ASLA UNUTULMAYACAKSIN SEVGİLİ ARKADAŞIM!
Cengiz Çandar, Suriye'de geçirdiği astım krizi sonucu hayatını kaybeden New York Times'ın 2 Pulitzer ödüllü muhabiri Anthony Shadid'in ardından yazdı.
Anthony Shadid: O en iyimizdi. Kaybettik.
Birkaç ay önce, İsveç’te Lind Üniversitesi’ndeki konferansın dinleyici topluluğuna beni tanıtmak için söz olan sunucu, Prof. Umut Özkırımlı, “Gazeteci-Yazar. Ortadoğu uzmanı. Daha iyi anlayabilmeniz için şöyle tanıtayım, Türkiye’nin Robert Fisk’i ya da Anthony Shadid’i” dedi.
Yüzümü buruşturdum. Yüzümü buruşturduğumu fark eden, yanımda oturan diğer konuşmacı Soli Özel, “İsabetli bir tanıtım olmadı mı?” diye sordu. “Robert Fisk’i iyi tanırım. 1980’li yıllarda Beyrut’ta birlikte çalıştık. Ben bölgenin çocuğuyum. Robert Fisk ‘dışarı’dan birisi. Onun ismi üzerinden tanıtılmaktan hoşlanmıyorum” dedim.
“Peki ya Anthony Shadid?”
Anthony, Lübnan kökenli bir Amerikalı idi. Savaş yıllarında Bağdat’ta yaşamış, Filistin topraklarını, Mısır’ı, Libya’yı hallaç pamuğu gibi atmış, birkaç yıldır Beyrut’ta yaşamaktaydı. Anadili Arapça idi. Amerika’da Oklahoma’da doğmuş, büyümüş, orada okumuş, gazetecilik mesleğine de orada başlamıştı ama o da “bölgenin çocuğu” sayılırdı.
Ona bir itirazım olabilir miydi? “O daha sahada çok yeni” dedim, ağzımdan çıkana kuvvetle inanarak.
Biz, “Ortadoğucular”ın adı konmamış bir “meslek kıdemi anlayışı”, “ustalık-çıraklık algılaması” vardır. Kendimden biliyorum. Bundan 36 yıl önce Ortadoğu ile “Katolik nikâhı” kıyarak gazeteciliğe başladığımda, Arapça konuşuyor ve yirmili yaşlarımda Suriye ve Lübnan’da yaşamış, Filistin hareketinin içinde yer almış olmama rağmen, “usta” diye Eric Rouleau’yu bilirdik.
Eric’ten Anthony’ye Eric Rouleau ile aramdaki yaş farkı 22 idi. Kahire doğumluydu. Arapçası mükemmeldi. En önemlisi, müthiş bir “saha muhabiri” idi. 1984 yılında Fas’ın Rabat kentinde bir zirve toplantısında tanıştım. Biz “saha”da çalışan “Ortadoğucular” derhal aramızdaki yaş ve tecrübe mesafesini kapatır, birbirimizle dost oluruz. Eric Rouleau ile haliyle öyle oldu. Hep öyle kaldı.
Anthony Shadid’le son birkaç yıldır tanışıyorduk. Biz “Ortadoğucular”ın birbirini bulmaması mümkün değildir. Konuşmaya oturduk mu, kalkmak bilmiyorduk. Saatlerin nasıl aktığının hesabını tutmuyorduk. Haber ve bilgi paylaşımı ile başlayan ahbaplık, felsefi sohbetlere ve iç dünyalarımızı paylaşmaya hızla dönüşüyordu.
Ben, Anthony’den tam 20 yaş büyüktüm. Neredeyse Eric Rouleau’nun benden daha yaşlı olduğu kadar. Ama “yazılı olmayan kural” ikimiz arasında da işledi. Yaş ve mesleki kıdem farkı, karşılaştığımız lahza derhal ortadan kalktı.
Dün sabah, gizlice girdiği Suriye sınırında Türkiye’ye geçmek üzere bir astım krizi sonucu hayatını kaybettiğini öğrendiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Dün bütün günü Anthony Shadid okuyarak, Anthony’yi düşünerek geçirdim.
Suriye sınır bölgesinde ona son rastlayanlardan biri, CNN’in muhabiri “Bir an önce Türkiye’ye girip, Suriye izlenimlerini yazmaya can atıyordu” diye yazdı dün.
Ne zaman, nerede, nasıl öldüğünü öğrenince anlıyorum ki, bugün bu satırları yazmak yerine, İstanbul’da Anthony ile oturup Suriye hakkında kimseden elde edilemeyecek bilgileri ondan dinliyor olacaktım. Aramızdaki “kural” öyleydi. İstanbul’a gelir gelmez arar, hemen bir araya gelir, saatleri tüketmeye başlardık.
