Altaylı sordu, Özkök cevapladı! "Türkiye silahsız bir iç savaş yaşıyor"
Habertürk yazarı Fatih Altaylı, genel yayın yönetmenliğinden istifa ettiğinin ilk günü Hürriyet'in eski yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'le bir röportaj yaptı.
32 yıldır gazetecilik yapmak, bunun 20 küsur yılında gazete, radyo, televizyon, yönetmek kolay iş değil. Yoruyor insanı ama aynı zamanda bir de alışkanlık yapıyor. Çalışma alışkanlığı. Tüm yöneticilik görevlerinden sıyrılınca insan, bir anda “Eee, şimdi ne yapacağım” durumuna geçiyor. Aslında yapılacak şey belli.
Gazetecilik yapılacak, gazeteciliğin en keyifli tarafları yapılacak. Gezilecek, görülecek, anlatılacak, aktarılacak ve tabii röportajlar olacak. Uzun yıllar sonra bir gazetenin, bir yayının sorumluluğunu taşımadan geçirdiğim bu ilk günde ilk röportaj için, bir “meslektaşımı” seçtim. Meslektaş derken “gazetecilik”ten ötürü meslektaş demiyorum. “Eski genel yayın yönetmenliğinden” dolayı meslektaşım; Ertuğrul Özkök.
“Niye Özkök” derseniz yanıtı çok ama bugün için en önemlisi, yeni kitabı. “Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri” adını verdiği son kitabını konuşmak için. Ve tabii biraz da geyik yapmak için. Karaköy’de Gradiva Hotel’in en üst katında yer alan Zelda Zonk’ta buluştuk. Bu arada Zelda Zonk kim biliyor musunuz? Marilyn Monroe’nun “gizli” adı. Efsane sarışın geceleri sokağa çıkacağı veya kaçamak yapacağı zaman otellerde, restoranlarda “Zelda Zonk” adıyla yer ayırtırmış. Biz de Özkök’le orada buluştuk. Sonra neler yaptık neler... Çok eğlendik. Özellikle de fotoğraflar çekilirken.
■■ Ertuğrul Abi, son yıllarda bir beyaz Türk takıntın var. Ha babam de babam “Beyaz Türkler” diye bir şey yazıyorsun. Kendini öyle bir yere konumladın ki sanki onların sözcüsü gibi yazıyorsun. Ben “Beyaz Türk” diye bir kavrama inanmıyorum. “Türk’ün en beyazı gri olur” diyorum. Kim bu “Beyaz Türk” dediğin insanlar?
Fatih, beyaz Türk bir ırk değil, bir nüfus değil, bir aile değil. Benim “Beyaz Türkler” dediğim şu: Modern hayat tarzını benimsemiş, hayatın tadını çıkarmak isteyen, hayat tarzı ve hayata bakış açısı olarak Batılılığı benimsemiş insanlara “Beyaz Türk” diyorum. Aslında bunların hiçbir ortak adı yok. Bunların bir çatı altında toplandığı falan da yok. Birbirleriyle bağlantıları falan da yok. Bunlar birey. Ve bu yüzden de sürekli bunların tepesine biniliyor.
Bak bunu özellikle söylüyorum: “Kürtler kadar bile sesleri çıkmıyor.” Eziliyorlar ve giderek kendilerini ezilmiş, dışlanmış hissediyorlar. Ve en beteri ne biliyor musun, Türk aydını denen kesimin beyaz Türklerle hatta Türklerle bir derdi var. Türk aydını Türklerden nefret ediyor. Her şey için sürekli olarak beyaz Türkleri suçluyor. Kemalist diye suçlanıyorlar, darbeci diye suçlanıyorlar, demokrat olmakla suçlanıyorlar. Dünyada ne suç, ne günah varsa beyaz Türklerin üzerine yıkılıyor.
■■ Abi yapma Allah aşkına. Sen İzmir’in orta halli bir semtinden, ben Van’dan çıkmışım. Bizden beyaz Türk mü olur? Ama senin yüzünden bir kesim bize “Beyaz Türk” diyor. Tükürür gibi!
