ANALİZ - Grevlerin pençesindeki ülke: Fransa

- Dünyanın en büyük 5 ekonomisi içinde yer alan Fransa, rafineri, nükleer santral ve toplu taşıma grevleriyle adeta bir “kıtlık ülkesine” dönüşme yolunda- Benzinliklerdeki uzun kuyruklar, nükleer santrallerde iş bırakan eylemciler ve hükümetle bilek güreşi yapan sendikalar, Fransa’da gelecek...

PARİS (AA) - F. ESMA ARSLAN/BİLAL MÜFTÜOĞLU - Fransa'da sanat meraklılarının müzelerin önünde oluşturdukları sonu gelmez kuyruklar, yerini metrelerce uzayan, kavgaların ve tartışmaların eksik olmadığı benzin kuyruklarına bırakmış durumda. Rafinerilere giden yolların kapatıldığı, nükleer santrallerde çalışanların iş bıraktığı, gazetelerin üretime ve dağıtıma ara verdiği, alışveriş merkezlerinin elektriksiz kaldığı Fransa’da bugün benzin bulabilmek, Mona Lisa'nın önünde "selfie" çektirmekten daha zor. Uzayan kuyruklar, çıkan kavgalar, etraftaki gazetecilere saldıran sinirli sürücüler, sürücü başına litre sınırlaması getiren benzinciler, Türkiye'nin karneli, kuyruklu zor yıllarını hatırlatıyor. Nasıl bir süreç dünyanın en büyük 5 ekonomisinden biri olan Fransa'yı adeta bir "kıtlık ülkesi" haline dönüştürmeyi başarmış olabilir sorusunu akıllara getiriyor.

Eylemler ilk bakışta yeni çalışma yasasına karşı yapılıyor gibi görünse de, arkasında yatan nedenler, uzun süredir artarak devam eden işsizlik, Fransız siyasetinin elitleşerek halktan uzaklaşması ve halkın siyasi memnuniyetsizliklerinin küçümsenmesi olarak nitelendirilebilir. Eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve mevcut Cumhurbaşkanı François Hollande hükümetlerinin toplamda 2 milyon 200 bin işsiz yaratması, Fransa'yı artık dönülemez bir yola soktu. Hem sağ hem de sol hükümetin işsizlik konusunda aynı performansı göstermesi, özellikle gençleri siyasetten soğutmaya başladı.

Anketler hem cumhurbaşkanına hem de siyasi partilere duyulan güvenin giderek azaldığına işaret ederken, gençlerin kendisine yeni bir dinamik siyasi figür aradığını ortaya koyuyor. Bu arayış, Fransa tarihinde yeni bir sivil hareketin başlamasına neden olacaktı. Adeta açık hava oturumu olarak başlayan Nuit Debout, Türkçe çevirisiyle "Gece Ayakta" eylemleri, Fransız gençlerin bu arayışına çare olmak amacını taşıyordu. Bu eylemler ilk etapta çalışma yasası karşıtları tarafından organize edilmiş gibi anlaşılsa da, farklı görüşlerden birçok Fransızın katıldığı görülüyordu. Eylemciler akşam iş çıkışı, şehrin sembol meydanı Republique'te toplandı ve gün aydınlanana kadar siyasetçilere yönelik eleştirilerini tartışarak eylemlerine devam ettiler.

Özellikle 25-35 yaş grubunun çoğunluğu oluşturduğu Gece Ayakta eylemcileri, sadece siyaset değil, sosyal hayata ilişkin eleştirilerini de seslendiriyor. Eylemciler sağlıktan savaşa kadar birçok konuyu ele aldılar. Diplomalı gençlerin yanı sıra nostalji yaşamak isteyen 68 kuşağı da Gece Ayakta'nın içinde yer alıyor, gençlere yemekler hazırlıyor, beraber dans ediyor ve “bizim zamanımızda” ile başlayan cümlelerle gençlere deneyimlerini aktarıyor.