Ölüm yeri ve zamanı, başka bir yerde, başka bir şekilde olsa travması bu kadar olur muydu; bilemiyorum.
Anthony Shadid, bu meslekte, “Ortadoğuculuk”ta yeri doldurulamayacak, hem mesleki ve daha da önemlisi insani olarak olağanüstü nitelikleri olan bir insandı. 2000’li yıllar Ortadoğu’sunun “bir numarası” idi o.
Shadid, yani “şedid”, Arapça “şiddetli” anlamında. Anthony’nin ne “şiddet”le, ne “şiddetli” olmakla hiçbir ilgisi yoktu. Derin bir hümanistti. İyi Ortadoğu gazeteciliğinde, bu eşsiz özelliğinin mutlaka etkisi vardı.
İyi Ortadoğu gazeteciliği, sadece risk almanın, gözüpekliğin ötesinde, bölgenin tarihini bilmeyi, ilkeli bir tavra sahip olmayı, felsefeyle haşir neşir olmayı ama en önemlisi bu bölgenin insanlarını yüreğinin derinliğinden sevmeyi ve bir de “kalem” gerektirir. Bunlardan biri eksik olursa, sanki tümünde eksiklik varmış gibi olur.
Kendisiyle üç hafta önce yapılan son röportajda “Hayatını tehlikeye atmaya değer bulduğun haber konusunu nasıl belirliyorsun?” sorusuna, “Bu soruyla çok didiştim. Uğrunda ölmeye değer bir haber konusu olduğunu düşünmüyorum, ama risk almaya değer konular olduğu düşüncesindeyim” dedikten sonra, “Suriye’ye vizesiz, illegal yollardan girdiğimde büyük riskler aldım. Bir gazeteci olarak aldığım en büyük risklerden biriydi. Ama konu öyleydi ki, oraya gitmesem yazılamayacaktı” demişti. Üstelik, “Ama samimi söylemek gerekirse, korktum da” demeyi ihmal etmeyerek.
İşte Anthony Shadid!
En iyi gazeteci, güzel insan Anthony Shadid, iyi değil çok ama çok iyi idi. Çünkü, her şeyin ötesinde çok “insan”dı. Hele kalemi. En çetrefil konuları, büyük stratejiler ve politikaları çözmek ve anlatmanın yanında basit ama savaşların ve çatışmaların yol açtığı trajik insan öykülerini şiirsel bir dille yazardı.
Kısa ömrüne, Associated Press, Boston Globe, Washington Post ve New York Times’ı, son on yıl içinde aldığı ikincisi 2010’da iki Pulitzer Prize ödülünü yerleştirdi.
Washington Post onun için “He wrote poetry on the deadline” diye yazdı. Yani, “tam baskıya girilmek üzereyken, son dakikada şiir yazdı” anlamında. Tanımın mesleki anlamını, isabetini ve güzelliğini gazeteciler anlayabilirler.
Roger Cohen, “Kuşağının en mükemmel gazetecisi, ince ruh, sapsağlam bir beyin, duygunun ve sezginin güzel yazarı” diye tanımladı onu. Bir başka meslektaşı ise “Türümüzün gerçekten en iyisiydi” diye. Bir başkası da şöyle: “Bir gazeteci öldüğünde dünyanın farklı olması hali pek nadirdir. Ama Shadid’siz, daha az bilecek, insan gerçeğinin öğrenilmesinin daha azıyla, daha nüanssızı ile yetineceğiz.”
Iraklı bir genç kadın gazeteci Mina al-Oraibi, Anthony’nin makalelerine, “güzellik, melankoli ve parlaklığın damga vurduğunu” belirtti.
Libya’da Kaddafi güçlerine esir düşen, Ramallah’ta İsrail kurşunlarıyla omzundan yaralanan, Mısır’daki devrimi en güzel anlatan, Irak Savaşı’nda sıradan Irak insanının dramını en derinden yansıtan Anthony Shadid, Suriye’ye de gizlice girip çıkıyordu. Hama ve Homs’ta gizli gizli geçirdiği günleri bana anlatmıştı.
Ben, çok candan, derin, tertemiz, asil ruhlu özel bir dostun yanı sıra özellikle şu dönemdeki “en değerli haber kaynağımı” yitirdim. Ama insanoğlu da, bölgenin büyük değişim dönemini tarihe harikulade bir dille aktaracak büyük bir kalemi yitirdi.