Evet, aynen öyle. Tükürür gibi “Beyaz Türk” diyorlar. Niye biliyor musun? Çünkü bizler ezilirken de mağduriyet edebiyatı yapmadık. Ezildik sesimizi çıkarmadık. Kendi kendimize o baskının altından çıkmaya çabaladık. Ama mağduriyet edebiyatçıları bizlere hakaret ediyor. Yaşam tarzımıza, tercihimize hakaret ediyorlar. Herkesin sana çok kızdığı, Başbakan’la yaptığın o program var ya, o program tarihi bir programdır.
Tayyip Erdoğan’ın gerçek kişiliğinin, gerçek düşüncelerinin herkes tarafından görülmesine yol açandır. Ne dedi o gün Başbakan? Kadıköy vapurundan kızlı erkekli inenlere bakıyormuş, rahatsız oluyormuş... Fatih, o vapurdan hepimiz inebilirdik, hepimizin eşi, çocuğu inebilirdi. O vapurdan inenler arasında türbanlılar, dindarlar da var üstelik. Herkes karışık orada. Türkiye bu zaten. Hepimiz varız.
■■ Kitap bunları mı anlatıyor? Beyaz Türklerin isyanını mı anlatıyor yoksa nasıl ezildiğini mi?
Yok, alakası yok. Bu kitap kendimden yola çıkarak yaptığım genellemelerin kitabı. Bir beyaz Türk’ün kendi hissettiklerini, kendi yaşadıklarını toplumun geneline yansıtması. Çünkü benim korkularım, benim çevremin korkuları aslında genelin korkuları. Başbakan ne yazık ki onları korkutuyor. Başbakan “Ben kimin hayat tarzına karıştım, ben onlara ne yaptım” diyor. Kendi penceresinden öyle görüyor. Haklı olabilir ama bu insanlar korkuyorsa, tedirgin oluyorsa bir şey var demektir. Başbakan bunu anlamalı, hissetmeli.
“Dindar nesil istiyorum, kindar nesil istiyorum” dediği zaman bu insanlar korkuyor. Ne hakkı var böyle empozeler yapmaya? Ben ne beyaz Türk istiyorum, ne başka türlü bir Türk. Ben “melez bir Türklük”ten yanayım. Benim gördüğüm beyaz Türkler endişeli. Ve bunlar her iktidarın gece rahat uyumasını engelleyecek bir durumdur. Bunlar sokağa çıkar, bunlar ortalığı karıştırır, anlamında söylemiyorum bunu. Ama bu kadar mutsuz, tedirgin bir kitle, hele bu kadar kalabalık bir kitle ise o ülkeyi yönetenler için sorundur.
■■ Türk aydınına kızıyorsun, beyaz Türkleri eziyor, suçluyor diye. Türk aydını da aslında beyaz Türkler arasından çıkmıyor mu?
Bunlar belirli bir aydın tipi aslında. Ne kadar aydınlar, o da ayrı konu. Bunlar Türk düşmanı. Tarihin tüm suçunu Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Emin ol, Naziler bu kadar suçlanmadı. Dünya üzerinde nerede bir ayıp, bir insanlık suçu varsa bu aydın tipi orada Türkleri suçlamaya çalışıyor. Şunu kestiler, şunu astılar... Hep Türkler... Ben de soruyorum onlara: Ermenileri sahillerde yaşayanlar mı kesti? Benim ailem ne bir Ermeni kesti, ne bir Yahudi’yle sorun yaşadı.
■■ Beyaz Türkleri ayrıcalıklı bir kesim olarak mı görüyorsun?
Hayır tam aksine. Ezilen, horlanan bir kesim olarak görüyorum. Tedirgin edilen bir kesim beyaz Türkler. Özellikle de kadınları tedirgin.
■■Peki o zaman şöyle sorayım. Sözcüleri olduğuna göre, beyaz Türklerin talebi ne?
