Efendim: bir süre önce İstanbul’un “Modernliği” ile övünen bir semtinde banka oturmuştum. Karşımda sanırım büyükanne, anne ve muhtemelen teyze filan olabilecek üç kadın ile 15-16 yaşlarında, bacaklarında dövmeler olan bir kız oturuyordu. Kadınlar kızla bir şeyler tartışıyorlardı. Kız ise habire ağır küfürlerle onlara cevap yetiştiriyordu. Onlar ise halen “Yavrum”, evladım”, “kızım” diye alttan alarak hitap ediyorlardı.
Sonra büyüklerden biri “İnsanlar bizi izliyor. Böyle konuşma” diye uyarıda bulunmak istedi. Bunun üzerine kız bir el hareketiyle oturan bizleri göstererek duyulur şekilde “S….r et onları” diye bir küfür etti. İşte o an tepemin tası attı. “Bana bak bacaksız” dedim, “Toplum içindesin ve o insanlarda senin büyüklerin, terbiyesizlik yapma…” Kız “Sana ne…” diye bir şeyler geveledi. “Sana nesi mi var? Hem ailene hem bize küfrediyorsun. Edepli ol” dedim. Fakat kızın muhtemelen “edep” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmesine imkân yoktu!
Bu arada dedim ki “Ah sen benim kızım olacaktın ki ben seni muma çevirirdim.” Kız gene bik bik bik bir şeyler geveledi. Bu arada anne söze girdi: “Öyle demeyin ama beyefendi” dedi. “Nasıl demeyeyim hanımefendi” dedim. “Belli ki siz ipleri bunun eline vermişsiniz. Oda şımardıkça şımarmış. Biraz farklı davransaymışsınız böyle olmazdı. Kabahati kendinizde arayın.”
Sinirden elim ayağım titremeye, kaşım gözüm oynamaya başladı. Kız saldırsa kendimi savunsam “Çocuğa vurdu” olacak. Kadınlar saldırsa “Kadına şiddet” olacak. Belki ne olduğunu anlamayan üç, beş geri zekâlı beni linçe kalkacak. Biz zavallı erkekler gene damgalanmış olacaktık. Neyse çevredeki esnaf durumu fark etti de koluma girip “Gel abi sen şöyle, biraz sakinleş” diye beni uzaklaştırdılar.
Sadece Ünlülerin Çocukları mı?..
Peki ben bunu niye anlattım? Eminim toplumda, ailede, okulda, vb buna benzer birçok olay yaşanmaktadır. Ancak son dönemde bu eksende dikkat çeken iki olay var. Biri eski manken Deniz Akkaya’nın ifadesine göre kızının annesini balkona kilitlemesi olayı. Diğeri ise beslenme ve diyet uzmanı Dr. Ender Saraç’ın öz oğlunu istismar ettiği iddiası. Ancak son mahkeme beyanına göre çocuk babasına iftira attığını söylüyordu. Neyse, asıl niyetim bu insanlar değil. Hele onları yargılamak, karar vermek hiç değil. İşin o yönü hukukun alanı. Sadece çağrıştırdıklarıyla yazıya vesile olmuşlardır diyeyim…
Ancak öyle anlaşılıyor ki, bu sorun sadece ünlülerin çocuklarına ilişkin değil. Onlar çok göz önünde oldukları için fazla dikkat çekiyorlar o kadar. Birde imkânları daha fazla olduğu için çocuklarının “şımarıklık katsayıları” hayli yüksek. (Sadece bizde değil. Dünyada da böyle galiba. Misal en son ünlü aktör Nicolas Cage'in oğlu Weston Cage’in annesi Christina Fulton'u dövdüğü öne sürülecekti.) Böyle giderse ortaya acayip bir “Jenerasyon” ortaya çıkacak. Nasıl bir “Canavar”ın ortaya salındığından kimsenin haberi yok anlaşılan!..
Al Sana Özgür Çocuk!..
Tamam çocuklar şudur, budur, canımızdır ciğerimizdir ama nereye kadar? Sırf çocukturlar diye her şeyi yapmaya hakları olabilir mi? Hele de ebeveynlerine karşı saygısız hatta nefret duyan tavırlar geliştirebilirler mi? “Baştacı”mız olan çocuklar tam bir “Baş Belası” olunca ne yapacağız? İstediği olmadığında küstahlaşan, annesini babasını “düşman” belleyen bu çocuklara nasıl şekil vereceğiz? Bu sorunla nasıl başa çıkacağız? Çıkabilecek miyiz?..
