ANALİZ - Getto ve devlet arasında göçmenler

- Danimarka hükümetinin gettolara adeta savaş açması ve bu bölgelerde işlenen suçlara verilecek cezaları iki katına çıkaracak bir yasa hazırlığında olması, Avrupa’da gettolara karşı sert tedbirler alınması dönemine girildiğinin işareti- Avrupa’da getto ve gettolaşma uzun süre tartışılacağa...

İSTANBUL (AA) - KADİR CANATAN - Avrupa’da getto olgusu yeni bir şey değil. Göçmenlerin o günkü şartlarda “konuk işçi” olarak adlandırıldığı bir dönemde gettolar oluşturuldu.

O günden bugüne entegrasyon sürecini ve politikalarını engellediği tartışıldı ve yazıldı-çizildi. Ne var ki bu konuda pek de bir şey yapılmadı. 2000’li yıllarda aşırı sağın ve İslamofobinin yükselmesiyle birlikte yeniden gündeme gelen getto tartışması, artık bir hukuk devletinde rastlanmayan biçimlere bürünmeye başladı. Danimarka hükümeti, ülkede göçmenlerin ağırlıkta olduğu gettolara adeta savaş açtı. Gettoların listesini açıkladı ve birtakım tedbirlerin hayata geçirileceğini duyurdu. Ancak bu gelişme sadece Danimarka ile sınırlı değil; Fransa, Almanya, İsviçre ve Hollanda’da da öteden beri tartışmalar yaşanıyor.

- Karmaşık ve tarihsel bir olgu: Gettolaşma

Yakın tarihte gettolaşma, altmışlı ve yetmişli yıllarda misafir işçilerin Avrupa’ya gelmesiyle oluşmaya başladı. Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri işgücü göçüne ilişkin anlaşmalara imza atarken, bu göçün geçici olduğunu düşünüyor ve ihtiyaç karşılandıktan sonra misafir işçilerin kendi ülkelerine döneceklerini umuyordu. Nitekim altmışlı yıllarda da gelişmeler beklentilere uygun olarak gerçekleşti, fakat yetmişli yıllara geçince bir yandan giderek artan aile birleşimi diğer yandan da yabancı işgücüne duyulan yapısal ihtiyaç, planları ve beklentileri değiştirdi.

Avrupa ülkeleri altmışlı ve yetmişli yıllarda misafir işçileri pansiyon, baraka ve kamplara yerleştirdiler. Onların toplumla bütünleşmesi ve şehrin mahallelerinde oturması adeta yasaktı. Aile birleşimi başlayınca, ev kiralamak ve mahallelere taşınmak mecbur hale geldi. Bu süreçte göçmenler, hala tasarruf yapmayı düşündükleri için fazla masraf yapmamaya ve şehrin en ucuz konutlarının olduğu eski mahallelere yerleşmeye yöneldiler. Ucuz konutlara yerleşme, devam eden zincirleme göç ile birleşince, ilk gettoların temelleri de atılmış oldu. Ne var ki şimdi hükümet politikası değişmişti ve göçmenlerin topluma katılımından ve entegrasyonundan söz edilmeye başlanmıştı.

Gettolara karşı ilk savaş açan ülke Hollanda oldu ve seksenli yılların başında Rotterdam büyükşehir belediyesi gettolarda yaşamaya karşı alternatifler sundu. Karışık ya da beyaz mahallelere taşınmaları halinde, göçmenlere kira ve taşınma yardımları verildi. Fakat bu kolay olmadı. Çünkü Hollandalı sakinler mahallelerini “beyaz” tutmak istiyorlardı. Beyaz mahallelere ilk taşınan göçmenlerin bu mekânlara gelmemesi için gösteriler yapıldı ve buna rağmen taşınanlar ise dışlandı.

Sonraki yıllarda göçmenlerin yaşadığı gettolara ilişkin araştırmalar ve tartışmalar, bu mekânların yeni kuşakların dil öğrenme, eğitim ve iş bulma imkânlarını sınırladığı gerçeğini ortaya koydu. Karşılaştırmalı araştırmalarda beyaz mahallelerde yaşayan göçmenlerin daha başarılı oldukları, gettolarda yaşayanların ise kendilerini toplumdan yalıttıkları ve dışladıkları ifade edildi. Bir yandan yerleşik toplumun dışlaması, diğer yandan gettoların sıkı mahalle düzeniyle kendi kendini dışlaması “çifte dışlanma” ve “paralel toplum” oluşumlarından bahsedilmesine yol açtı. Ancak 2000’li yıllara kadar gettolarla ilgili özel bir plan ve proje geliştirilmedi. Edebiyatı yapıldı ama icraata konulmadı.