Yerin dolmayacak Anthony Shadid. Geleceğimiz sensiz çok boş kalacak.
Ama asla unutulmayacaksın sevgili arkadaşım.
Cengiz Çandar/Radikal
Birkaç ay önce, İsveç’te Lind Üniversitesi’ndeki konferansın dinleyici topluluğuna beni tanıtmak için söz olan sunucu, Prof. Umut Özkırımlı, “Gazeteci-Yazar. Ortadoğu uzmanı. Daha iyi anlayabilmeniz için şöyle tanıtayım, Türkiye’nin Robert Fisk’i ya da Anthony Shadid’i” dedi.
Yüzümü buruşturdum. Yüzümü buruşturduğumu fark eden, yanımda oturan diğer konuşmacı Soli Özel, “İsabetli bir tanıtım olmadı mı?” diye sordu. “Robert Fisk’i iyi tanırım. 1980’li yıllarda Beyrut’ta birlikte çalıştık. Ben bölgenin çocuğuyum. Robert Fisk ‘dışarı’dan birisi. Onun ismi üzerinden tanıtılmaktan hoşlanmıyorum” dedim.
“Peki ya Anthony Shadid?”
Anthony, Lübnan kökenli bir Amerikalı idi. Savaş yıllarında Bağdat’ta yaşamış, Filistin topraklarını, Mısır’ı, Libya’yı hallaç pamuğu gibi atmış, birkaç yıldır Beyrut’ta yaşamaktaydı. Anadili Arapça idi. Amerika’da Oklahoma’da doğmuş, büyümüş, orada okumuş, gazetecilik mesleğine de orada başlamıştı ama o da “bölgenin çocuğu” sayılırdı.
Ona bir itirazım olabilir miydi? “O daha sahada çok yeni” dedim, ağzımdan çıkana kuvvetle inanarak.
Biz, “Ortadoğucular”ın adı konmamış bir “meslek kıdemi anlayışı”, “ustalık-çıraklık algılaması” vardır. Kendimden biliyorum. Bundan 36 yıl önce Ortadoğu ile “Katolik nikâhı” kıyarak gazeteciliğe başladığımda, Arapça konuşuyor ve yirmili yaşlarımda Suriye ve Lübnan’da yaşamış, Filistin hareketinin içinde yer almış olmama rağmen, “usta” diye Eric Rouleau’yu bilirdik.
Eric’ten Anthony’ye Eric Rouleau ile aramdaki yaş farkı 22 idi. Kahire doğumluydu. Arapçası mükemmeldi. En önemlisi, müthiş bir “saha muhabiri” idi. 1984 yılında Fas’ın Rabat kentinde bir zirve toplantısında tanıştım. Biz “saha”da çalışan “Ortadoğucular” derhal aramızdaki yaş ve tecrübe mesafesini kapatır, birbirimizle dost oluruz. Eric Rouleau ile haliyle öyle oldu. Hep öyle kaldı.
Anthony Shadid’le son birkaç yıldır tanışıyorduk. Biz “Ortadoğucular”ın birbirini bulmaması mümkün değildir. Konuşmaya oturduk mu, kalkmak bilmiyorduk. Saatlerin nasıl aktığının hesabını tutmuyorduk. Haber ve bilgi paylaşımı ile başlayan ahbaplık, felsefi sohbetlere ve iç dünyalarımızı paylaşmaya hızla dönüşüyordu.
Ben, Anthony’den tam 20 yaş büyüktüm. Neredeyse Eric Rouleau’nun benden daha yaşlı olduğu kadar. Ama “yazılı olmayan kural” ikimiz arasında da işledi. Yaş ve mesleki kıdem farkı, karşılaştığımız lahza derhal ortadan kalktı.
Dün sabah, gizlice girdiği Suriye sınırında Türkiye’ye geçmek üzere bir astım krizi sonucu hayatını kaybettiğini öğrendiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Dün bütün günü Anthony Shadid okuyarak, Anthony’yi düşünerek geçirdim.
Suriye sınır bölgesinde ona son rastlayanlardan biri, CNN’in muhabiri “Bir an önce Türkiye’ye girip, Suriye izlenimlerini yazmaya can atıyordu” diye yazdı dün.
Ne zaman, nerede, nasıl öldüğünü öğrenince anlıyorum ki, bugün bu satırları yazmak yerine, İstanbul’da Anthony ile oturup Suriye hakkında kimseden elde edilemeyecek bilgileri ondan dinliyor olacaktım. Aramızdaki “kural” öyleydi. İstanbul’a gelir gelmez arar, hemen bir araya gelir, saatleri tüketmeye başlardık.
