suç organizasyonlarında faal olarak görev yapmıştır" iddiasında bulundu.
Çarkın, şunları söyledi: "Kendi görev alanlarının dışına çıkarak, devletin sağladığı bütün
imkanları kullanarak, başta siyasilerin, yüksek yargı mensuplarının, bazı bürokratların ve iş adamlarının, kendilerinin ve ailelerinin özel yaşamlarını takip etmek, sesli ve görüntülü olarak kayıt altına almak suretiyle tehditle görevde kalan ve elde ettiği bu arşivini yurt dışına kaçırmak suretiyle, kurduğu bir internet sitesinden yayın yaparak, adeta devlete meydan okuyan, küstanlıkta sınır tanımayan bir şahsiyettir.
Terörle mücadele uğruna ayrılan örtülü ödenekten milyonlarca dolar çıkar sağladığı, bunları off-shore hesaplarında aklayarak suç ortaklarının içinde bulunduğu yurt dışı hesaplarına aktaran, ayrıca uluslararası uyuşturucu kaçakcıalığının da içinde bulunan, bu cinayetlerin başmimarlarındandır. Daha sonra diğerleriyle kavga etmelerinin sebebi bu kan ticaretinden elde edilen paranın paylaşılmasıyla gün yüzünde çıkmıştı. Bunların pisliklerini en iyi bilen Tarık Ümit'ti. Kıbrıs Rum kesiminde bulunan off-shore para hesaplarını tutan, bunları transfer eden kişidir. Hakkı Yaman Namlı isimli şahısla yer almıştır. Bu oluşumun ne olduğunu çok iyi bilen bir insandır. Dönemin kudretli şahsiyetleri ortak olduklarından kimse bu olayın üzerine gitmemiştir. Sudi Özkan'a ait kumarhanalerden emekli olduktan sonra yıllarca genel koordinatörlük yapmıştır."
Çarkın, Susurluk Davası'nda tanık olarak dinlenen Eymür'e mahkeme başkanının Abdullah Çatlı'yı tanıyıp tanımadığını sorduğunu belirterek, Eymür'ün de Çatlı'yı tanıdığını, arandığını bildiğini ve Çatlı'ya görev verdiğini söylediğini aktardı. Mahkeme başkanının Eymür'e, "Aranan bir suçluya yardım etmenin suç olduğunu biliyor musunuz?" diye sorduğunu bildiren Çarkın, bunun üzerine Eymür'ün "Devletin ali menfaatleri söz konusu olduğunda suçların niteliği bizim için önemli değildir" dediğini kaydetti.
"Kayıp silahlar nerede?"
Çarkın, Eymür'ün, bu menfaatlerin ne olduğunu kendisine anlatabileceğini belirten hakime, bir eli pantolonunun cebindeyken diğer elini havada sallayarak, "Sizin buna gücünüz de yetkiniz de yok" dediğini, hakimin bu cevap üzerine "çıldırdığını" anlattı.
"Ülkene ihanet et, devlet sırrının arkasına sığın. Halkına karşı suç işle, devlet sırrının arkasına saklan. Vatan millet adına cinayet işle, uyuşturucu ticareti yap, silah kaçakcılığı yap, ondan sonra adaletin pençesine düştüğünde dokunulmazlığın arkasına saklan. Devlet sırrının arkasına saklan ve bu işlerden sıyrıl. Sanki kast sistemi. Efendiler ve köleleri. Yasalar kendilerine dokunmasın, bize gelince kalem kırsın" diyen Çarkın, daha sonra sanıklardan Korkut Eken'e dönerek, "Milletin huzurunda soruyorum, kayıp silahlar nerede? Hadi devlet sırrını açıklayın" diye seslendi.
Eken, Çarkın'a, "Seni alakadar eden bir durum değil" karşılığını verirken, Çarkın, Başkan Önder İrfan Yorgancılar tarafından savunmasını yaparken sanıklara soru yöneltmemesi konusunda uyarıldı.
"Eymür ve ekibi Topal'ı öldürtüp..."
"Mehmet Eymür ve işbirlikçilerinin para aklamaları gerektiğini" iddia eden Çarkın, bunun için en uygun adresin kumarhane sahibi Ömer Lütfi Topal olduğunu söyledi.