Yalnızca Paris'te kalmayıp Fransa'nın Toulouse ve Lyon gibi önemli şehirlerine de yayılan Gece Ayakta eylemi, herhangi bir lideri ya da sözcüsü olmadan kitlelere ulaşmayı başardı. 13 Kasım'dan bu yana olağanüstü hal uygulamasının devam ettiği Fransa'da, izinsiz toplanmaların yasak olduğu kesin bir dille ifade edilirken Gece Ayakta eylemi de benzer bir tehditle karşı karşıya geldi. Polis Republique meydanına birkaç kez müdahale etse de, İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve herkesin protesto hakkı olduğunu savunmuş ve 3 Mayıs'ta Ulusal Meclis'teki oturumda kendisini sıkıştıranlara "Republique'te söylenenlerin hiçbirine katılmıyorum ama o eylemlerin devam etmesi için de elimden geleni yapacağım" demişti.

-Yasaklamadılar, küçümsediler

Eylemler Başbakan Manuel Valls'in isteğine rağmen yasaklanmadı, ancak hem merkez sağ hem de aşırı sağ, eylemlere karşı olduğunu her fırsatta tekrar etti. Sol kanatta ise Cazeneuve, eylemleri savunan taraf olarak yalnız kaldı. Sosyalist hükümetin içinde de eylemlerin yasaklanması konusunda uzun tartışmalar yapıldı. Fransa’da sağ ve sol Gece Ayakta’yı adeta küçümsüyor, basit ve etkisiz bir hareket olarak algılıyor ama bir yandan da acaba yasaklanmalı mı sorusuna cevap arıyordu. Ancak hükümet eylemleri yasaklamak yerine başka bir yöntem denedi. Her gece meydanları dolduran Gece Ayakta, haber kanallarının gündemin düşmeye başladı. Hareket hakkında uzun uzun köşe yazılarının, analizlerin yazıldığı günler hızla uzaklaşmıştı. Artık neredeyse hiçbir Fransız kanalı meydandan görüntü yayınlamıyor, büyük umutlarla başlayan hareket, kendine haber bültenlerinde olabildiğince az yer bulabiliyordu.

Gece Ayakta'nın devam ettiği süreçte, çalışma yasası protestoları şiddetlenmiş, neredeyse haftanın iki günü büyük eylemler düzenlenir olmuştu. Her eylemde başgösteren bir grup, Gece Ayakta'nın meşruiyetini tamamen yitirmesine neden olacaktı: Fransız siyaseti o grubu "çapulcular" diyerek adlandırdı. Fransızca'da "casseur" olarak nitelendirilen, şiddet yanlısı, yüzü maskeli, eli molotof koktelylli "çapulcular", eylemlere ortasında yada sonunda katılıyor, etrafı yakıp yıkıyor, polise saldırıyor, dükkanlara zarar veriyordu. Fransız basını "çapulcular"la Gece Ayakta'yı sık sık aynı cümlede kullanmaya başlamış, zaten istenilen kamuoyu desteğini bir türlü yakalayamamış olan hareket, bu grupla aynı kefeye konulduğu için marjinal, saldırgan bir hareket olarak anılmaya mahkum edilmişti.

-Polise "tam destek", gazeteciye "yasak"

Dozu giderek artan protestolar nedeniyle, çalışma yasası karşıtları ve Gece Ayakta eylemcilerinin farkını artık kimse merak etmiyordu. Hem sağın hem de sol cenahın Gece Ayakta'yı küçümsemesi ve medyanın bu konudaki körlüğü, hevesleri kursakta bırakmıştı. Artık "Gece Ayakta" yoktu ve onun yerine çalışma yasa tasarısı karşıtları gelmişti. Her bir eylemde sayıları giderek artan "çapulcular" artık meydanlardaydı. İçişleri Bakanlığı, aynı anda 200 noktada yapılan 100 binlerce kişinin katıldığı eylemlerden sonra yayımladığı basın bildirilerinde polise teşekkürler yağdırırken "çapulculara göz açtırılmayacağını" yineliyordu.

