Aslı Erdoğan: Türkiye’de son on beş yıldır kendimi evimde hissetmiyordum!
Özgür Gündem'e yönelik soruşturma kapsamında tutuklanıp ‘yurtdışı yasağıyla’ tahliye edilen yazar Aslı Erdoğan, Duetsche Welle (DW)'nin sorularını yanıtladı.
“Kendinizi İstanbul’da ve Türkiye'de hala evinizde hissediyor musunuz?” sorusu üzerine Aslı Erdoğan, “Ben zaten Türkiye’de özellikle son on beş yıldır kendimi evimde hissetmiyordum. Belki de doğduğumdan beri hissetmiyordum da son on beş yıldır benim evim ya da yuvam ya da göbek bağım dilim” yanıtını verdi.
Erdoğan, muhalefet parti ve örgütlerinin bir araya gelmemesine ilişkin olarak “Muhalefetin bir araya gelememesinin en başta gelen sebebi Türk milliyetçiliği, hatta Kürt milliyetçiliği de bir ölçüde. Kürt meselesi deyince Türkiye’deki muhalif kesimi şak diye bölüyorsunuz. Ayrımcılığı, ön yargıları Türkiye gibi şoven milliyetçi bir toplumda kullanmak o kadar kolay ki. Bu çok yaygın” dedi.
Aslı Erdoğan ile yapılan röportajın tamamı şöyle:
DW Türkçe: Yazılarınız birçok eleştirmen tarafından Kafka ile karşılaştırıldı. 16 ağustos 2016 gecesi tutuklanmanız ve dört ay hapis cezasına çarptırılmanız da traijik bir şekilde kafkaesk bir romanı andırıyor. Bir yazar olarak neden tutuklandığınızı düşünüyorsunuz?
Aslı Erdoğan: Açıkçası ben bile şaşırdım. Hem bekliyordum, insan seziyor böyle şeyleri. Hakikaten Kafka’ya bir hakaret olmuyorsa kafkaesk ötesi bir dava. Ben sanıyorum ki bana kızmalarının asıl nedenlerden biri, bir Kürt olmayıp – üstelik siyaset ile aktif olarak ilgilenmeyen biriyim, dışarıdan objektif birisiyim – Kürt meselesi hakkında birazcık yazı yazmış olmam. Sanırım özellikle buna çok kızdılar. Özellikle 2015’te Güneydoğu’da neler oldu, Birleşmiş Milletler raporu 2 bin sivilin öldüğünü söylüyor. Bu siviller nasıl öldü? Bu soruyu sormanın bedeli Türkiye’de çok ağır maalesef. ‘Beyaz Türk’ dedikleri kesime bir gözdağı vermeyi çalıştıklarını düşünüyorum. Yani siz karışmayın, biz Kürtlerle ne yaparsak yapalım. Çıt çıkarana bakın PKK’lılardan beter yaparız demek bence bunun amacı.
DW Türkçe: Cezaevinde yaşadıklarınızı edebi bir şekilde işlemeyi düşünüyor musunuz?
Aslı Erdoğan: Çok garip geliyor kulağa biliyorum ama cezaevinden daha tam çıkmış değilim, ruhum hala içerde. Dava hala sürdüğü için ve tepemde de bunu uzun süre sallandıracaklar: Bak çıtını çıkarırsan yine içeri girersin. Benim böyle travmalarla baş etmek için bildiğim tek yöntem yazmak. Çıktım da yaralarımı sarayım diyebileceğim bir noktada değilim. Fakat kendimi bunları yazmaya yükümlü hissediyorum. Yani orada tanıdığım kadınların hikayesi anlatılmalı.
DW Türkçe: Daha önce sizi en çok Türkiye’ye bağlayan şeyin dil olduğunu söylemiştiniz. OHAL ve cezaevinde yaşadıklarınız dilinizi değiştirdi mi?
Aslı Erdoğan: Elbette. Çok güzel bir soru. Hakikaten. Bunu ilk kez de siz sordunuz. Zaten bu dosyama konan yazılarımdan birinde de tamamen bir iç monolog, şiddetin, faşizminin iç dünyayı ve dilimizi nasıl yaraladığına dair. Adorno demiş ya, Auschwitz’ten sonra şiir yazılmaz. Bu şiddeti yansıtabilecek bir dil kurmak gerekiyor. Bu da hiç kolay değil. İşte ben bunu araştırıyordum, kendimi cezaevinde buldum.
