ANALİZ - Suudi Veliaht Prensi'nin ABD ziyaretinin muhtemel sonuçları
- Veliaht Prens Muhammed bin Salman'ın ABD seyahati, Suudi Arabistan'ın güvenlik hedeflerinden ziyade ekonomik hedeflerine ulaşmakta daha başarılı olmasını sağladı- Ancak Muhammed bin Salman'ın ABD'li yetkilileri ve iş çevrelerini, ülkesinin gerçek bir siyasi ve ekonomik değişim sürecine girdiği...
OXFORD (AA) -SAMUEL RAMANİ- Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, Kral Salman tarafından geçen haziran ayında veliaht olarak atanmasından sonra, ABD'ye ilk ziyaretini 19 Mart'ta gerçekleştirdi. Ziyareti sırasında ABD Başkanı Donald Trump ile bir araya gelen Muhammed bin Salman, önde gelen Amerikalı iş adamlarının dikkatini Suudi Arabistan'ın ekonomik modernizasyon girişimlerine çekti ve Suudi Arabistan'daki sosyal reformlarla ilgili iddialı planlarından söz etmek için CBS televizyonunun en prestijli haber programı olan 60 Dakika’ya katıldı.
Muhammed bin Salman'ın ABD ziyareti ve Amerikan kamuoyu karşısında Suudi Arabistan'ın imajını yenileme çabaları, birbirinin zıddı tepkilere neden oldu.
Donald Trump'ın Suudi Veliaht Prensini coşkulu biçimde övmesine karşılık Bernie Sanders ve Mike Lee gibi etkili senatörler, Riyad'ın Yemen'deki tutumuna yönelik iğneleyici eleştirilerde bulunurken, ABD iş dünyasının liderleri de Suudi Arabistan'ın reform taahhüdü konusunda açıkça şüpheci tavır sergiledi.
Görüşlerdeki bu kutuplaşma, Muhammed bin Salman'ın ABD seyahatinin, Suudi Arabistan'ın ekonomik hedeflerinden ziyade güvenlik hedeflerine ulaşmakta daha başarılı olmasını sağladı.
Muhammed bin Salman güvenlik alanında ABD'deki gündeminin iki temel amacını gerçekleştirdi: ABD'nin ileri askeri teknolojisine uzun vadeli erişimin sağlanması ve İran'a karşı Suudi Arabistan'ın ABD ile işbirliğinin güçlendirilmesi.
Muhammed bin Salman'ın Suudi Arabistan'ın ABD silahlarının müşterisi olarak ayrıcalıklı konumunu koruma amacı, ABD'yi Riyad'ın Yemen'de devam eden askeri harekatını desteklemesi gerektiğine ikna etme yeteneğine bağlıydı.
20 Mart'ta Bernie Sanders ve Mike Lee'nin ABD ordusunun Suudi Arabistan'ın Yemen'de gerçekleştirdiği operasyonları desteklemeye son vermesi çağrısında bulunarak sunduğu tasarıyı ABD Senatosunun reddetmesi, Trump ve ABD Savunma Bakanı James Mattis ile yapacağı görüşmeden önce, Muhammed bin Salman'ın pazarlık pozisyonunu epey güçlendirdi.
Muhammed bin Salman ile görüşmesinin ardından Trump açıkça Suudi Arabistan'ı ABD silahlarını satın almaya çağırdı ve Suudilerin silah alımının ABD'de 40 bin istihdam sağladığını iddia etti.
Trump'ın yorumlarına cevaben Muhammed bin Salman, Suudi Arabistan'ın ABD'den silah alımını, 10 yıllık zaman diliminde 200 milyar dolardan 400 milyar dolara çıkarmayı kabul etti.
Trump'ın ABD-Suudi Arabistan ittifakının gücünden övgüyle bahsetmesi, Suudi Arabistan'ın Washington'un en gelişmiş füze savunma teknolojisini ve yeni kıyı muharebe gemisini satın alması hakkında Riyad'daki iyimserliği artırdı. Bu alımlar, Suudi Arabistan'a, İran'ın balistik füze programına karşı tartışmasız savunma gücü sağlayabilir ve Riyad'ın Basra körfezindeki donanma hegemonyasını güvence altına alabilir.
Muhammed bin Salman'ın İran'ın bölge istikrarı için oluşturduğu tehdide karşı sert retoriği Washington'da da etki meydana getirdi. Muhammed bin Salman CBS söyleşisinde, İran'ın Ortadoğu'daki saldırgan faaliyetlerini Nazi Almanyasına benzetti ve Washington'a İran nükleer anlaşmasından vazgeçmesi çağrısında bulundu. İran karşıtı bu sert retorik, Washington'un İran nükleer anlaşmasından çekilmesini açıkça isteyen yeni Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanan John Bolton gibi Amerikalı yetkililer arasında güçlü yankı buldu.
Perspektiflerdeki bu sinerjinin yanı sıra, Suudi yetkililer Trump yönetiminin İran konusundaki şahin retoriğini iki nedenle hoş karşıladı. Öncelikle, Trump yönetiminin İran karşıtı sert politikası, Washington'un Suudi Arabistan'a nükleer enerji yardımı sağlama olasılığını arttırıyor. Suudi Arabistan'a sivil nükleer enerji yardımı sağlamanın, Riyad'a nükleer silah üretme kabiliyeti vereceği konusunda uzun süredir var olan kaygılara rağmen, Trump yönetiminin Suudi Arabistan-ABD ittifakını güçlendirme çabaları, Washington'un nükleer silahlanma hakkındaki endişelerinin azalmasına neden oldu.