Cazeneuve ve Valls, çapulcuların etrafa ve polise saldırmasının kabul edilmez olduğunu söylüyor, bu konuda ağır yaptırımlar uygulanacağını ve bedelinin ödetileceğini kesin bir dille ifade ediyordu. Medya da boş durmuyordu: "Çapulcular" televizyon kanalları tarafından yerden yere vuruluyor, haber bültenlerini takip eden açık oturumlarda "orantısız güç" kullanmakla eleştirilen polisin aslında haklı olduğu söyleniyordu.

Eylemler arttıkça, "çapulcuların" sayısı çoğaldıkça, polis de olaylara müdahalede şiddetin dozunu artırdı. Biber gazına artık demir coplar ve Türkiye'de kullanılması yasak olan plastik mermiler eşlik ediyordu. Her eylem sonrası yayımlanan basın bildirilerinde, yaralanan polis sayısına vurgu yapılıyor, bunların hesabı sorulacak deniyor, ancak gösterilerde kaç eylemcinin yaralandığından bahsedilmiyordu.

Polisin göstericilere saldırdığı fotoğraflar sosyal medya dışında neredeyse hiçbir mecrada paylaşılmıyor, kafasına polis tekmesi yiyen eylemci kız da bir türlü kahraman olamıyordu. Hatta valilik, polisin kadın bir göstericiye saldırdığı anı fotoğraflayan bir fotomuhabirinin, Paris'in belli bölgelerinde belli saatlerde dolaşmasını bile yasaklamıştı. Fotomuhabirinin yasak emrini sosyal medyada paylaşmasından 24 saat sonra, yasak geri çekilmiş ve “bir yanlışlık olduğu” söylenmişti.

Kısacası devlet, kolluk kuvvetlerine sonuna kadar sahip çıkıyor, arabası yakılan polislere madalya takıyor ve bu konuda da medya araçlarını sonuna kadar kullanıyordu.

-Grev dalgası yayılıyor, bilek güreşi devam ediyor

Ancak sokaklardaki hareketlilik ve eylemler yatışmadı. "Nuit Debout" hareketi ile başlayan akımın grev hareketleriyle birleşmesi sonucunda, toplumsal tepki sadece gençlerle sınırlı kalmayıp birçok farklı iş koluna yayıldı. Tren hatlarında başlayan grev dalgası, şehir içi toplu taşıma, havayolu sektörlerinin yanı sıra petrol ve enerji gibi stratejik alanları da etkilemeye başladı. Mart ayından beri ulusal tren ağını aralıklarla etkileyen grev hareketinin, 31 Mayıs'tan itibaren süresiz uzatılma ihtimali bulunuyor. Benzer şekilde havacılık sektörü ve Paris toplu taşıma servisinin, 31 Mayıs'tan itibaren her gün grevden etkilenmesi bekleniyor.

Rafineriler, nükleer santraller, toplu taşıma ve havacılıktaki grevlerle sendikalar, Fransız basının da sık kullandığı tabirle, hükümetle “bilek güreşi” yapmaya devam ediyor. Fransa Avrupa'da en çok greve gidilen ülke olmasından dolayı bu manzaraya alışık olmasına rağmen, çalışma yasasına yönelik tepkiler günlük hayatı bir önceki grevlere göre gözle görülür bir şekilde daha olumsuz etkiliyor.

Bu hafta ülkedeki sekiz petrol rafinerisinin tamamında grev kararı alınması nedeniyle benzin arzında kesintiler yaşanırken, birçok bölgede adeta "karneli" benzin sistemi uygulanıyor. Ülkede her beş benzin istasyonundan birinde kısmi veya tam anlamıyla benzin kıtlığı yaşanırken, Fransa'nın batısında yer alan Ille-et-Vilaine, Cotes-d'Armor, Finistere, Orne, Loire-Atlantique, Vendée ve Mayenne illerinde araç başına yalnızca 20 ila 30 litre benzin alınmasına izin veriliyor. Benzinliklerin önündeki kuyruklar uzayıp giderken ne hükümet ne sendikalar geri adım atıyor.