- 2000’li yıllar ve aşırı sağın yükselmesi

İkiz kulelere saldırı, artan İslamofobi ve “ikili toplum” tartışmaları 2000’li yıllarda hızla aşırı sağın yükselmesini beraberinde getirdi. Aşırı sağ partiler halka çok basit çözümler sundular: Göçmenler ülkeden kovulursa her şey düzene girecekti! Ne var ki bu çözümlerin uygulanması kolay değildi. Bir yandan göçmenler hukuksal haklar elde etmişler ve siyasette bir faktör haline gelmişlerdi, diğer taraftan da ülke yasaları bir halkın rızasına uygun olmayan bir şekilde ülkeden kovulmasına müsait değildi.

İşsizlik, ayrımcılık, İslamofobinin yükselmesi ve getto isyanları gibi giderek artan sorunlar, zamanla getto meselesini başka partilerin de gündemine getirdi. Sadece aşırı partiler değil merkez sağ-liberal ve merkez sol-sosyal demokrat partiler de gettolar konusunda bir görüş birliğine vardılar. Gettolar tasfiye edilmeliydi, bu konuda kesin bir yargı oluşmuştu ama “nasıl” sorusuna hala farklı cevaplar veriliyordu. Bu da gettolar karşısında kararlı bir siyaseti imkânsız kılıyordu.

Gettolaşma konusunun sık sık tartışıldığı ülkelerin başında Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka ve İsveç gelmektedir. Almanya gettolarıyla meşhur bazı kent ve mahallelerle gündeme gelse de, bu konuda yasal önlemler alınmayan bir ülkedir. Ağırlıklı olarak Türklerin yaşadığı bölge olan Berlin’in Kreuzberg mahallesi, “Küçük İstanbul” ya da “Küçük Türkiye” olarak adlandırılmaktadır. Burada gençlik çetelerinin oluştuğu ve Türklerin kapalı devre yaşadıkları Alman basınına zaman zaman konu olmaktadır. Oysa Türk gençlerinin çeteleşmesinde aşırı sağ ve Neo-Nazilerin saldırıları önemli bir rol oynamaktadır. Son yıllarda tüm Avrupa’da olduğu gibi Almanya’da da Türk camilerine ve kuruluşlarına saldırılar yapılmaktadır. Almanya tüm bu olaylara karşı Türklerin kendi evleri ve mahalleleri başta olmak üzere Almanca konuşmalarını salık vermekten başka bir şey yapmamaktadır. Okul bahçelerinde Türkçe konuşan çocuklar öğretmenler tarafından azarlanmaktadır.

Fransa, Paris banliyölerinde patlak veren Kuzey Afrikalı gençlerin isyanlarıyla tanınmaktadır. Paris'te Afrika kökenli gence polisin "cinsel saldırı" ve "ırkçı" müdahalesi sonrası başlayan sokak eylemleri günlerce Avrupa ve dünya kamuoyunu meşgul etmiş ve Fransız hükümetini endişeye sokmuştu. Aşırı sağcı lider Marine Le Pen, yaşananların “ülkeyi yıllardır yöneten merkez sağ ve merkez sol siyasilerin gevşekliğinin sonucu” olduğunu savunmuş, iktidardaki Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Benoit Hamon ise Le Pen’i konuyu “siyasi malzemeye dönüştürmekle” suçlamıştı. O günden bugüne Fransa’da banliyöler ve gettolar önemli bir siyasi polemik konusu olmuş ve olmaya da devam etmektedir.

Hollanda öteden beri entegrasyonu engellediği gerekçesiyle gettoları eleştirmekte ve sık sık gettoların gidişatıyla ilgili araştırmalar yayınlamaktadır. “İkili toplum yapısı” oluşturduğu gerekçesiyle gettoların azaltılması ve neticede tasfiye edilmesi istenmektedir ama bu konuda henüz gerçekçi önlemler alınmış değildir. Hollanda, gettoları çözmek yerine göçmen çocukların farklı okullara dağıtılmasını savunmaktadır ve 2000'li yıllara girerken göçmen çocukların yetmişli yıllardan bu yana aldığı anadil ve kültür derslerini tasfiye etmiştir.