Topal'dan, HAVAŞ ihalesini bırakmasını ve bazı kumarhaneleri kendilerine devretmesini istediklerini anlatan Çarkın, bunu kabul etmeyen Topal'ın, Yeşil ile tehdit edildiğini ileri sürdü.
Çarkın, şunları kaydetti: "Yürekli bir insan olan Topal, tehditlere boyun eğmedi. Gitti, Yeşil
ile anlaştı, bunların bütün pisliklerini öğrendi. Hatta Yeşil'e verildiği söylenen 17 milyon dolar bunun karşılığıdır. Yeşil elini ayağını çekince Çatlı'nın ismini kullanarak tehdit ettiler. Fakat bir şeyi bilmiyorlardı, Çatlı ve Topal görüşüyorlardı. Bir sorun yoktu aralarında. Artık Topal artık bunlar için iki kere tehlikeliydi. Eymür ve ekibi, Topal'ı öldürtüp, daha sonra suçu özel harekatçıların üzerine yıkmaya çalışmışlardır. İhbar eden de, telefon döküm listelerini yayınlayan da, basına sızdıran da, sinyalleri kaydıran da... Topal'ın cesedinin yanında Uzi şarjörü bırakmışlar. Biliyorlar ki o dönem Uzi sadece Emniyet teşkilatında var. Bu olayı teşkilatın üzerine yıkmaya çaılıştılar. Emniyet, bu olayın üzerine balıklama atladı. Sonradan olayın farkına vardılar, ama iş işten geçmişti."
Topal'ın elinden HAVAŞ ihalesinin alınmasıyla amaca ulaşıldığı, suçların da kendilerinin üzerinden temizlenmek suretiyle servet sahibi olduklarını ifade eden Çarkın, "O diğer grubun kimler olduğu aşikardır. Başbakan Mesut Yılmaz'a kumarhaneleri kapattırmışlardır. Mesut Yılmaz, Macaristan'da burnunun üzerine yediği yumruğun hesabını versin önce. Bunlar bir de ülke yönettiler" dedi.
Mehmet Ağar'ın savcılık ifadesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü boyunca görevini hukuk sınırları içerisinde yaptığını söylediğini aktaran Çarkın, "Hiçbir alakası yoktur. Verdiği bu ifadeyi İstanbul DGM'de de verseydi. Böyle bir emir vermedim derler. Suç sana dokunmasın, bize gelince kalem kırılsın. Vatandaş devletimize karşı suç işler, devletimiz bunu affeder. Peki devlet halkına karşı suç işlerse bunu kim affedecek. Adalet bunun neresinde. Polis ol, ondan sonra vatanın birliğini bütünlüğünü korumak adına hiçbir fedekarlıktan kaçınma, iradenden ödünç ver, gelsin sana karşı kullanılsın" diye konuştu.
"Güneydoğu'da tertemiz bir halkla tanıştım"
Çarkın, özel harekatta görev aldıktan sonra Güneydoğu'da tertemiz bir halkla tanıştığını bildirerek, şöyle devam etti: "Başım gözüm üzerine deyip söz verip, sözünden dönmeyen;
misafirperver, kendine öz hoş bir yaşantısı olan, kimseye bulaşmayan, namuslu
olan bir toplumu, baskıya, zulme, işkenceye, en ağır tahriklere bile yıllarca katlanan bir halkı bölücü, vatan haini ifadeleriyle yıpratıp, bizi birbirimize kırdırtan bu zihniyettir. Aynı zamanda bu zihniyetin kurbanlarıyız. Eğer kader ölümün kapısını açmışsa bir kuluna, sebepleri gelir bulur onu, ölür. İşte bu sebeplerden birisi de benim. Vatandaş Ayhan Çarkın, hayatında bir karıncayı dahi incitmedi, ne zaman devlet gücüne sahip oldu... Boğazıma kadar pisliğe batmışım, haberim yok."
Çarkın, ifadeleri üzerine başlatılan soruşturmada 2 buçuk senedir tutuklu olduğuna, buna karşın diğer sanıkların tutuksuz yargılandıklarına dikkati çekti.
Mehmet Ağar ve Korkut Eken'in tutuklamaya dahi sevk edilmediklerini anımsatan Çarkın, tahliyesini istediğini, eğer tutukluluğunun devamına karar verilecekse, diğer sanıkların da tutuklanmasını talep ettiğini belirtti.