Fransa'nın en büyük sendikal örgütü Fransa Genel Çalışma Konfederasyonu (CGT) tarafından kapatılan rafineriler polis zoruyla boşaltılmasına rağmen hükümet, toplamda 115 gün yetecek şekilde saklanan, ülkenin stratejik rezervlerinin kullanılmasına izin verdi. Fransa Petrol Sanayicileri Birliği'ne (UFIP) göre Fransa, üç gündür yedek petrol rezervlerini kullanıyor.

Petrol rezervlerindeki sıkıntıya ek olarak bir de nükleer santrallerde grev kararı alınınca, ülkede elektrik kesintilerinin baş göstermesi bekleniyor. Fransa'daki 19 nükleer santralin tamamında 26 Mayıs'tan itibaren geçerli olacak grevle birlikte, elektrik üretiminde ciddi bir düşüş yaşanması bekleniyor. Fransa'nın batı ve güneyindeki santrallerde hafta başında yapılan kısmi grev nedeniyle, Nantes şehrinde ve Marsilya'da bulunan Avrupa'nın en büyük alışveriş merkezlerinde elektrik kesintisi yaşanmıştı.

Çalışma yasasının 10 Haziran'da Fransa Senatosu'nun gündemine gelmesinin ardından, 14 Haziran'da da ülke genelinde yeni bir grev dalgası yaşanabileceği söyleniyor. Bu grev dalgasının özellikle, 10 Haziran'da Fransa'nın ev sahipliğinde başlayacak EURO 2016 Futbol Şampiyonası'nı etkileme riski bulunuyor.

-Tepkilere yol açan çalışma yasası

Ülkede yoğun protestolara yol açan yeni çalışma yasa tasarısının yasalaşması halinde, günlük azami 10 saatlik çalışma süresi 12 saate çıkarılacak, iş sözleşmesinde değişiklik yapmak isteyen çalışanlar işten atılabilecek, yarı-zamanlı çalışanların haftalık 24 saat olan asgari çalışma süresi düşürülecek, fazla mesailerde daha az ödeme yapılabilecek.

İnternette yasanın geri çekilmesine yönelik başlatılan "Çalışma yasası: Hayır, merci" adlı kampanya, 1 milyon 300 bin imza toplayarak ülkede rekor kırdı. Yasanın içeriği dışında, hükümet tarafından Fransa Ulusal Meclisi'nin hiçe sayılarak kabul ettirilmeye çalışılması da demokrasi eleştirilerine yol açtı.

Odoxa adlı kuruluşun yaptığı bir araştırmaya göre, Fransız halkının %71'i, hükümetin Fransa Anayasası'nın 49. maddesinin 3. fıkrasının kendine tanıdığı hakkı kullanarak milletvekili oylamasını tamamen devredışı bırakmasını "şok edici" buluyor. Sosyalist Parti içerisindeki "küskünler hareketi" ise bunu "demokrasinin reddi" olarak tanımlıyor.

-Çalışma yasası Fransa için ne kadar gerekli?

Fransız ekonomisinin dört yıllık duraklamadan sonra ancak 2015 yılında %1,3 büyüyebilmesi ve ülkenin %10,5 ile son 15 yılın en yüksek işsizlik oranıyla karşı karşıya kalması nedeniyle Fransa çalışma pazarında reform ihtiyacı bulunuyor.

Fransa, aynı zamanda çalışma pazarının yeterince esnek olmaması nedeniyle diğer Avrupa ülkelerine göre daha az yabancı yatırım çekiyor. Ernst & Young firmasının yayınladığı son rapora göre Fransa, 2015'te en büyük 15 Avrupa ekonomisi arasında yabancı yatırımların azaldığı tek ülke olarak dikkati çekiyor. Avrupa ülkelerinde geçtiğimiz yıl yabancı yatırım oranı ortalama %14 artmasına karşın, Fransa'da %2 oranında düşüş gösterdi.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ise Fransa'ya yönelik bu hafta yayınladığı ekonomik tahmin raporunda, hükümetin çalışma yasası dışında başka adımlar atması gerektiğini ifade etmiş, özellikle işsizlik ve kamu borcunun düşürülmesine dair uyarıda bulunmuştu.