ANALİZ - Türkiye-Hindistan ilişkileri ve gelecek perspektifi
- Doğu ve Güney Afrika’dan Malaka Boğazı’na veya Malay dünyasına kadar uzanan geniş Hint Okyanusu, Hindistan'ı kendi doğal sınırlarının ötesinde küresel güçlerle karşı karşıya getiren bir özellik taşıyor- Hindistan bugün, Çin’in Güneydoğu Çin Denizi ve Hint Okyanusu üzerinden Doğu Afrika’ya doğru...
KUALA LUMPUR (AA) - MEHMET ÖZAY - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hindistan ziyaretiyle iki ülke ilişkilerinde yeni bir evrenin başlamasına dair bir umut belirdi. Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye’nin yeniden belirleme çabası içerisinde olduğu uluslararası ilişkilerinde önemli bir yer işgal ediyor.
Hindistan’ın bir milyarı aşkın nüfusu, Hint Okyanusu’na ‘doğal’ hakimiyeti, Arap dünyası ile Malay dünyası arasında bir geçiş noktası özelliği taşıması, Çin’le jeostratejik rekabeti, Pakistan’la bitmeyen husumeti, yeni güvenlik politikalarında görece yayılmacı çabaları, zengin etnik yapısı içerisinde Türk unsurlar kadar diğer etnik yapılara mensup Müslüman kitlelerin varlığı, Hindistan’ın dünden bugüne aktarılan ve hatta bazı açılardan çok daha öne çıkan özelliklerini oluşturuyor.
Hindistan, Asya kıtasında Çin ile birlikte, iki önemli kültür ve medeniyet havzasını teşkil ediyor. Öte yandan Çin’in aksine, tarihsel olarak Türk unsurunun daha çok nüfuz ettiği coğrafya olarak Hindistan öne çıkıyor. Bu noktada geniş Türk milletine mensup grupların Alt Kıta’nın kuzeybatı ve kuzeydoğu istikametinde kendini gösteren devlet kurma geleneği ile siyasi ve kültürel etkisini hatırlamak gerekir.
- Kongre Partisi’nden Hindu milliyetçiliğine
Uzun yıllar sömürge döneminde milliyetçi hareketin uzantısı olarak kurulan ve ‘seküler’ temelleriyle dikkat çeken Kongre Partisi’nin hakimiyetinde geçen modern siyasal yaşamın, geniş toplum kesimlerine sürdürülebilir bir yaşam sağlayabildiğini söylemek güç. Öyle ki Soğuk Savaş yıllarının bittiği 1990’lı yıllarda ülkenin kalkınmasına yön verme adına başlatılan ve özellikle Japonya gibi kalkınmış ülkelerle ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen ‘Doğu Politikası’ yaklaşımından, Kongre Partisi yıllarında yaşanan sorunlardan ötürü ne ölçüde verim alınabildiği tartışmalı. Bu nedenledir ki, bu köklü siyasi hareket dönem dönem karizmatik liderleri sayesinde varlığını sürdürürken, bir süredir yerini Hindu milliyetçiliğinin bayraktarlığını yapan Baharatiya Janata Partisi’ne (BJP) bırakmış durumda.
Hindistan’ın dezavantaj gibi görünen büyük nüfusuna karşılık zengin doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen, geniş kesimlere yaşanılabilir şartların oluşturulmasındaki zaafiyetini aşması için reform yönelimli söylemiyle öne çıkan bir siyasi harekete ihtiyaç vardı. BJP’ye ulusal siyasette yer verildi. Böylesi bir toplumsal talebin siyasi karşılığı kadar, benimsediği popüler söylemle güçlü Hindu kesimin desteğini alan bu siyasi hareket hiç kuşku yok ki Hindu milliyetçiliğinin siyasi arenada çok daha güçlü bir şekilde görünümünü ortaya koyuyor.
2014 yılında Narendra Modi’yi başbakanlığa taşıyan süreç, bir yönüyle Filipinler’den ABD’ye kadar farklı coğrafyalardaki katı ve dışlayıcı bir milliyetçi söylemle öne çıkan siyasi eğilimler içerisinde yerini alıyor. Bu gelişme, sadece Hindistan’daki Müslüman kitleler ile Hindular arasında değişik boyutlarda çatışmaları gündeme getirmekle kalmıyor, aynı zamanda, Batı’da üretilen ve ‘İslam karşıtlığı’ndan kaynaklanan bu olguyu ve pratiklerini besleyen bir tehlikeyi de içinde barındırıyor.
- Su yolları üzerinde jeostratejik rekabet
Doğu ve Güney Afrika’dan Malaka Boğazı’na veya Malay dünyasına kadar uzanan geniş Hint Okyanusu, bu ülkeyi kendi doğal sınırlarının ötesinde küresel güçlerle karşı karşıya getiren bir özellik taşıyor. Hindistan, 2. Dünya Savaşı sonrasının Soğuk Savaş döneminde ‘üçüncü dünyacılık’ veya bir başka deyişle ‘bağlantısızlar’ hareketinin önemli bir ismi olarak ortaya çıktı. Ve bu yönelimini, 1955 yılında Bandung Konferansı sürecinde oynadığı öncü rolle kanıtladı.
Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ve Rusya’nın siyasi nüfuz bağlamındaki yayılmacılık süreçlerinde bağlantısızlık konumunu korumaya çalışan Hindistan bugün, Çin’in Güneydoğu Çin Denizi ve Hint Okyanusu üzerinden Doğu Afrika’ya doğru genişleyen su yollarının jeostratejik öneminden hareketle şekillenen ilişkiler ağında yeni bir güç merkezi olma çabasında.