Abdulmecit Baskın cinayeti
Çarkın, ifadesinin son bölümünde Abdulmecit Baskın cinayetine değindi.
"Abdulmecit Baskın'ın ölümüne giden yol benden geçti" ifadesini kullanan Çarkın, dönemin Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin'in, kendisine ve ölen özel
harekat polisi Oğuz Yorulmaz'a "Bu adamı alın, Daire Başkanlığına getirin. Dağdaki PKK'lılara kimlik veriyor" dediğini aktardı. Baskın'ın sorgulandıktan sonra siyasi şubeye teslim edileceğinin söylendiğini bildiren Çarkın, "Bana söylenen bu. Oğuz'la bir kişi daha vardı. Ercan (Ersoy) diyorum, ama tam hatırlamıyorum" dedi.
Nüfus müdürlüğüne dördüncü gidişlerinde Baskın'ı aldıklarını anlatan Çarkın, "Bizi kapıda karşıladı. Beyefendi bir adamdı. Bir 1.65-1.70 boylarındaydı, el çantası vardı. Anlattım, 'Hay hay. Gidelim' dedi. Bizim araba nüfus müdürlüğünün önündeydi. Diğer minibüs de karşı şeritteydi. Ayhan Akça'lara adamı teslim ettik. Oradan ayrıldık. Akşam 9 buçuk 10 gibi daireye gittik. Baskın'ın daire başkanlığına getirileceğini zannediyorduk. İbrahim Şahin, bize 'Ne yaptınız?' dedi. Biz de 'Almıştık, getirmediler mi?' dedik. 'Ne işiniz var burada?' diye bize bağırdı.
Bağırdığı için Oğuz ile birbirlerine girdiler. Şahin, 'Gidin onlarla buluşun' dedi. Telsizlerimiz vardı. İrtibat kurduk. Haymana yoluna döndük. Ayhan Akça ile buluştuk. Gittiğimizde Baskın'ın infaz edildiğini gördük. Orada Ayhan ile kavga ettik. 'Daire başkanının haberi var, git onunla konuş kardeşim' dedi. Ayhan Akça, Sait Yıldırım, Ahmet Sakarya, bir iki kişi daha vardı. İsim olarak şimdi hatırlamıyorum, olsa simaen hatırlarım. Daireye geldik, (Şahin) 'Siz ne diyorsunuz. Burada MGK kararları var. Bu kararlar çerçevesinde bu işler yapılır. beğenmiyorsanız çeker gidersiniz' dedi."
"Bu işi yapanların içinde en masum insan benim. Hep doğruyu söylediğim için, hep karşı geldiğim için bunlar benim başıma geldi" diyen Çarkın, "O dönem görev yapan tüm özel harekatçıların bu işlerin içinde yer aldıklarını" ileri sürdü.
Çarkın, bunlardan Mehmet Ağar, Korkut Eken ve Mehmet Eymür'ün de bilgisinin olduğunu iddia etti.
Diğer faili meçhul cinayetler
Faik Candan'ın "Ahmet Demirel ekibi", Yusuf Ekinci'nin "Ayhan Akça tarafından öldürüldüğünü" savunan Çarkın, Savaş Buldan, Hacı Karay, iki İranlı, Adnan Yıldırım, Medet Serhat'ın da Ayhan Akça'nın içinde bulunduğu ekip tarafından öldürüldüğü iddiasında bulundu.
"Yusuf Ekinci'nin gözünün önünde öldürüldüğünü" söyleyen Çarkın, Behçet Cantürk'ü de İstanbul'da aldıklarını, sonra Sapanca yakınlarında infaz edildiğini anlattı.
Diğer sanıklar dışarıda gezerken, kendisinin cezaevinde bulunduğunu ifade eden Çarkın, "Benim için ruh hastası, psikopat, madde bağımlısı, yalancı, namussuz diyorlar. Bunları söyleyenler dışarıda geziyorlar, ama en masum ben içerdeyim. Ben nevruza gittim, 500 bin kişinin içine girdim. Bir şey yapmadılar. Bu davayı açtırmak için yıllar önce yemin ettim. Bunun bedelini en ağır şekilde ödüyorum. Çocuklarımı, ailemi hepsini geride bıraktım. Çünkü bu ateş yakıyor. Ateşten gömleği çıkardım attım, artık rahat uyku uyuyabiliyorum" dedi.