Bu pozisyon değişikliği, ABD Enerji Bakanı Rick Perry'nin kısa süre önce, Riyad'ın Rusya veya Çin ile nükleer bir anlaşma imzalamamasını temin etmek için bu ülkenin sivil nükleer programına Washington'un yardım etmesi gerektiği açıklamasıyla örneklenmişti. Bu açıklama Riyad'da, yıllar süren kararsızlığın ardından, ABD ile Suudi Arabistan arasında nükleer enerji meselesinde bir yakınlaşma işareti olarak memnuniyetle karşılanırken, Suudi yetkililer muhtemel bir anlaşma hakkında ağızlarını sıkı tutmayı sürdürüyor.
İkincisi, Washington'da İran karşıtı hassasiyetlerin yoğunlaşması, Riyad'ın Yemen'de Husi yanlısı isyancılara karşı askeri müdahalesini sorgulanmaksızın yürütmesine izin verecektir. Amerikalı siyasilerin, Yemen'deki askeri faaliyetlerinin sivil bedelleri konusunda Suudi Arabistan'a baskı yapmaktaki isteksizlikleri, Trump'ın Muhammed bin Salman ile görüşmesinde Yemen'i ele almama kararıyla çarpıcı biçimde açığa çıktı.
Trump'ın Yemen meselesini konuşmaktan kaçınması, Yemen'de Suudi liderliğindeki bloğa ilişkin Aralık ayındaki güçlü eleştirileriyle çelişiyor. Bu politika değişikliği, Washington'un Yemen krizine yönelik daha geniş yaklaşımına yansıyor. Trump yönetiminin birçok üst düzey yetkilisi, Suudilerin Yemen'deki hava saldırılarını, Husilerin Suudi topraklarına yönelen füze saldırılarına cevaben “meşru müdafaa” olarak değerlendirmeye devam ediyor.
Muhammed bin Salman'la yaptığı görüşme sonrasında Mattis, Suudi Arabistan’ın Yemen'deki hareketlerinin bu zımni kabulüne karşı çıkarak Yemen savaşına hızlı bir şekilde son verilmesi ve Suudi Arabistan'ın barış sürecinin bir parçası olması yönünde çağrıda bulundu. Pompeo İran'ı Yemen'deki istikrarsızlığın temel sebebi olarak gördüğünden ve Suudi Arabistan'ın askeri çabalarını destekleme kararlılığını sürdürdüğünden dolayı bu söylem, Yemen'e yönelik ABD politikasındaki daha geniş bir değişimi yansıtmıyor.
Muhammed bin Salman'ın ABD-Suudi Arabistan güvenlik ortaklığını güçlendirmek konusunda elde ettiği kayda değer ilerlemeye rağmen, Suudi Prensi Prens ekonomik alanda da benzer olumlu sonuçlar elde etmek için mücadele etti. Gezisi sırasında Muhammed bin Salman “Vision 2030” modernizasyon programını ABD’nin savunma ve sivil endüstri liderlerine anlattı. Vizyon 2030 planı, Suudi Arabistan'ın kendi savunma sanayisini geliştirmesini ve devlete ait verimsiz işletmeleri dinamik özel şirketlere dönüştürmeyi içeriyor.
Muhammed bin Salman'ın ekonomik reformlarının sürdürülebilirliği hakında Amerikalı iş çevrelerini ikna etme becerisi halen belirsizliğini koruyor. Trump Suudi Arabistan'a silah ihracının ekonomik katkılarını methederken, ABD'li siyasiler Suudların ABD silahlarına bağlılığını azaltacak önlemlere direniyor. Bu düşünceler ABD savunma sanayisi şirketlerinin fikirlerini etkileyebilir ve Muhammed bin Salman'ın ABD’nin önde gelen savunma şirketlerinin Suudi askeri teknolojisini desteklemesi konusundaki çabasını güçleştirebilir.
ABD iş dünyası liderleri Suudi Arabistan'ın özelleştirmeye yönelik taahhüdüne de kuşkuyla bakıyor. Suudların küçük işletmeler için açıkladığı 19 milyar dolarlık teşvik paketi ABD'de olumlu karşılanırken, Amerikalı iş adamlarının çoğu Muhammed bin Selman'ın 300 milyar dolarlık özelleştirme gündeminin, ancak Veliaht Prensin siyasi gücünün bir kısmından vazgeçmesiyle gerçekleşebileceğini düşünüyor.
Ayrıca ABD'de Muhammed bin Salman'ın Suudi Arabistan ekonomisinin sübvansiyonlara olan bağımlılığından vazgeçme isteğine dair de büyük bir şüphe var; bu istek S&P gibi Amerikalı kurumların önemli gördüğü bir reform. Bu endişeler, Muhammed bin Selman'ın reform söyleminin ABD'li iş çevrelerinde şüpheyle algılanmasına neden olabilir; Veliaht Prensin İngiltere'ye yaptığı son ziyarette olduğu gibi.
Muhammed bin Salman'ın ABD seyahati, Suudi Arabistan'da büyük iyimserliğe neden olurken, Suudi Arabistan'ın güvenlik hedeflerinden ziyade ekonomik hedeflerine ulaşmakta daha başarılı olmasını sağladı. Bu başarılar ABD-Suudi Arabistan ittifakının güçlenmeye devam edeceğini gösteriyor. Ancak Muhammed bin Salman'ın ABD'li yetkilileri ve iş çevrelerini, ülkesinin gerçek bir siyasi ve ekonomik değişim sürecine girdiği konusunda ikna edip edemeyeceği halen belirsiz.
[Oxford Üniversitesi St. Antony’s College Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktora çalışmasına devam eden Samuel Ramani, düzenli olarak Washington Post ve The Diplomat’ta Ortadoğu ve Rusya politikası odaklı yazılar kaleme almaktadır]