DW Türkçe: Kendi ülkenizde cezaevinde bulunurken yabancı ülkeler tarafından ödül almanız bir çelişki değil mi?
Aslı Erdoğan: Aslında bu daha önceden 2000'li yıllarda başladı. Cezaevi de bu çelişkinin doruk noktası oldu. Cezaevinde gardiyan azarlıyordu beni. Aynı gün Avrupa Parlamentosu'nun başkanı, Aslı Erdoğan’ı serbest bırakın diyordu. Yayıncım şu an Fransa Kültür Bakanı. Ama şurada bir polis gelip bana tokat atıp saçımdan sürükleyerek götürebilir. Kişisel almamaya çalışıyorum.
DW Türkçe: Kendinizi İstanbul’da ve Türkiye'de hala evinizde hissediyor musunuz? Birçok sanatçı, akademisyen ve gazeteci Türkiye’yi terk etmeyi tercih ediyor...
Aslı Erdoğan: Kendi kişisel güvenliği için giden hiç kimseyi kınamam. En doğru seçimi yapmışlar derim hatta. Ben zaten Türkiye’de özellikle son on beş yıldır kendimi evimde hissetmiyordum. Belki de doğduğumdan beri hissetmiyordum da son on beş yıldır benim evim ya da yuvam ya da göbek bağım dilim. Türkçe’nin bir yazarıyım. Türkçe yazmayı çok seviyorum. Kendi dilimle kurduğum çok özel bir ilişki var. Ve başka bir ülkede olsam bu ilişki ister istemez sarsılıyor. Kendi dilini dinlemeyince onun ritmini, müziğini kaçırıyorsun. Sürgün çok zor bir durum ama cezaevinde olmaktansa tabii ki tercih edilebilir bir seçenek. Ama benimki de çocuksu bir inat. Herkes git deyince ben de inatla kalmak istiyorum. Şimdi inadına, 'Bu ülke aynı zamanda benim de ülkem' demeye başladım. İlk kez bir evim oldu. Durum giderek biraz düşünen, sorgulayan insanlar için çok tehlikeli hale geliyor.
DW Türkçe: Dışarıdan bakıldığında içinize kapanık bir kişiliğiniz var. Aynı zamanda hep ezilenlerin sesi oldunuz. Tutuklanmanızla birlikte birden uluslararası medyanın odak noktası haline geldiniz. Bu size neler hissettiriyor?
Aslı Erdoğan: Yazarların ünlü olmak istediklerine inanılır ya. Belki çoğu için doğrudur ama ben ünden ve vitrinde olmaktan ömür boyu kaçtım. Bazı soruları sorabilmek için yazıyorum. Kendi ilkelerime, etiğime bağlı kalabilmek adına da çıkıp iki çift laf etmek zorundayım. Ben bir yazarım, konuşmakla yükümlüyüm, kaldı ki içeriyi gördüm. Susma gibi bir lüksüm yor artık. Onlar adına konuşmakle elbette kendimi yükümlü hissediyorum. Soracak olursanız tutuklanmamdan bir gün önceye dönmeyi tercih ederdim açıkçası.
DW Türkçe: Adalet yürüyüşüne kadın yazarlar olarak sembolik bir şekilde katıldınız. Muhalefet sizce neden bir türlü bir araya gelemiyor?
Aslı Erdoğan: Muhalefetin bir araya gelememesinin en başta gelen sebebi Türk milliyetçiliği, hatta Kürt milliyetçiliği de bir ölçüde. Kürt meselesi deyince Türkiye’deki muhalif kesimi şak diye bölüyorsunuz. Ayrımcılığı, ön yargıları Türkiye gibi şoven milliyetçi bir toplumda kullanmak o kadar kolay ki. Bu çok yaygın.
DW Türkçe: Cezaevinde kadınlar tarafından büyük bir dayanışma gördüğünüzü anlattınız. Türkiye’deki sorunun bir parçası da ataerkil bir toplumda bu dayanışmanın çok arka planda kalmasından mı kaynaklanıyor?
Aslı Erdoğan: Evet kesinlikle katılıyorum. Hatta 70 yaşındaki Necmiye Alpay ile benim tutuklanmamızın sanırım kadın olmamızla da bir ilgisi vardı. Şu an bütün kazanımlarını kaybetme riski taşıyan iki grup var, Kürtler ve kadınlar. Türkiye şu an tehlikeli bir militarizme sürüklendi. Sadece AKP yi destekleyen kitle değil, kendini muhalif diye tanımlayan kitle de öyle. Türkiye hakikaten çok derinlemesine kadın düşmanı bir toplum. Kadın dayanışmasından elbette çok umutlu olmak istiyorum. Sokağa çıktı Türkiyeli kadın. Ve çıktı mı erkeklerden daha cesurca çıkıyor.
