''AYDIN DOĞAN'IN ADAMLARI "KAMUOYU YARATMAYA" BASKI YAPMAYA ÇALIŞIYOR!''
Sabah Gazetesi Engin Ardıç, Doğan Grubu gazete ve yazarlarını hangi konuda baskı yapmakla suçladı?
Eziyet etmeyin
Aydın Doğan’ın adamları, bu sefer de tutuklu yargılanan gazetecilerin salıverilmeleri için "kamuoyu yaratmaya", baskı yapmaya çalışıyorlar.
Bu gazeteciler, İlhan Selçuk’un Ankara konsolosu Mustafa Balbay, saldırganlığıyla ünlü Tuncay Özkan, ve hatta Ergun Poyraz diye de bir adam...
Hayret, Doğu Perinçek’i de "haftalık dergici" ilan edip onu da bu ekibe sokamamışlar şimdilik.
Bunu nasıl yapabiliyorlar?
Çünkü bu ülkede, yürümekte olan davayı yönlendirici yayın yapmak suç, oysa tutukluların bırakılmaları için yargıç üzerinde baskı yaratmak serbesttir!
Bendeniz kodese düşsem, bırakın kıllarını bile kıpırdatmayı, tam tersine bir de zil takıp oynayacaklarından hiç şüpheniz olmasın.
Şimdi elbette "Voltaire demiş ki, fikirlerinize katılmıyorum ama onları savunabilmeniz için..." falan filan ayağı yaparlar.
Yalandır. İnanmayınız. "Kendi adamları" tutuklanırsa yaygarayı basarlar, "bize bir hal olsa" zevkten dört köşe olurlar bunlar... İkiyüzlü heriflerdir.
Her neyse. Bu olayın bizi üzen bir boyutu var.
Özel olarak Ergenekon çetesinin, genel olarak bürokrat çıkarlarının avukatlığını yapan, hükümet düşmanı bir postal gazetesinde, Silivri’de bulunan tutukluların "yaşama şartları" yayınlandı... Durum epey çarpıcı ve bir o kadar da üzücüydü.
Tutuklular, henüz "hükümlü" olmadıkları yani ayrı bir statüye sahip oldukları için, hükümlülerin haklarından yararlanamıyorlarmış.
Atölyelere katılıp çalışmaları, tiyatro falan gibi etkinliklerde yer almaları yasak.
Üç kişilik odalarda kalıyorlar ve diğer koğuşlarla görüşemiyorlar. (Hapisane şartlarında "hepi topu üç kişilik" koğuş "kral dairesi" sayılır oysa.)
En fazla üç gömlek, beş tişört, iki eşofman, iki takım elbise, bir çift gündelik ayakkabı, bir çift de spor ayakkabısı bulundurabiliyorlarmış.
Ama mutfakları, buzdolapları, 21 kanallı televizyonları da var.
Buzdolabı küçük, televizyon da Digitürk’ü almıyor ne yazık ki.
Mini koğuşta, yataklardan artakalan yerde adım atmak çok zor. Bu önemli bir eziyet işte.
Havalandırmaya çıktıkları avlu da 6 adıma 16 adım... Bu daha da önemli bir eziyet. "Futbol sahasına" haftada bir çıkabiliyorlarmış.
Belki de en kötüsü, su kesintisi... Günde dört kere su veriliyor. Neden? Barajlar ağzına kadar dolu, İstanbul’da su sıkıntısı mı var?
Devlet, tutuklu ve hükümlülerini "insani" şartlarda yaşatmak zorundadır. Özgürlüğünü kısıtlamak demek, "insanlıktan çıkarmak" demek değildir. Bazı Batı ülkelerinde, kısıtlı da olsa, "eşleriyle cinsel ilişkiye" bile izin verilir!
Bırakılırlar mı bırakılmazlar mı bilmem ama, "içeride" bulundukları ve bulunacakları süre içinde bu insanların eziyet çekmelerine hemen son verilmelidir.
Yani Menderes’e ikide bir "prostat muayenesi" yapmış olanların gaddarlık düzeyine inilmemelidir!
Bunun ötesinde, gazetenin özellikle "daha da acındırmak" için altını çizdiği şeyler de var tabii... Cezaevi -tuhaf şey- dikenli telli yüksek duvarlarla çevriliymiş!
Işıklar yirmi dört saat açık tutuluyormuş, bizim piyade alayında da öyleydi... Tam tepemde sabaha kadar yanan kocaman bir fanusla aylar geçirdim, o dönemden beri mutlak karanlıkta uyuyamam... Günde iki kere sayım yapılıyormuş... Askerde de öyleydi... Dışarıdan gelen kitaplar okunduktan sonra veriliyormuş... Bizim bölükte okunduktan sonra bile verilmezdi... Haftada iki gün sıcak su varmış banyo için, biz haftada bir gün yapardık, on dakika. Sıcak su da hamamcı Orhan onbaşının keyfine kalmıştı.
Daktilo da yasakmış. Oysa cezaevinde "ortak kullanımlı" bilgisayar da varmış.
