"AMİGO GAZETECİLİĞİ BESLEYİP BÜYÜTEN BAŞBAKAN'IN KENDİSİDİR!.."
Yazması da "böbürlenmeye" girer ama niyetim o değil, "yandaşlığı-yoldaşlığı-candaşlığı ve çalıkdaşlığı" diri tutanın Başbakan olduğunu size belgeleriyle sergileyeceğim.
Amigo gazeteciliği besleyip büyüten Başbakan'ın kendisidir!
DEDİKODU haberi yazmışlar. Şöyle demişler: Kılıçdaroğlu kurultay salonuna girince; "isimleri şu... şu... şu..." olan gazeteciler, ayağa kalktılar, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkardılar, masanın üstüne çıktılar, alkışladılar.
Gazeteci amigo olur mu?
Hiç taraf tutar mı? Başbakan bu dedikodu haberine dayanarak, "2 medya türedi. Biri "Candaş Medya" diğeri "Yoldaş Medya" diyerek sözüm ona taraflı ve amigo gazeteciliği kınama konuşması yapıyor. Sanki aramızda aptal var.
"Medya" dedikleri gazeteciliği; "Yandaş" yapan da, "Yoldaş" yapan da, kimi kastediyorsa "Candaş" yapan da ve "Çalıkdaş" kılan da bizzat Başbakan Erdoğan'ın kendisidir.
Söylemesi ayıp!
Yazması da "böbürlenmeye" girer ama niyetim o değil, "yandaşlığı-yoldaşlığı-candaşlığı ve çalıkdaşlığı" diri tutanın Başbakan olduğunu size belgeleriyle sergileyeceğim.
***
Bağışlayın. Kendimi yazacağım.
Ben 2000'li yılların başında Sabah Gazetesi'nde köşe yazılan yazarken Tayyip Erdoğan henüz belediye başkanıydı, Sabah'ın rakibi Hürriyet'in sahibi Aydın Doğan'ın bankası vardı. Gazeteleri, tv'leri, dergileri, radyoları olan Mehmet Emin Karamehmet, Cem Uzan, Erol Aksoy, Enver Ören de banka sahibiydiler. Ben de Sabah Gazetesinde "Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi ve temiz siyasetin yapılabilmesi için gazeteciler sadece gazetecilik yapsın, bankacılar bankacılık yapsın, gazete patronu diğer iş kollarında işadamlığı yapmaktan men edilsin" diye yazılar yazıyordum.
Bir gün haber çıktı.
Benim için şaşırtıcıydı.
Sabah'ın patronu Dinç Bilgin de banka satın alıyordu. Araştırdım, haber doğruydu.
O gün, gazeteden atılmayı göze alıp "Sabah'ın patronu da banka sahibi olursa bu ahlaksızlığa yelken açmak olur" diye bir yazı yazdım. Gazetedeki köşeme koydurdum, evime geldim.
Gece 12'den sonraydı. Dinç Bilgin beni aradı.
"Sen bu yazıyı yazmışsın, ben bu gazetenin sahibiyim. İstersem yazıyı çıkartırım, seni de Sabah'tan kovarım.
Ancak bunu yapmayacağım. Sen haklısın. Ben banka almaktan vazgeçeceğim" dedi. Gerçekten vazgeçti.
***
Fakat dayanamadı, direnemedi.
Gitti banka aldı. Bankaya güvenerek çok kötü (açık veren-müsrif-borçlanan) gazetecilik yaptı. Battı. Bankasına devlet el koydu, gazeteleri, dergileri, TV'si de TMSF'nin oldu. 2002 krizinin etkisiyle banka sahibi diğer basın patronlarından Mehmet Emin Karamehmet, Erol Aksoy, Enver Ören, Cem Uzan’ın bankaları da ellerinden gitti. Aydın Doğan da bankasını satıp, sektörden çıktı.
O sırada AKP kurulmuştu.
Tayyip Erdoğan Başbakan olmuştu. Türkiye'de basın (medya) krizin sunduğu güzel bir ikram olarak bankacılıkla bağlantısını koparmış, gazeteciliğe tarafsız olabilecek, yandaşlığa, candaşlığa, yoldaşlığa tenezzül etmeyecek bir kapı açılmıştı.
Basının gücü, gücün basını yapılmıştı. Bu yapıdan çıkma fırsatı doğmuştu.
***
O sırada Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer de, basın patronlarının bankacılıktan-holdingçilikten-kömürcülükten-benzincilikten-otelcilikten" çıkarak bugün SÖZCÜ Gazetesinin sahibi Burak Akbay'ın yaptığı gibi "Gazetecilerin sadece gazetecilik yapmaları" yönünde ağırlık koyuyor, diğer sektörlerde işi olan basın patronlarının özelleştirme ihalelerine girmelerine izin veren yasaları veto edip geri çeviriyordu. Tahmin edin ne oldu?
Başbakan Tayyip Erdoğan, "basının iktidar bağımlısı olmaktan kurtulacağı" bu havaya omuz vermedi, destek sunmadı. Tuttu, devlet bankalarından 750 milyon dolar kredi çıkartıp, damadının genel müdür olduğu Çalık Holding'e devletin elindeki Sabah Gazetesi ile ATV televizyonunu sattı. Kendine yandaş medya yarattı. Çalık'a rafineri kurma izni ve yüksek teşvikler verdi. Basında "yandaşlığı, candaşlığı, yoldaşlığı ve Çalıkdaşlığı" bizzat Tayyip Erdoğan'ın kendisi yarattı. Kendisi besleyip büyüttü.
Türkiye'yi bu yalancılık çürüttü.
Necati Doğru/Sözcü