Tek talepleri var, rahat bırakılmak. Karışılmamak. Ve tabii aşağılanmamak, suçlanmamak. Recep Tayyip Erdoğan’ın muhafazakâr yaşam talebi ne kadar haklı ise beyaz Türklerin muhafazakâr olmama talebi de o kadar haklıdır. Fatih Allah aşkına söyle, bizim bu ülkede Kürtler kadar talebimiz olamaz mı ya! Şunu da söyleyeyim Fatih: “Beyaz Türklerin sözcüsüsün” falan diyorsun ya, aslına bakarsan beyaz Türklerin bir bölümü de benden nefret ediyor.
■■ Bunu yazmayayım istersen.
Hayır yaz. Bilerek söylüyorum bunu.
■■ Peki o zaman kısa kısa sorayım. İnançlı kesimden beyaz Türk çıkmaz mı?
Olmaz mı, tabii çıkar. Bak bugün çok şık, çok Batılı tarz Müslümanlar var. Başlarını örtüyorlar belki ama aslında modern yaşama daha yakınlar. Mesela Sümeyye Erdoğan. Türbanını çıkar son derece modern. Türbanıyla da modern aslında.
■■ Beyaz Kürt?
Var zaten. Beyaz Kürtler de var. Talepleri de bizimkiyle aynı. Talep de çok basit aslında. Kimse kimseye bir şey empoze etmesin. Toplumun yüzde 99’u İslami yaşam tarzını seçse bile geri kalan yüzde 1’e kimse bir şey demesin. Kadınların yüzde 99’u başını örtse dahi yüzde 1’e yan gözle bakılmasın. Talep bu.
■■ Beyaz Türkler içki içmek zorunda mı?
Ne alakası var. Benim karım içki içmez. Sevmez. Annem beş vakit namaz kılar. Muhafazakâr bir aile yapısı aslında. Böyle beyaz Türk çok.
■■ Ne demek istediğini gayet iyi anlıyorum. Peki bu beyaz Türklerin durumu nasıl düzelir?
Başbakan çoğunluğu sahillerde yaşayan ya da sahillerde daha yoğun olan bu insanlarla sosyal kontrat yapmak zorunda. Bu insanlar ellerine silah almadılar diye, dağa çıkmadılar diye yok sayılamazlar. Görmezden gelinemezler. Kimse merak etmesin, bunlar asla ellerine silah falan da almaz. Yahu arkadaş, bu insanlar çok şey istemiyor. “Beni korkutma, haysiyetimle oynama” diyor. Bunları rahatlatmak lazım. “Başbakan’ın bir meşruiyet eksiği var” diyemez kimse. Seçilmiştir ve meşrudur ama bu insanlar rahatsızken, kendini dışlanmış, ezilmiş hissederken meşruiyetin de tadı çıkmaz. Bunları rahatlatmak lazım.
■■ Toplum ikiye bölünmüş durumda. Başbakan’a neredeyse tapma derecesinde hayran olanlar ve nefret edenler!
Bak bu nefret edilme meselesini ben de iyi bilirim, sen de iyi bilirsin. Benden de çok nefret eden oldu ve ben bir dönem bu nefret edilen olma durumundan hoşlandım. Kendimi farklı, önemli, ayrıcalıklı görmeme neden oluyordu. Ya da ona yoruyordum. Ama yanlıştı. Şimdi öyle değilim. Yaş ilerleyince aklım başıma geldi, diyelim. Başbakan’a da tavsiye ediyorum. Biraz nefret edilmeyen insan olmayı denesin.
■■ Ama tapma düzeyinde sevenleri de var!
Felaket de burada. Başbakanlardan ne nefret edilsin, ne tapılsın. Sert çizgiler olmasın.
■■ Savaşa gider gibi seçime gidiyoruz. Kaybeden sanki ülkeyi, özgürlüğünü kaybedecekmiş gibi bir hava var. Geçen hafta Fransa’daydım. Ertesi gün seçim varmış, anlamadım bile.
Bu seçimin kazananı olmaz. Kim kazanırsa kazansın karşısında bir yüzde 50 olacak. Ve kaybeden kendini çok kötü hissedecek. Böyle seçim mi olur? Bu yüzde 50’nin hangisi Türkiye? Bana göre ikisi beraber Türkiye.