- Sert tedbirler dönemi

Avrupa’dan gelen son haberler, artık gettolara karşı sert tedbirler alınması dönemine girildiğini işaret etmektedir. Sağcı partilerin koalisyonundan oluşan Danimarka hükümeti, suçun engellenmesi için varoşlarda işlenen suçlara verilen cezaları artırmak gerektiğini açıklamıştır. Adalet Bakanı Soren Pape Poulsen, “Getto Paketi” olarak adlandırılan tasarının yasalaşması halinde bazı suçlara verilecek cezaların iki kat artabileceğini söylemiştir. Ne var ki ülkedeki göçmen sözcüleri kadar bazı siyasetçiler ve hukukçular da aynı hukuk düzeninde yaşayan kişilere farklı cezalar verilmesini öngören yasa tasarısının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu düşünmektedir.

Danimarka hükümeti, 55 bin kişinin içinde yaşadığı toplam 22 bölgeyi getto olarak tanımlıyor. Bir muhitin getto olarak tanımlanması için kullanılan değişkenler ise genellikle; mukim yaşayanların çoğunlukla işçi sınıfı olması, suç oranının yüksekliği, çoğunlukla göçmenlerden oluşması, diğer bölgelerle arasında eğitim seviyesi ve gelir farkının fazla olması. Getto olarak adlandırılan Kopenhag’ın Mjolneparken semtinde göçmen derneğinin başkanlık görevini yürüten Muhammed Aslam, Danimarka radyosuna hükümetin tasarısının herkesin yasalar karşısında eşit olmadığı sinyalini verdiğini söylemiştir.

Yerinden yönetim sisteminin güçlü olduğu ve uzun yıllar entegrasyon yerine çokkültürlü politikaların geçerli olduğu İsveç'te de politik hava kadar toplumsal atmosfer de değişmektedir. Geçtiğimiz yıllarda İsveç’in güney kenti Malmö’de konuşan Başbakan Stefan Löfven yerleşim yeri politikalarını eleştirerek, ”Biz getto politikarını çözemezsek, gettolar bizi çözecek” diyerek endişelerini dile getirmiştir. Benzer endişeler Türk diplomatlarında da gözlemlenmektedir. Yakın geçmişte Türkiye'nin Stockholm Büyükelçisi Zergün Korutürk, İsveç'te yaşayan Türk ailelere, çocuklarının daha iyi eğitim almaları ve dil öğrenmeleri için, çoğunlukla göçmenlerin oturdukları bölgelerden taşınmalarını önerisinde bulunmuştur. Büyükelçi Korutürk, İsveç Entegrasyon Bakanı Erik Ullenhag ile bir araya gelerek, ülkede yaşayan Türk vatandaşlarının sorunları ve entegrasyon süreci hakkında bir görüşme gerçekleştirdiğini belirtmiştir.

2017 yılının ilk aylarında, Donald Trump'ın, İsveç'in göçmen politikalarından bahsedip ülkede henüz bir olay yaşanmamışken "Dün akşam İsveç'te olanlara bakın" demesinden iki gün sonra, Stockholm'de göçmenlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bir mahallede isyan çıkmıştır. Rinkeby mahallesinde polis bir kişiyi uyuşturucu şüphesiyle gözaltına almak isteyince başlayan olaylar bir isyana dönüşmüştür. Polisin göstericilere ateş açması ve yaralanmaların olduğu bu olay, ülkede siyasetçileri ve özellikle de aşırı sağ siyasetçileri harekete geçirmiştir.

Bir yandan on binlerce mültecinin gelmesine tepki gösteren halk, diğer yandan da getto isyanları ülkede siyasi iklimi germiştir ve ateşli tartışmalar yaşanmaktadır. Muhalefetteki İsveç Demokratları (SD), ulusalcı ve Avrupa karşıtı. Diğer partilerin "çokkültürlü denemeler" olarak adlandırdıkları yapıyı reddediyorlar. Ülkede sığınmacı ve göçmenlerin toplumsal ve kültürel dokuyu bozduklarını ve çok suç işlediklerini iddia ediyorlar.

Avrupa’da getto ve gettolaşma uzun süre tartışılacağa benziyor. Burada esas sorun gettoların kaldırılması değil, -ki bunu tüm taraflar istiyor- gettoların nasıl kaldırılacağıdır. Tüm toplumsal sorunların çözümünde olduğu gibi burada anti-demokratik ve insani olmayan yöntemlerin devreye sokulması, yeni getto isyanlarını tetiklemekten başka sonuç vermeyecektir. Avrupa siyaseti, bu konuda daha yaratıcı ve katılımcı yollar denemezse, toplumsal gerginlik ve kutuplaşmalar kronik hale getirecektir.

[Prof. Dr. Kadir Canatan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]