Bandırmalıoğlu tahliye edildi
Abdulmecit Baskın'ın 1993'te öldürülmesine ilişkin açılan davayı gören Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanıklardan Ziya Bandırmalıoğlu'nun tahliyesine karar verdi. Mahkeme, tutukluluğunun devamına karar verilen Ayhan Çarkın'ın akıl sağlığı konusunda rapor alınmak üzere hastaneye sevkini, sanık Mehmet Ağar'ın savunmasının ise İstanbul'dan sesli ve görüntülü sistem aracılığıyla alınmasını kararlaştırdı.
Mahkeme Başkanı Karagül'ün "basın toplantısı düzenleyerek kamuoyuna siyasilerden ve bazı çevrelerden baskı gördüğünü beyan ettiğini" ileri süren Çarkın, dönemin DGM savcısının siyasiler ve basınla işbirliği yaparak, Karagül ve heyetini "adeta sırtından bıçakladığını", karşılığında da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına getirildiğini savundu.
Yeni atanan hakime "ceza verdirtildiğini" iddia eden Çarkın, dava boyunca kendisine yalnızca Abdullah Çatlı'yı tanıyıp tanımadığının sorulduğunu söyledi.
Çarkın, "Ben Mehmet Özbay olarak tanıdım, Abdullah Çatlı olduğunu öğrendim. İyi bir insandı, iyi bir dosttu, iyi bir arkadaştı" ifadesini kullandı.
"Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın davayı siyasi koz olarak kullandığını, 'Sonuna kadar gitmezsem namert olayım, şerefsiz olayım, namussuz olayım, bu başbakanlık bana haram olsun' türü sözler söylediğini ve siyasi rakiplerini Yüce Divan ile tehdit ettiğini" anlatan Çarkın, "Birinin elinde Susurluk dosyası, birinin elinde bankaların hortum dosyası, iki Başbakan birbirini Yüce Divan'a göndermekle tehdit ettiler. Yüce Divan önünde nikah
tazelediler, onlar erdi muradına, biz çıktık kerevetine" diye konuştu.
Kararın Yargıtay 8. Dairesince bozulduğunu belirten Çarkın, bunun üzerine bir fırtına daha koptuğunu söyledi. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, karara itirazının reddedilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kuruluna itiraz ettiğini ifade eden Çarkın, kamuoyu oluşturmaya çalışan Kanadoğlu'nun dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile görüştüğünü anlattı.
Çarkın, görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Sezer'in, "Cumhurbaşkanı olarak bu davaya tarafım. Toplumda infiale sebep oldu. Bu yüzden cezanın onanmasını istiyorum" dediğini, yargı üzerinde baskı oluşturduğunu ve kararın onandığını ifade etti.
"Madem o kadar temizdin"
İddianamede bu davanın kararının delil olarak gösterildiğini anımsatan Çarkın, şöyle konuştu: "Bu kararların, hukuksuzlukların iddianamede delil olarak hiçbir geçerliliği yok. Biz bu çileleri çekerken Mehmet Ağar da polis balolarında, spor komplekslerinde, VIP turlarda, Meclis kulislerinde siyasi entrikalar içinde vatan millet, kahramanlık taslıyordu. Madem o kadar temizdin, neden o mahkemeye gidip de bir kere hakkımızı savunmadın? Ne oldu sonunda? O da ceza aldı. Tuğla çekerse duvar yıkılırmış. Ben yerinden oynattım. Eğer yüreği varsa o tuğlayı şimdi çeksin, hangi namussuz altında kalacaksa kalsın. Bir de utanmadan bana küfrediyor."
"Kumarhaneciler Kralı" olarak bilinen Ömer Lütfi Topal öldürüldüğünde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli olmasına, şubeden ayrılmamasına ve kullandığı ileri sürülen telefon aynı anda birçok baz istasyonundan sinyal göstermesine rağmen suçlandığını anlatan Çarkın, lehine hiçbir delilin mahkemeye sunulmadığını ifade etti.