Erdoğan, muhalefet parti ve örgütlerinin bir araya gelmemesine ilişkin olarak “Muhalefetin bir araya gelememesinin en başta gelen sebebi Türk milliyetçiliği, hatta Kürt milliyetçiliği de bir ölçüde. Kürt meselesi deyince Türkiye’deki muhalif kesimi şak diye bölüyorsunuz. Ayrımcılığı, ön yargıları Türkiye gibi şoven milliyetçi bir toplumda kullanmak o kadar kolay ki. Bu çok yaygın” dedi.
Aslı Erdoğan ile yapılan röportajın tamamı şöyle:
DW Türkçe: Yazılarınız birçok eleştirmen tarafından Kafka ile karşılaştırıldı. 16 ağustos 2016 gecesi tutuklanmanız ve dört ay hapis cezasına çarptırılmanız da traijik bir şekilde kafkaesk bir romanı andırıyor. Bir yazar olarak neden tutuklandığınızı düşünüyorsunuz?
Aslı Erdoğan: Açıkçası ben bile şaşırdım. Hem bekliyordum, insan seziyor böyle şeyleri. Hakikaten Kafka’ya bir hakaret olmuyorsa kafkaesk ötesi bir dava. Ben sanıyorum ki bana kızmalarının asıl nedenlerden biri, bir Kürt olmayıp – üstelik siyaset ile aktif olarak ilgilenmeyen biriyim, dışarıdan objektif birisiyim – Kürt meselesi hakkında birazcık yazı yazmış olmam. Sanırım özellikle buna çok kızdılar. Özellikle 2015’te Güneydoğu’da neler oldu, Birleşmiş Milletler raporu 2 bin sivilin öldüğünü söylüyor. Bu siviller nasıl öldü? Bu soruyu sormanın bedeli Türkiye’de çok ağır maalesef. ‘Beyaz Türk’ dedikleri kesime bir gözdağı vermeyi çalıştıklarını düşünüyorum. Yani siz karışmayın, biz Kürtlerle ne yaparsak yapalım. Çıt çıkarana bakın PKK’lılardan beter yaparız demek bence bunun amacı.
DW Türkçe: Cezaevinde yaşadıklarınızı edebi bir şekilde işlemeyi düşünüyor musunuz?
Aslı Erdoğan: Çok garip geliyor kulağa biliyorum ama cezaevinden daha tam çıkmış değilim, ruhum hala içerde. Dava hala sürdüğü için ve tepemde de bunu uzun süre sallandıracaklar: Bak çıtını çıkarırsan yine içeri girersin. Benim böyle travmalarla baş etmek için bildiğim tek yöntem yazmak. Çıktım da yaralarımı sarayım diyebileceğim bir noktada değilim. Fakat kendimi bunları yazmaya yükümlü hissediyorum. Yani orada tanıdığım kadınların hikayesi anlatılmalı.
DW Türkçe: Daha önce sizi en çok Türkiye’ye bağlayan şeyin dil olduğunu söylemiştiniz. OHAL ve cezaevinde yaşadıklarınız dilinizi değiştirdi mi?
Aslı Erdoğan: Elbette. Çok güzel bir soru. Hakikaten. Bunu ilk kez de siz sordunuz. Zaten bu dosyama konan yazılarımdan birinde de tamamen bir iç monolog, şiddetin, faşizminin iç dünyayı ve dilimizi nasıl yaraladığına dair. Adorno demiş ya, Auschwitz’ten sonra şiir yazılmaz. Bu şiddeti yansıtabilecek bir dil kurmak gerekiyor. Bu da hiç kolay değil. İşte ben bunu araştırıyordum, kendimi cezaevinde buldum.
DW Türkçe: Kendi ülkenizde cezaevinde bulunurken yabancı ülkeler tarafından ödül almanız bir çelişki değil mi?