Ölüm yeri ve zamanı, başka bir yerde, başka bir şekilde olsa travması bu kadar olur muydu; bilemiyorum.
Anthony Shadid, bu meslekte, “Ortadoğuculuk”ta yeri doldurulamayacak, hem mesleki ve daha da önemlisi insani olarak olağanüstü nitelikleri olan bir insandı. 2000’li yıllar Ortadoğu’sunun “bir numarası” idi o.
Shadid, yani “şedid”, Arapça “şiddetli” anlamında. Anthony’nin ne “şiddet”le, ne “şiddetli” olmakla hiçbir ilgisi yoktu. Derin bir hümanistti. İyi Ortadoğu gazeteciliğinde, bu eşsiz özelliğinin mutlaka etkisi vardı.
İyi Ortadoğu gazeteciliği, sadece risk almanın, gözüpekliğin ötesinde, bölgenin tarihini bilmeyi, ilkeli bir tavra sahip olmayı, felsefeyle haşir neşir olmayı ama en önemlisi bu bölgenin insanlarını yüreğinin derinliğinden sevmeyi ve bir de “kalem” gerektirir. Bunlardan biri eksik olursa, sanki tümünde eksiklik varmış gibi olur.
Kendisiyle üç hafta önce yapılan son röportajda “Hayatını tehlikeye atmaya değer bulduğun haber konusunu nasıl belirliyorsun?” sorusuna, “Bu soruyla çok didiştim. Uğrunda ölmeye değer bir haber konusu olduğunu düşünmüyorum, ama risk almaya değer konular olduğu düşüncesindeyim” dedikten sonra, “Suriye’ye vizesiz, illegal yollardan girdiğimde büyük riskler aldım. Bir gazeteci olarak aldığım en büyük risklerden biriydi. Ama konu öyleydi ki, oraya gitmesem yazılamayacaktı” demişti. Üstelik, “Ama samimi söylemek gerekirse, korktum da” demeyi ihmal etmeyerek.
İşte Anthony Shadid!
En iyi gazeteci, güzel insan Anthony Shadid, iyi değil çok ama çok iyi idi. Çünkü, her şeyin ötesinde çok “insan”dı. Hele kalemi. En çetrefil konuları, büyük stratejiler ve politikaları çözmek ve anlatmanın yanında basit ama savaşların ve çatışmaların yol açtığı trajik insan öykülerini şiirsel bir dille yazardı.
Kısa ömrüne, Associated Press, Boston Globe, Washington Post ve New York Times’ı, son on yıl içinde aldığı ikincisi 2010’da iki Pulitzer Prize ödülünü yerleştirdi.
Washington Post onun için “He wrote poetry on the deadline” diye yazdı. Yani, “tam baskıya girilmek üzereyken, son dakikada şiir yazdı” anlamında. Tanımın mesleki anlamını, isabetini ve güzelliğini gazeteciler anlayabilirler.
Roger Cohen, “Kuşağının en mükemmel gazetecisi, ince ruh, sapsağlam bir beyin, duygunun ve sezginin güzel yazarı” diye tanımladı onu. Bir başka meslektaşı ise “Türümüzün gerçekten en iyisiydi” diye. Bir başkası da şöyle: “Bir gazeteci öldüğünde dünyanın farklı olması hali pek nadirdir. Ama Shadid’siz, daha az bilecek, insan gerçeğinin öğrenilmesinin daha azıyla, daha nüanssızı ile yetineceğiz.”
Iraklı bir genç kadın gazeteci Mina al-Oraibi, Anthony’nin makalelerine, “güzellik, melankoli ve parlaklığın damga vurduğunu” belirtti.
Libya’da Kaddafi güçlerine esir düşen, Ramallah’ta İsrail kurşunlarıyla omzundan yaralanan, Mısır’daki devrimi en güzel anlatan, Irak Savaşı’nda sıradan Irak insanının dramını en derinden yansıtan Anthony Shadid, Suriye’ye de gizlice girip çıkıyordu. Hama ve Homs’ta gizli gizli geçirdiği günleri bana anlatmıştı.
Ben, çok candan, derin, tertemiz, asil ruhlu özel bir dostun yanı sıra özellikle şu dönemdeki “en değerli haber kaynağımı” yitirdim. Ama insanoğlu da, bölgenin büyük değişim dönemini tarihe harikulade bir dille aktaracak büyük bir kalemi yitirdi.
Yerin dolmayacak Anthony Shadid. Geleceğimiz sensiz çok boş kalacak.
Ama asla unutulmayacaksın sevgili arkadaşım.
Cengiz Çandar/Radikal