Çarkın, "Gazeteci Uğur Dündar'ın, programları ve yazılarında kendisinin Emniyette görüntülü kayda alındığını söylediğini" belirterek, "DGM savcıları ve siyasilerle işbirliği yaparak, defalarca yanlı haberler yaparak, kamuoyu baskısı oluşturdu. Bu yayınlar neticesinde Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesinde idam talebiyle hakkımızda dava açıldı. Uğur Dündar'ın böyle bir kaydın olduğunu nereden bildiği, bu bilgilerin adli mercilere gitmeden onun eline nasıl geçtiği soruşturulmadı" ifadesini kullandı.
Susurluk olayının fotoğraflarının Dündar'ın yaptığı Arena programında yayımlandığını belirten Çarkın, "Bugüne kadar bu ülkede Susurluk'ta işlenen cinayetin hesabı sorulmadı. O fotoğrafı ona kimler verdiyse, o cinayeti de onlar işlemiştir. Benim, Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi olayıyla ilgili hiçbir günahım ve suçum yoktur. Benim gözaltındayken söylediklerim tamamen başka şeylerdir" dedi.
"Mehmet Ağar müdahale etmeseydi, ben bu çileyi çekmeyecektim. Bu şaibe benim üzerimde kalmayacaktı. Bugün ben de emekli olabilen polislerden olacaktım" diyen Çarkın, şunları söyledi:
"Bir emniyet müdürünün suçları soruşturup, delillerle birlikte adliyeye sevk etmesi gerekmez mi? Hem televizyona çıkacak, bu olayla alakalı elinde emareler olduğunu söyleyip, beni zan altında bırakacak hem söylediğim olayların üstüne gitmeyecek, örtbas edecek. Elindeki bilgi, belge, ses ve görüntü kayıtlarını hukuki makamlara bildirmeyip, Mesut Yılmaz'a verecek. Daha sonra da 'Benim elimde kaset yok' deyip, yalan söyleyecek. Adama sormazlar mı, böyle bir şeyin olmadığını söylüyorsun, ama bak Mesut Yılmaz, Eyüp Aşık var olduğunu, senden aldıklarını söylüyorlar. O zaman ya sen yalan söylüyorsun ya da onlar. Yüce mahkeme önünde yemin ederim ki hem sesli hem görüntülü kayıtlar mevcuttur."
Mehmet Eymür'e yönelik iddialar
Faili meçhul cinayetler soruşturmasında "şüpheli" sıfatıyla ifadesi alınan eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür'ün, "Yaptığım araştırmalarda devlet içinde, askeriyede, emniyette, Mehmet Ağar'ın başını çektiği özel harekatçılardan oluşan, Özel Harp Dairesinden gelen bir kısım insanların karıştığı cinayetlerin işlendiğini öğrendim" şeklindeki beyanını anımsatan Çarkın, Eymür'ün ayrıca, Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin tarafından oluşturulan ayrı bir ekipten de bahsettiğini belirtti.
"Madem sen bu cinayetleri doğruladın, bu konuda nasıl bir çalışma yaptın?" diye soran Çarkın, bu bilgilere sahip olan Eymür'ün, bunu sorumlu makamlara rapor etmediğini dile getirdi.
Çarkın, "Neden görevini yapmadın diye sormazlar mı? Sormadılar. Bu ülkede bu adamlara bu soruların cevaplarını kimseler sormadı. Cinayetleri biliyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar. Ülkemizin karanlık dönemindeki karanlık şahsiyetlerindendir. Asıl görevli olan kontrterör başkanlığının dışında her türlü suç organizasyonlarında faal olarak görev yapmıştır" iddiasında bulundu.
Çarkın, şunları söyledi: "Kendi görev alanlarının dışına çıkarak, devletin sağladığı bütün
imkanları kullanarak, başta siyasilerin, yüksek yargı mensuplarının, bazı bürokratların ve iş adamlarının, kendilerinin ve ailelerinin özel yaşamlarını takip etmek, sesli ve görüntülü olarak kayıt altına almak suretiyle tehditle görevde kalan ve elde ettiği bu arşivini yurt dışına kaçırmak suretiyle, kurduğu bir internet sitesinden yayın yaparak, adeta devlete meydan okuyan, küstanlıkta sınır tanımayan bir şahsiyettir.