Bu çerçevede, 2000’li yılların başlarında gelişen yeni jeopolitik dengeler çerçevesinde Çin’le birlikte Hindistan’a, Asya-Pasifik bölgesinin iki önemli güç yapılanması olarak dikkat çekiliyordu. Bu süreçte Çin’de tanık olunan ekonomik kalkınma, bugün bu ülkeyi sadece küresel ekonomide ikinci sıraya getirmekle kalmıyor, aksine Çin’i askeri ve teritoryal alanda yayılmacı bir konuma doğru sevk ediyor. Aradan geçen sürede ise Hindistan’ın Çin’in gerisinde kaldığı gözlemleniyor.
- Çin'in Hint Okyanusu'undaki hesapları
Çin sadece Güney Çin Denizi’nde teritoryal hakimiyet ve bunu pratiğe geçirme yönünde agresif politikalar geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda çokça muhtaç olduğu petrol ve doğal gaz kaynaklarının aktarım kanalı olması yönüyle Hint Okyanusu’ndaki ‘güvenlik’ çabalarını da arttırıyor.
Bu bağlamda Çin donanması sadece Güney Çin Denizi’nde değil, Hint Okyanusu’nda da var olma çabası verirken bir yandan da bu devasa denize komşu bazı ülkelerle işbirliği arayışları da gündeme geliyor. Hint Okyanusu’nun doğusunda Bengal Körfezi’nde Myanmar ve Bangladeş, bu okyanusun batısında Pakistan ve İran ile doğu Afrika sahillerinde Cibuti ile ilişkiler bu bağlamda değerlendirilebilir. Çin, aynı zamanda Malay dünyasını temsil makamında olduğu düşünülebilecek Endonezya ve Malezya’nın 'kontrolündeki' Malaka Boğazı’nın kuzey ve batı girişlerinde belirleyici rol üstlenme niyetinde. Çin’in su yolları üzerindeki bu girişimlerinin, sadece ABD’nin Pasifik hakimiyetine karşı bir duruş olduğunu söylemek mümkün değil.
- Hindistan'ın stratejik hedefleri
Bu çerçevede Hindistan, yeni jeopolitik gelişmeler çerçevesinde dini, kültürel ve ekonomik olarak kayda değer rol oynadığı Hint Okyanusu’na komşu bölgelerdeki varlığını yeniden canlandırmanın hesabını yapıyor. Burada sorun, Hindistan’ın böylesine geniş bir coğrafya üzerinde denge unsuru olmasını sağlayacak donanımlara sahip olup olmadığıyla ilgili.
Bu noktada Hindistan’ın potansiyel bir aktör olduğunun dış faktörler tarafından da fark edildiğine tanık olunuyor. Öyle ki Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo’nın geçen aralık ayında, Malezya Başbakanı Necib bin Rezzak’ın da mart sonu nisan ayı başlarındaki Delhi ziyaretlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bununla birlikte Hindistan’ın, günümüzdeki uluslararası ilişkiler yönelimleri çerçevesinde 'çoklu ilişkiler' kuralına bağlı olarak ASEAN’la bir blok olarak ilişkisi, Rusya-Çin-Breziyla-Güney Afrika’nın da üyesi olduğu BRICS adıyla anılan birlik içindeki varlığı, bugünkü mevcut güç unsurları çeşitliliğini ortaya koyuyor.
- Türkiye-Hindistan ilişkileri
Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkilerin durağan bir seyir takip ettiği söylenebilir. Bununla birlikte, küresel ticaret ve politikalarda giderek güçlü bir şekilde öne çıkan Asya-Pasifik bölgesine ve bu bölgeyi güçlü bir şekilde besleyen Hint Okyanusu’na açılan Hindistan ile ilişkilerin sağlıklı temellere dayalı olarak sürdürülebilir bir yapı sergilemesi sağlanabilir.
Bugüne kadar, iki ülke arasındaki ilişkilerin durağan bir seyir takip etmesinde, bazı tarihi ve dini-kültürel nedenleri de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin Pakistan’ın ayrılması ve buna eklemlenen Keşmir sorunu gibi bölgesel faktörlerin etkisi yadsınamaz. Bu bağlamda Türkiye-Hindistan ilişkilerini pratik yaklaşımlar ile idealler arasında bir ayrıma tabi tutmak gerekir.
Bununla birlikte, bir milyarı aşkın nüfus yapısıyla ülkenin kuzeyindeki Türk unsurları ile Alt Kıta’nın batısında Arap denizine, doğusunda Bengal Körfezi ve Malaka Boğazı’na bakan eyaletlerdeki kayda değer Müslüman nüfusun ortak bir payda olarak gündeme getirilmesinde yarar var. Alt Kıta’nın bu farklı özellikleri ile öne çıkan bölgelerinde geliştirilmeye muhtaç ilişkiler ağının Türkiye’nin Güneydoğu Asya topraklarına uzanan siyasi ve ticari ilişkilerinde de kayda değer yapıcı etkisi zamanla hissedilecektir.
İşaret edilen beklentilerin karşılanması, öngörülerin hayata geçirilebilmesi, Türkiye'nin bu devasa ülkede gerek resmi, yarı-resmi gerekse özel sektörle geniş alanlarda işbirliğine gitmesini sağlayacak imkanları olabildiğince kullanabilmesine bağlı. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinin böylesi bir somut açılım için umut verdiğini söylemek mümkün.