■■ Peki ne yapacağız bu histen kurtulmak için?
Bir çizgi çekmekten başka çaremiz yok. Bu Başbakan için de iyi. Onun da sırtında negatif bir yük var. Toplumsal ateşkese ihtiyacımız var. İspanya’nın Franco sonrası yaptığını yapmalıyız. Franco gidince İspanyollar masaya oturdular. Baktılar defter çok kabarık. Hesap çok yüklü. İç savaş yaşanmış, türlü şeyler olmuş. Baktılar içinden çıkamayacaklar. Defteri rafa kaldırdılar. Gördüler ki hesaplaşmaya kalkarlarsa daha çok sorun olacak. Hesaplaşma asla bitmeyecek.
Fatih Altaylı sordu, Ertuğrul Özkök yanıtladı
Defteri rafa koydular ve yeni bir sayfa açıp “İleriye bakalım” dediler. Bence bu seçimin sonucu önemsiz olmalı. Düşünsene, benim karım seçimde oy verdiği partinin kaybetmesi halinde vatanı kaybedeceğini düşünüyor. Buna kimin hakkı var Allah aşkına! Ne benim ne onun ne de bir başkasının, seçimi kazanan her kimse onun meşruiyetini sorgulama hakkımız var. O yüzden geçmişi bırakıp ileriye bakmamız lazım.
■■ Peki sence böyle bir umut var mı?
Nefretten beslenen biri için zor. Ama onu da anlıyorum aslında. Koltuğa oturduğu günden beri kendini yalnız ve tehdit altında hissetti.
■■ Niye, ilk dönemindeki oyu çok daha düşüktü bugüne göre, kimsenin bir tavrı yoktu. İşler de iyi gidiyordu...
Haklısın. O zaman biz de destekledik. Hatırla, sen de ben de çok destek verdik. Ama darbe iddiaları, bildiğimiz bir sürü olay kendini yalnız ve tehdit altında hissetmesine neden oldu.
■■ Yani diyorsun ki yeni bir balkon konuşması lazım...
Yok artık balkon konuşması falan değil, balkondan inecek ve eylemleriyle bunu gösterecek. Kuzey Kore lideri gibi yalnız bir lider olmaktan kendini çok rahat kurtarabilir. Beyaz Türklerin arasına girecek. Ama Gezi’de çağırdığı Gezicilere yaptığı gibi değil. Bağırıp çağırarak azarlayarak değil. Fatih sen de farkındasın aslında, Türkiye “silahsız bir iç savaş” yaşıyor. Bunun kıymetini bilmemiz lazım; silahsız olmasının kıymetini. Bu durdurulabilir. Başbakan nasıl silahlı savaşı büyük bir cesaretle durdurdu, bunu da durdurabilir. Çok daha kolay üstelik de...
■■ Peki Ertuğrul Abi, benim tanıdığım senin tanımınla “beyaz Türkler” arasında AK Parti’ye ve Başbakan’a sempatiyle bakanlar, senin duyduğun kaygıları duymayanlar da var...
Vardır tabii. Hayat tarzlarını tehdit altında görmüyorlardır ya da yakınlıklarına güvenerek kendilerine karışılmayacağına inanıyorlardır. “Bana bir şey olmaz” diyorlardır. Ama mesele o değil ki. Mesele toplumun yüzde 50’sinin kendini kötü hissediyor olması. Ne olacak seçimden sonra. Az farkla veya çok farkla kazanan diğerlerini denize mi dökecek?
■ Çok öfkelisin. Seni hiç bu kadar öfkeli görmedim.
Evet öfkeliyim. Tanıdığım insanlar nedensiz yere 5 yıl hapis yattılar. Kimbilir belki bizim de başımıza gelecek. Bir pespaye gizli tanık, bir uydurma ifadeyle.
■■ Korkmuyor musun peki?
Emin ol umurumda değil. Bunları yapanlar düşünsün.
■■ Geçmişe yönelik soruşturmalardan söz ediliyor...