Terörle mücadele uğruna ayrılan örtülü ödenekten milyonlarca dolar çıkar sağladığı, bunları off-shore hesaplarında aklayarak suç ortaklarının içinde bulunduğu yurt dışı hesaplarına aktaran, ayrıca uluslararası uyuşturucu kaçakcıalığının da içinde bulunan, bu cinayetlerin başmimarlarındandır. Daha sonra diğerleriyle kavga etmelerinin sebebi bu kan ticaretinden elde edilen paranın paylaşılmasıyla gün yüzünde çıkmıştı. Bunların pisliklerini en iyi bilen Tarık Ümit'ti. Kıbrıs Rum kesiminde bulunan off-shore para hesaplarını tutan, bunları transfer eden kişidir. Hakkı Yaman Namlı isimli şahısla yer almıştır. Bu oluşumun ne olduğunu çok iyi bilen bir insandır. Dönemin kudretli şahsiyetleri ortak olduklarından kimse bu olayın üzerine gitmemiştir. Sudi Özkan'a ait kumarhanalerden emekli olduktan sonra yıllarca genel koordinatörlük yapmıştır."
Çarkın, Susurluk Davası'nda tanık olarak dinlenen Eymür'e mahkeme başkanının Abdullah Çatlı'yı tanıyıp tanımadığını sorduğunu belirterek, Eymür'ün de Çatlı'yı tanıdığını, arandığını bildiğini ve Çatlı'ya görev verdiğini söylediğini aktardı. Mahkeme başkanının Eymür'e, "Aranan bir suçluya yardım etmenin suç olduğunu biliyor musunuz?" diye sorduğunu bildiren Çarkın, bunun üzerine Eymür'ün "Devletin ali menfaatleri söz konusu olduğunda suçların niteliği bizim için önemli değildir" dediğini kaydetti.
"Kayıp silahlar nerede?"
Çarkın, Eymür'ün, bu menfaatlerin ne olduğunu kendisine anlatabileceğini belirten hakime, bir eli pantolonunun cebindeyken diğer elini havada sallayarak, "Sizin buna gücünüz de yetkiniz de yok" dediğini, hakimin bu cevap üzerine "çıldırdığını" anlattı.
"Ülkene ihanet et, devlet sırrının arkasına sığın. Halkına karşı suç işle, devlet sırrının arkasına saklan. Vatan millet adına cinayet işle, uyuşturucu ticareti yap, silah kaçakcılığı yap, ondan sonra adaletin pençesine düştüğünde dokunulmazlığın arkasına saklan. Devlet sırrının arkasına saklan ve bu işlerden sıyrıl. Sanki kast sistemi. Efendiler ve köleleri. Yasalar kendilerine dokunmasın, bize gelince kalem kırsın" diyen Çarkın, daha sonra sanıklardan Korkut Eken'e dönerek, "Milletin huzurunda soruyorum, kayıp silahlar nerede? Hadi devlet sırrını açıklayın" diye seslendi.
Eken, Çarkın'a, "Seni alakadar eden bir durum değil" karşılığını verirken, Çarkın, Başkan Önder İrfan Yorgancılar tarafından savunmasını yaparken sanıklara soru yöneltmemesi konusunda uyarıldı.
"Eymür ve ekibi Topal'ı öldürtüp..."
"Mehmet Eymür ve işbirlikçilerinin para aklamaları gerektiğini" iddia eden Çarkın, bunun için en uygun adresin kumarhane sahibi Ömer Lütfi Topal olduğunu söyledi.
Topal'dan, HAVAŞ ihalesini bırakmasını ve bazı kumarhaneleri kendilerine devretmesini istediklerini anlatan Çarkın, bunu kabul etmeyen Topal'ın, Yeşil ile tehdit edildiğini ileri sürdü.