Maalesef son dönemlerde modernizm liberalizm ile harmanlanmış, lay lay lomcu bir eğitim anlayışı aileye ve eğitim sistemine hakim oldu. Popüler kültürde de karşılığını bulan zihniyet giderek yerleşti. Buralardan yeni yetmelere gençlere sürekli belli bir “Hedonist anlayış” pompalanır oldu. “İçinden geleni yap” , “sana haz veren şeyi yap”, “toplumu takma sana keyif vereni yap”, “başkalarının değil senin isteklerin önemli”, “aileni takma, öğretmenini takma,” vb minvalinde özünde katıksız “egoist” ve “şeytani” bir zihniyet körüklendi. Sonunda kimseyi “takmayan” sözüm ona “özgüvenli” marazi bir nesil yetişmeye başladı. Alın size özgür çocuk, tepe tepe kullanın!..
Sapkın Bir Özgürlükçülük!..
Ne yazık ki öyle bir anlayış uç verdi ki “Ben çocuğumu özgür yetiştireceğim”, “O istediğini yapacak”, “Asla baskı uygulamayacağım”, “Onu sınırlamayacağım”, vb, diye diye doğruyu yanlışı ayırt etmekten aciz, toplum içinde nasıl davranacağını bilmeyen, saygısız, kendi arzuları dışında hiçbir şeyi dikkate almayan, sürekli “isyan” halinde, yaşça büyüse de asla olgunlaşamayan bir kuşak ortaya çıkmakta.
Öyle ki sol-laik-cumhuriyetçi kesimlerde “AKP Karşıtlığı”, “Atatürkçülük”, “özgürlükler”, “modernizm”, vb gibi kavramlar adına bu gibi davranışlara prim verip, korur olmuşlardır. Ne yazık ki “özgür nesil” yaratma adına ortaya bir bir “ucube” çıkmıştır. Böyle yetiştirilen aileler çocukları üzerindeki bütün otoritelerini kaybetmişlerdir. (Bu aileler artık birbirlerine dert yanmakta, “Çocuklarına söz geçirtememekten” şikâyet etmekte, o pedagog bu psikolog dolaşmakta, çocuklar ise anne babalarıyla bütün manevi bağlarını kaybetmektedirler. Hatta çocuklarından nefret eden ya da ana babalarından nefret eden çocuklar türemiştir. Siz bakmayın sevgi söylemlerine!) Bir “Modernist” çocuk yetiştirme anlayışının trajik iflasıdır bu!..
Yaramazlıktan Ötede!..
Çoğu kişi bu gibi davranışları özellikle daha düşük yaşlarda basit hatta olması gereken davranışlar olarak görmekte ama süreç ilerledikçe pek fazla bir şeyin değişmediğini, hatta daha kötüye gittiğine şahit olmaktadırlar. Oysa bunlar sıradan yaramazlık davranışları değildir. Düpedüz “Şımarık çocuk sendromu”dur. Bu artık bir “kuşak çatışması” da değildir. Bu belli bir plan doğrultusunda bir neslin bozulması olayıdır. Olay zamanla aşılan “Ergen psikolojisi” de değil. Her çocuk zaman zaman yaramazlık yapabilir. Ancak şımarıklar farklıdır. Zaten bilim insanları da yaramazlık ile şımarıklığı kalın hatlarla ayırmaktadır. Buna göre:
Yaramazlık geçici bir davranış olurken bunlarınki kalıcı bir “huy”, yaramazlıkta kural dışına çıkmak istinai bir davranış iken bunlar için adeta normal bir “hak”tır. Yaramaz çocuk hatasını düzeltme çabası gösterirken şımarık çocuklar muhakkak tekrarlarlar. Yaramaz çocuklar sosyal ortamda topluluğun bir parçası oldukları his ve sorumluluğuna sahipken diğerleri bireysel ve kafasına göre davranır. Birinin istediği olmazsa üzülür ama ısrar etmez diğeri ise ortalığı yaygaraya verir. Biri otoriteyi dikkate alır, uyarılara uyma çabası içine girerken diğeri tanımaz hatta tek otorite kendini görür. İlki kapasitesini aşan şeylerde geri durup haddini bilirken diğeri marazi bir özgüven davranışı gösterir. İlk grup arkadaş çevresinin sorunlarına da ilgi gösterirken şımarıklar için sadece kendi sorunları vardır.