Bizim soruşturulmadık tarafımız mı kaldı? 28 Şubat diye bizi suçluyorlardı, şimdi “Paralelci” dedikleriyle birlikte bizi suçluyorlardı. Şimdi bizi “paralelci” ilan ettiler. Bu devlet 25 yıldır bizi dinliyor. Biz güvenilmez insanlarız. Bak bunlar hep çıktı. Bizi asker sevmiyor. Beni güvenilmez buluyor. Polis sevmiyor. Mesela Ali Fuat Yılmazer bizi seviyor mu? Asla. “Korkmak” dedin ya, ben onlardan da korkuyorum. Başbakan’ın tapelerinin yayınlanmasından büyük üzüntü duyuyorum. Çünkü biz bunları yaşadık.
■■ Ya yarın sabah kapına dayanırlarsa!
Tevekkül noktasını gördüm. Ülke bittikten sonra içeride olsan ne fark eder, dışarda olsan ne fark eder! Şunu herkes bilsin, bu ülkede illegal dinleme yapanlar, insanların mahremine girenler bu ülkede yaşayan tüm namuslu insanların düşmanıdır. Ama şunu da biliyorum. Aynısını bundan şikâyet edenler de yapacak.
■■ Peki ne olacak bu gerilimin sonu?
Ne olacağını bilmem. Ama bu ülke sokağa inerse bunun kimseye faydası olmaz. Bu savaştan kimse galip çıkmaz. Hep beraber kaybederiz ve bu kavgayla huzur çıkmaz.
“Türkiye ‘silahsız bir iç savaş’ yaşıyor. Bunun kıymetini bilmemiz lazım; silahsız olmasının kıymetini. Bu durdurulabilir. Başbakan nasıl silahlı savaşı büyük bir cesaretle durdurdu, bunu da durdurabilir. Çok daha kolay üstelik de...”
■■ Genel yayın yönetmenliğinden alınmak sende bir travma yarattı mı? 20 yıldan sonra...
Yaratmaz mı! Meğerse ben dünyayı gazeteden izliyormuşum. Her bilgi önüme geliyormuş. Eksikliğini ilk duyduğum şey o oldu. O bilgi akışı kesildi. Şimdi artık gazeteye bile gitmiyorum. Sağ olsunlar, odamı bana bıraktılar ama gitmiyorum bile.
■■ Tavsiye eder misin?
Kesinlikle.
■■ Bu röportaj yayınlandığında ben de genel yayın yönetmenliğini bırakmış olacağım.
Ooo, şahane! Gel bizim kulübe katıl. “Ölü genel yayın yönetmenler kulübü”ne.
■■ Olur, kimler var?
Şimdilik bir ben varım. Sen katılırsan 2 oluruz. Gezer eğleniriz.
■■ O pozisyonu kaybededince kendini önemsizleşmiş hissetmedin mi?
Ben kendi adıma, kendimi yazarken daha değerli hissediyorum. Yayın yönetmenliği hoşuma gitmemişti. Ben yayın yönetmenliğini bırakınca Aydın Doğan dedi ki, “Ertuğrul şimdi yandı. Artık kadınlar ona ilgi göstermeyecek”. Şu kadarını söyleyeyim, Aydın Bey yanıldı.
■■ Abi az önce hayatımda kadın yok dedin, şimdi “İlgi arttı” diyorsun.
“İlgi arttı” dedim, “Ben bu ilgiye karşılık veriyorum demedim ki!
■■ Başbakan bu ülkede yıllardır dışlandığına inanan bir kesim üzerinden siyaset yapıyor ve başarılı oluyor...
Bak arkadaş, ben şunu görüyorum. Başbakan kendini bu ülkenin tamamının Başbakan’ı gibi hissetmiyor. O kendi mahallesinin Başbakan’ı gibi davranıyor. Yahu, Tayyip Erdoğan hepimizin Başbakan’ı ama bunu önce kendisinin görmesi lazım. Ama bu devirde kimse padişah değil.