Çarkın, şunları kaydetti: "Yürekli bir insan olan Topal, tehditlere boyun eğmedi. Gitti, Yeşil
ile anlaştı, bunların bütün pisliklerini öğrendi. Hatta Yeşil'e verildiği söylenen 17 milyon dolar bunun karşılığıdır. Yeşil elini ayağını çekince Çatlı'nın ismini kullanarak tehdit ettiler. Fakat bir şeyi bilmiyorlardı, Çatlı ve Topal görüşüyorlardı. Bir sorun yoktu aralarında. Artık Topal artık bunlar için iki kere tehlikeliydi. Eymür ve ekibi, Topal'ı öldürtüp, daha sonra suçu özel harekatçıların üzerine yıkmaya çalışmışlardır. İhbar eden de, telefon döküm listelerini yayınlayan da, basına sızdıran da, sinyalleri kaydıran da... Topal'ın cesedinin yanında Uzi şarjörü bırakmışlar. Biliyorlar ki o dönem Uzi sadece Emniyet teşkilatında var. Bu olayı teşkilatın üzerine yıkmaya çaılıştılar. Emniyet, bu olayın üzerine balıklama atladı. Sonradan olayın farkına vardılar, ama iş işten geçmişti."
Topal'ın elinden HAVAŞ ihalesinin alınmasıyla amaca ulaşıldığı, suçların da kendilerinin üzerinden temizlenmek suretiyle servet sahibi olduklarını ifade eden Çarkın, "O diğer grubun kimler olduğu aşikardır. Başbakan Mesut Yılmaz'a kumarhaneleri kapattırmışlardır. Mesut Yılmaz, Macaristan'da burnunun üzerine yediği yumruğun hesabını versin önce. Bunlar bir de ülke yönettiler" dedi.
Mehmet Ağar'ın savcılık ifadesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü boyunca görevini hukuk sınırları içerisinde yaptığını söylediğini aktaran Çarkın, "Hiçbir alakası yoktur. Verdiği bu ifadeyi İstanbul DGM'de de verseydi. Böyle bir emir vermedim derler. Suç sana dokunmasın, bize gelince kalem kırılsın. Vatandaş devletimize karşı suç işler, devletimiz bunu affeder. Peki devlet halkına karşı suç işlerse bunu kim affedecek. Adalet bunun neresinde. Polis ol, ondan sonra vatanın birliğini bütünlüğünü korumak adına hiçbir fedekarlıktan kaçınma, iradenden ödünç ver, gelsin sana karşı kullanılsın" diye konuştu.
"Güneydoğu'da tertemiz bir halkla tanıştım"
Çarkın, özel harekatta görev aldıktan sonra Güneydoğu'da tertemiz bir halkla tanıştığını bildirerek, şöyle devam etti: "Başım gözüm üzerine deyip söz verip, sözünden dönmeyen;
misafirperver, kendine öz hoş bir yaşantısı olan, kimseye bulaşmayan, namuslu
olan bir toplumu, baskıya, zulme, işkenceye, en ağır tahriklere bile yıllarca katlanan bir halkı bölücü, vatan haini ifadeleriyle yıpratıp, bizi birbirimize kırdırtan bu zihniyettir. Aynı zamanda bu zihniyetin kurbanlarıyız. Eğer kader ölümün kapısını açmışsa bir kuluna, sebepleri gelir bulur onu, ölür. İşte bu sebeplerden birisi de benim. Vatandaş Ayhan Çarkın, hayatında bir karıncayı dahi incitmedi, ne zaman devlet gücüne sahip oldu... Boğazıma kadar pisliğe batmışım, haberim yok."
Çarkın, ifadeleri üzerine başlatılan soruşturmada 2 buçuk senedir tutuklu olduğuna, buna karşın diğer sanıkların tutuksuz yargılandıklarına dikkati çekti.
Mehmet Ağar ve Korkut Eken'in tutuklamaya dahi sevk edilmediklerini anımsatan Çarkın, tahliyesini istediğini, eğer tutukluluğunun devamına karar verilecekse, diğer sanıkların da tutuklanmasını talep ettiğini belirtti.
Abdulmecit Baskın cinayeti
Çarkın, ifadesinin son bölümünde Abdulmecit Baskın cinayetine değindi.
"Abdulmecit Baskın'ın ölümüne giden yol benden geçti" ifadesini kullanan Çarkın, dönemin Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin'in, kendisine ve ölen özel
harekat polisi Oğuz Yorulmaz'a "Bu adamı alın, Daire Başkanlığına getirin. Dağdaki PKK'lılara kimlik veriyor" dediğini aktardı. Baskın'ın sorgulandıktan sonra siyasi şubeye teslim edileceğinin söylendiğini bildiren Çarkın, "Bana söylenen bu. Oğuz'la bir kişi daha vardı. Ercan (Ersoy) diyorum, ama tam hatırlamıyorum" dedi.