Aslı Erdoğan: Aslında bu daha önceden 2000'li yıllarda başladı. Cezaevi de bu çelişkinin doruk noktası oldu. Cezaevinde gardiyan azarlıyordu beni. Aynı gün Avrupa Parlamentosu'nun başkanı, Aslı Erdoğan’ı serbest bırakın diyordu. Yayıncım şu an Fransa Kültür Bakanı. Ama şurada bir polis gelip bana tokat atıp saçımdan sürükleyerek götürebilir. Kişisel almamaya çalışıyorum.
DW Türkçe: Kendinizi İstanbul’da ve Türkiye'de hala evinizde hissediyor musunuz? Birçok sanatçı, akademisyen ve gazeteci Türkiye’yi terk etmeyi tercih ediyor...
Aslı Erdoğan: Kendi kişisel güvenliği için giden hiç kimseyi kınamam. En doğru seçimi yapmışlar derim hatta. Ben zaten Türkiye’de özellikle son on beş yıldır kendimi evimde hissetmiyordum. Belki de doğduğumdan beri hissetmiyordum da son on beş yıldır benim evim ya da yuvam ya da göbek bağım dilim. Türkçe’nin bir yazarıyım. Türkçe yazmayı çok seviyorum. Kendi dilimle kurduğum çok özel bir ilişki var. Ve başka bir ülkede olsam bu ilişki ister istemez sarsılıyor. Kendi dilini dinlemeyince onun ritmini, müziğini kaçırıyorsun. Sürgün çok zor bir durum ama cezaevinde olmaktansa tabii ki tercih edilebilir bir seçenek. Ama benimki de çocuksu bir inat. Herkes git deyince ben de inatla kalmak istiyorum. Şimdi inadına, 'Bu ülke aynı zamanda benim de ülkem' demeye başladım. İlk kez bir evim oldu. Durum giderek biraz düşünen, sorgulayan insanlar için çok tehlikeli hale geliyor.
DW Türkçe: Dışarıdan bakıldığında içinize kapanık bir kişiliğiniz var. Aynı zamanda hep ezilenlerin sesi oldunuz. Tutuklanmanızla birlikte birden uluslararası medyanın odak noktası haline geldiniz. Bu size neler hissettiriyor?
Aslı Erdoğan: Yazarların ünlü olmak istediklerine inanılır ya. Belki çoğu için doğrudur ama ben ünden ve vitrinde olmaktan ömür boyu kaçtım. Bazı soruları sorabilmek için yazıyorum. Kendi ilkelerime, etiğime bağlı kalabilmek adına da çıkıp iki çift laf etmek zorundayım. Ben bir yazarım, konuşmakla yükümlüyüm, kaldı ki içeriyi gördüm. Susma gibi bir lüksüm yor artık. Onlar adına konuşmakle elbette kendimi yükümlü hissediyorum. Soracak olursanız tutuklanmamdan bir gün önceye dönmeyi tercih ederdim açıkçası.
DW Türkçe: Adalet yürüyüşüne kadın yazarlar olarak sembolik bir şekilde katıldınız. Muhalefet sizce neden bir türlü bir araya gelemiyor?
Aslı Erdoğan: Muhalefetin bir araya gelememesinin en başta gelen sebebi Türk milliyetçiliği, hatta Kürt milliyetçiliği de bir ölçüde. Kürt meselesi deyince Türkiye’deki muhalif kesimi şak diye bölüyorsunuz. Ayrımcılığı, ön yargıları Türkiye gibi şoven milliyetçi bir toplumda kullanmak o kadar kolay ki. Bu çok yaygın.
DW Türkçe: Cezaevinde kadınlar tarafından büyük bir dayanışma gördüğünüzü anlattınız. Türkiye’deki sorunun bir parçası da ataerkil bir toplumda bu dayanışmanın çok arka planda kalmasından mı kaynaklanıyor?
Aslı Erdoğan: Evet kesinlikle katılıyorum. Hatta 70 yaşındaki Necmiye Alpay ile benim tutuklanmamızın sanırım kadın olmamızla da bir ilgisi vardı. Şu an bütün kazanımlarını kaybetme riski taşıyan iki grup var, Kürtler ve kadınlar. Türkiye şu an tehlikeli bir militarizme sürüklendi. Sadece AKP yi destekleyen kitle değil, kendini muhalif diye tanımlayan kitle de öyle. Türkiye hakikaten çok derinlemesine kadın düşmanı bir toplum. Kadın dayanışmasından elbette çok umutlu olmak istiyorum. Sokağa çıktı Türkiyeli kadın. Ve çıktı mı erkeklerden daha cesurca çıkıyor.