"GAY DEĞİLİM, SOSYOLOG TARAFIM MERAK EDİYOR"
Ertuğrul Abi, siyasetten çok sıkıldım. Başka şeylere geçelim. Habertürk’e verdiğin son röportajda Helin Avşar’la konuştun. Biz de senin sık sık yaptığın gibi bir hınzırlık yaptık ve senin gay’lerle ilgili cümlelerini başlığa çıkarıp senin için bir “homoseksüel” algısı yaratacak başlık attık. Ne hissettin o başlığı görünce?
Sabah Tansu’nun telefonuyla uyandım. Onu bir arkadaşı aramış. “Kocan galiba gay olmuş” diye. Tansu da beni aramış hemen. “Yok olmadım” dedim.
■■ Peki niye böyle bir algıya neden olabilecek tarzda yazıyor ve konuşuyorsun? “Erkek bedeni ilgimi çekiyor” falan diyorsun.
Çok okuyorum ve evde iyi bir kütüphanem var. Üç tür kitap diğerlerinden daha fazla: Şarap üzerine kitaplar, inançlar üzerine kitaplar ve gayler üzerine kitaplar. Yıllar önce Taschen’den Tom of Finland’ın bir kitabını aldım. Büyük boy bir kitap. (Tom of Finland gay kültürü üzerine yapıtlar veren Finli bir sanatçıdır - F.A.) Bu masa kadar neredeyse. Neden biliyor musun? Sosyolog tarafım gay meselesine kafa yoruyor da ondan. Mesela şimdi o kitaptan çok korkuyorum. Evi polis bassa evde dev gibi bir gay kültürü kitabı çıkacak. Ne malzeme olur biliyor musun!
‘ÇAPKIN DA DEĞİLİM’
■■ Durumun biraz acayip. Çünkü bir yandan gay merakın konu oluyor diğer taraftan kadın merakın. “Sürekli aşk, kadın yazıyor. Aklı sürekli orasında” gibi bir durum...
Allah Allah, ne var canım bunda! Gay olmadığım gibi çapkın falan da değilim. Ama kadınlara ilgi duymak bana Allah’ın bir lütfu. Çapkınlık asla yapmam, yapamam. Ama çok güzel âşık olurum. Geçenlerde İtalya’da Borghese Müzesi’ni geziyordum. Orada hermafrodit bir heykelin önünde kaldım uzun uzun. Merak ediyorsan söyleyeyim. Hayatımda son yıllarda kadın yok. Ama kadın bedeni beni etkiliyor. Ben sana sorayım, Casanova’nın hayatına sence kaç kadın girmiştir?
■■ 50, 100... Ne bileyim abi, ışıkçısı mıydım adamın!
Şimdi hayatımda okuduğum en uzun kitabı okuyorum. Casanova’nın hayatı. Adamın hayatına 112 kadın girmiş. Ama aslında adamın en zevk aldığı şey kadın değil, adam edebi çevrelerde bulunmaktan, edebiyat sohbetleri yapmaktan keyif alıyor.
‘TANSU’YU DELİ GİBİ KISKANMAYA BAŞLADIM’
■■ Kendini Casanova’ya mı benzeteceksin yoksa!
Evet, ben de edebiyatı çok seviyorum. Pop kültürü iyi biliyorum. Daha doğrusu trendleri önceden hissedebiliyorum. Senin gibi ben de tasarıma, modaya meraklıyım. İzliyorum, takip ediyorum. Merak ediyorum.
■■ Ben de şunu merak ediyorum. Eşin Tansu tüm bunlara ne diyor? Kadın yazıları, aşk maşk...
Tansu’nun bir şey dediği yok. Sana daha acayip bir şey söyleyeyim. 40 yılı aşan evlilikten sonra şu anda Tansu’yu yeniden kıskanmaya başladım. Deli gibi kıskanıyorum Tansu’yu.
■■ Haksızsın diyemeyeceğim. Tansu’yu son gördüğümde inanılmazdı. Giderek gençleşiyor, güzelleşiyor. Gülümsün’le kardeş gibi görünüyorlar.
Bunu ya yaz, ya da Tansu’ya söyle.