Bir “Yaşam Faşisti” Yetiştirmek!
Halbuki bu gibi anne babalar “Demokrat anne-baba olmak” adına nasıl bir “Yaşamsal faşist” yetiştirdiklerinin, nasıl bir tuzağa düştüklerinin farkında bile değillerdir. Ne kadar “hatalı” bir tutum içinde olduklarını maalesef iş işten geçtikten sonra anlamaktadırlar. Çocuğa sanki erişkin bir insanmış gibi, erişkinlerle eşit gibi karar verici pozisyona sokmak belki de en büyük hatalarıdır. Bunu çocukları onlara “efendilik” tasladıklarında anlarlar ancak!..
Temel sorun ise “Otorite sorunu”nda yoğunlaşmışa benzemektedir. Bilhassa da “Baba figürü” bu noktada çok önemlidir. Gene bu aileler tarafından “Eşitlikçilik” gereği ve feminizan kışkırtmalarla “Baba” kavramı Patriarkal-Pederşahi kabul edildiği ve “Rol model” olarak zayıfladığı için çocuk bundan da yoksun kalır. “Anne” otorite değil, sevgi, ilgi simgesidir. Asla baba otoritesinin boşluğunu dolduramaz. Bu sıkıntı en çok parçalanmış, boşanmış ailelerin çocuklarında yaşanıyor olsa gerek.
Otorite bir gereksinimdir. Otoritesi zayıf ya da yanlış kurulmuş bir ailede çocuk sınırlarını bilemez. Yanlış davranışları görmezden gelinir. Hatalarının bedelini ödemeyi öğrenemez. Sürekli “Evet” altında “hayır” ı bilmeyen bir çocuk nerede durması gerektiğini bilemez. Bu alışkanlığını sonraki yıllarında arkadaşlarına, işine, çevresine taşır. Bu başına buyruk sorumsuzlar yarın öbür gün toplumun kilit yönetici noktalarına geleceklerdir. Vay halimize!..
Z Kuşağı’nın Yeni trendi: Aileye “Çocuk Terörü”
Kısaca olan budur. Kaş yapayım derken göz yarmaktır. Bugün bazı ailelerin başına gelende budur. Bunlardan bazıları artık işi ebeveynlerine hakarete, soymaya, saldırmaya, yaralamaya hatta öldürmeye kadar vardırmışlardır. Olay otorite tanımamaktan, dik kafalı isyankârlıktan “otoriteyi yok etmek isteme” ye evrilmiştir. Bu tarz vakaların artması hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Tabii ki çocuklar kıymetlidir. Ancak ortada başka bir durum vardır.
Bu “ Marazi Özgürlükçülük Çıkmazı” dır. (Muhafazakârların ise başka çıkmazları vardır. Onlar ayrı bir yazı konusu) Rüzgâr eken fırtına biçmektedir. Böylelikle hem çocuklarımız – gençlerimiz yanlış bir eğitme anlayışının kurbanı olurken hem de toplumsal faturası ağır olacak bir nesil yetişmektedir. Aileler çaresiz görünmektedir. Devletinde ha keza bir “çare” geliştirebileceğini zannetmiyorum.
Yeni Bir “Omen / Kehanet” Filmi Gibi!..
Bilemiyorum: bu yazıyı yazarken birden “Omen / Kehanet” film serisindeki “Şeytani çocuk” figürünü ya da korku filmlerindeki “Chucky” karakterinden bahsediyormuş hissine kapıldım. Hiç şüphesiz o kadar değil. Haksızlık etmek ya da abartmak istemem. Lakin böyle giderse onlara yakın gerçek karakterlerin ortalığı doldurması hiç şaşırtıcı olmaz.
Normalde çocuklar tehdit altındadır. (Başka nedenlerle onlarda var elbette) Koruma altına alınması gereken onlardır. Ancak mevcut anlayış sürerse, bu gidişle asıl ebeveynlerin, velilerin koruma altına alınması gerekecek belki de!..
03. 06. 2024
NOT: Burada “Z Nesli” derken neslin bütünü kastedilmemektedir. Bu nesil içinde belli bir anlayışa göre sözüm ona “eğitilen” bir kesim vurgulanmaktadır.