Nüfus müdürlüğüne dördüncü gidişlerinde Baskın'ı aldıklarını anlatan Çarkın, "Bizi kapıda karşıladı. Beyefendi bir adamdı. Bir 1.65-1.70 boylarındaydı, el çantası vardı. Anlattım, 'Hay hay. Gidelim' dedi. Bizim araba nüfus müdürlüğünün önündeydi. Diğer minibüs de karşı şeritteydi. Ayhan Akça'lara adamı teslim ettik. Oradan ayrıldık. Akşam 9 buçuk 10 gibi daireye gittik. Baskın'ın daire başkanlığına getirileceğini zannediyorduk. İbrahim Şahin, bize 'Ne yaptınız?' dedi. Biz de 'Almıştık, getirmediler mi?' dedik. 'Ne işiniz var burada?' diye bize bağırdı.
Bağırdığı için Oğuz ile birbirlerine girdiler. Şahin, 'Gidin onlarla buluşun' dedi. Telsizlerimiz vardı. İrtibat kurduk. Haymana yoluna döndük. Ayhan Akça ile buluştuk. Gittiğimizde Baskın'ın infaz edildiğini gördük. Orada Ayhan ile kavga ettik. 'Daire başkanının haberi var, git onunla konuş kardeşim' dedi. Ayhan Akça, Sait Yıldırım, Ahmet Sakarya, bir iki kişi daha vardı. İsim olarak şimdi hatırlamıyorum, olsa simaen hatırlarım. Daireye geldik, (Şahin) 'Siz ne diyorsunuz. Burada MGK kararları var. Bu kararlar çerçevesinde bu işler yapılır. beğenmiyorsanız çeker gidersiniz' dedi."
"Bu işi yapanların içinde en masum insan benim. Hep doğruyu söylediğim için, hep karşı geldiğim için bunlar benim başıma geldi" diyen Çarkın, "O dönem görev yapan tüm özel harekatçıların bu işlerin içinde yer aldıklarını" ileri sürdü.
Çarkın, bunlardan Mehmet Ağar, Korkut Eken ve Mehmet Eymür'ün de bilgisinin olduğunu iddia etti.
Diğer faili meçhul cinayetler
Faik Candan'ın "Ahmet Demirel ekibi", Yusuf Ekinci'nin "Ayhan Akça tarafından öldürüldüğünü" savunan Çarkın, Savaş Buldan, Hacı Karay, iki İranlı, Adnan Yıldırım, Medet Serhat'ın da Ayhan Akça'nın içinde bulunduğu ekip tarafından öldürüldüğü iddiasında bulundu.
"Yusuf Ekinci'nin gözünün önünde öldürüldüğünü" söyleyen Çarkın, Behçet Cantürk'ü de İstanbul'da aldıklarını, sonra Sapanca yakınlarında infaz edildiğini anlattı.
Diğer sanıklar dışarıda gezerken, kendisinin cezaevinde bulunduğunu ifade eden Çarkın, "Benim için ruh hastası, psikopat, madde bağımlısı, yalancı, namussuz diyorlar. Bunları söyleyenler dışarıda geziyorlar, ama en masum ben içerdeyim. Ben nevruza gittim, 500 bin kişinin içine girdim. Bir şey yapmadılar. Bu davayı açtırmak için yıllar önce yemin ettim. Bunun bedelini en ağır şekilde ödüyorum. Çocuklarımı, ailemi hepsini geride bıraktım. Çünkü bu ateş yakıyor. Ateşten gömleği çıkardım attım, artık rahat uyku uyuyabiliyorum" dedi.
Bandırmalıoğlu tahliye edildi
Abdulmecit Baskın'ın 1993'te öldürülmesine ilişkin açılan davayı gören Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanıklardan Ziya Bandırmalıoğlu'nun tahliyesine karar verdi. Mahkeme, tutukluluğunun devamına karar verilen Ayhan Çarkın'ın akıl sağlığı konusunda rapor alınmak üzere hastaneye sevkini, sanık Mehmet Ağar'ın savunmasının ise İstanbul'dan sesli ve görüntülü sistem aracılığıyla alınmasını kararlaştırdı.