Hayır, gazete "eski bürokrat Türkiyesi’nin" sözcüsü ya, ille daktilo!
Piyasada bulabilirseniz vermemezlik etmeyiniz.
Engin Ardıç/Sabah
Aydın Doğan’ın adamları, bu sefer de tutuklu yargılanan gazetecilerin salıverilmeleri için "kamuoyu yaratmaya", baskı yapmaya çalışıyorlar.
Bu gazeteciler, İlhan Selçuk’un Ankara konsolosu Mustafa Balbay, saldırganlığıyla ünlü Tuncay Özkan, ve hatta Ergun Poyraz diye de bir adam...
Hayret, Doğu Perinçek’i de "haftalık dergici" ilan edip onu da bu ekibe sokamamışlar şimdilik.
Bunu nasıl yapabiliyorlar?
Çünkü bu ülkede, yürümekte olan davayı yönlendirici yayın yapmak suç, oysa tutukluların bırakılmaları için yargıç üzerinde baskı yaratmak serbesttir!
Bendeniz kodese düşsem, bırakın kıllarını bile kıpırdatmayı, tam tersine bir de zil takıp oynayacaklarından hiç şüpheniz olmasın.
Şimdi elbette "Voltaire demiş ki, fikirlerinize katılmıyorum ama onları savunabilmeniz için..." falan filan ayağı yaparlar.
Yalandır. İnanmayınız. "Kendi adamları" tutuklanırsa yaygarayı basarlar, "bize bir hal olsa" zevkten dört köşe olurlar bunlar... İkiyüzlü heriflerdir.
Her neyse. Bu olayın bizi üzen bir boyutu var.
Özel olarak Ergenekon çetesinin, genel olarak bürokrat çıkarlarının avukatlığını yapan, hükümet düşmanı bir postal gazetesinde, Silivri’de bulunan tutukluların "yaşama şartları" yayınlandı... Durum epey çarpıcı ve bir o kadar da üzücüydü.
Tutuklular, henüz "hükümlü" olmadıkları yani ayrı bir statüye sahip oldukları için, hükümlülerin haklarından yararlanamıyorlarmış.
Atölyelere katılıp çalışmaları, tiyatro falan gibi etkinliklerde yer almaları yasak.
Üç kişilik odalarda kalıyorlar ve diğer koğuşlarla görüşemiyorlar. (Hapisane şartlarında "hepi topu üç kişilik" koğuş "kral dairesi" sayılır oysa.)
En fazla üç gömlek, beş tişört, iki eşofman, iki takım elbise, bir çift gündelik ayakkabı, bir çift de spor ayakkabısı bulundurabiliyorlarmış.
Ama mutfakları, buzdolapları, 21 kanallı televizyonları da var.
Buzdolabı küçük, televizyon da Digitürk’ü almıyor ne yazık ki.
Mini koğuşta, yataklardan artakalan yerde adım atmak çok zor. Bu önemli bir eziyet işte.
Havalandırmaya çıktıkları avlu da 6 adıma 16 adım... Bu daha da önemli bir eziyet. "Futbol sahasına" haftada bir çıkabiliyorlarmış.
Belki de en kötüsü, su kesintisi... Günde dört kere su veriliyor. Neden? Barajlar ağzına kadar dolu, İstanbul’da su sıkıntısı mı var?
Devlet, tutuklu ve hükümlülerini "insani" şartlarda yaşatmak zorundadır. Özgürlüğünü kısıtlamak demek, "insanlıktan çıkarmak" demek değildir. Bazı Batı ülkelerinde, kısıtlı da olsa, "eşleriyle cinsel ilişkiye" bile izin verilir!
Bırakılırlar mı bırakılmazlar mı bilmem ama, "içeride" bulundukları ve bulunacakları süre içinde bu insanların eziyet çekmelerine hemen son verilmelidir.
Yani Menderes’e ikide bir "prostat muayenesi" yapmış olanların gaddarlık düzeyine inilmemelidir!
Bunun ötesinde, gazetenin özellikle "daha da acındırmak" için altını çizdiği şeyler de var tabii... Cezaevi -tuhaf şey- dikenli telli yüksek duvarlarla çevriliymiş!
Işıklar yirmi dört saat açık tutuluyormuş, bizim piyade alayında da öyleydi... Tam tepemde sabaha kadar yanan kocaman bir fanusla aylar geçirdim, o dönemden beri mutlak karanlıkta uyuyamam... Günde iki kere sayım yapılıyormuş... Askerde de öyleydi... Dışarıdan gelen kitaplar okunduktan sonra veriliyormuş... Bizim bölükte okunduktan sonra bile verilmezdi... Haftada iki gün sıcak su varmış banyo için, biz haftada bir gün yapardık, on dakika. Sıcak su da hamamcı Orhan onbaşının keyfine kalmıştı.
Daktilo da yasakmış. Oysa cezaevinde "ortak kullanımlı" bilgisayar da varmış.
Hayır, gazete "eski bürokrat Türkiyesi’nin" sözcüsü ya, ille daktilo!
Piyasada bulabilirseniz vermemezlik etmeyiniz.
Engin Ardıç/Sabah