■■ Tansu’yu kıskanmaya başlamanın yayın yönetmenliğinin bitmesi ve egonun düşmesiyle bir ilgisi olabilir mi?
Egomu kontrol etmeyi öğrendim. Bir köşe yazısı veya bir gazete manşetiyle dünyanın değişmediğini, benim değiştiremeyeceğimi öğrendim.
■■ Tansu Urla’ya taşındı. Zor değil mi uzun mesafeli aşk?
Çok memnunuz. Özlüyoruz, kavuşuyoruz ama aslında biz Tansu ile hep böyleydik. Ben Fransa’dayken de o gelmemişti. Gelip gidiyordu. Tansu başına buyruktur. Beni hiç takmaz. Senin karın da öyle. Hande de başına buyruk. Güçlü kadınlar. Tansu ile gurur duyuyorum.
■■ Tansu’nun gitmesinden korkar bir halin var sanki!
Giderse perişan olurum. Ama biliyorum ki gidebilir. Giderse de asil bir şekilde gider. Kötülük yapmadan gider. İkimizin ortak yönü aslında zor kadınlarla evli olmamız.
■■ Onları zor kadınlar oldukları için seviyoruz ama.
“40 yılı aşan evlilikten sonra şu anda Tansu’yu yeniden kıskanmaya başladım. Deli gibi kıskanıyorum Tansu’yu... Giderse perişan olurum. Ama biliyorum ki gidebilir. Giderse de asil bir şekilde gider. Kötülük yapmadan gider. İkimizin ortak yönü aslında zor kadınlarla evli olmamız.”
"SAMİMİYİM AMA BANA GÜVENMEYİN"
■■ Seninle konuşmaya gelirken bir arkadaşım şöyle dedi: Son zamanlarda yazılarını çok beğeniyorum ama samimiyetine güvenemiyorum. Ne dersin bu yargıya?
Ben hep samimi oldum. Ama şunu da hep söylüyorum. “Bana güvenmeyin!” Şu açıdan güvenmeyin: Yarın hoşuma giden bir şey görürsem onu da yazarım. Bir şeyden etkilenip bambaşka bir şey yapabilirim. Bende hiçbir şeye karşı sistematik bir karşıtlık veya yandaşlık olamıyor. Sen de öyle değil misin? Beni Cumhuriyet Mitingleri’nde “Tayyipçi” diye lanetlediler. “Bir Tayyip alana, bir Aydın Doğan, bir Ertuğrul Özkök bedava” diye yazdılar.
■■ Yayın yönetmeni olduğun dönemde çok güç vehmedildi sana. Var mıydı böyle bir güç? Ben güle eğlene attığımız manşetlere verilen tepkileri hâlâ anlamıyorum. Yoksa biz bilmiyorduk da sen bir şeyler biliyor muydun?
Fatih ne gücü ya! Sadece akıl ve sezgi. Bir şeyin ne sonuç doğuracağını görme, algılama yeteneği olabilir belki. Ben dedim oldu, diye bir şey yok. Benim şimdiye dek en gönülden desteklediğim Cem Boyner’di, o da binde 3 oy aldı. Tansu Çiller’i benim getirdiğimi söylediler. Halbuki benim tek yaptığım Tansu Çiller’in gelmekte olduğunu önceden görmekti. Gelince onunla da sıkıntı yaşadık hatırlıyorsun.
■■ İyi iş mi genel yayın yönetmenliği?
Bugünlerde çok zor olduğunu görüyorum, biliyorum. Herkes, hepimiz kişiliklerimizden feragat etmek zorunda kaldık. Hükümet yanlısı veya karşıtı. Hükümet yanlısı arkadaşlarımızın da sıkıntısını hissedebiliyorum. Bak mesela bizim Metehan’la Egemen’in başına gelene. Yahu özel konuşmalarımız kamuya açıklanacak olsa kimse kimsenin yüzüne bakamaz. Neler söylüyoruz telefonda, özel sohbette. En sevdiklerimizi bile bazen eleştirebiliyoruz. Rahatlıyoruz. Özel konuşmalar ortaya bir dökülse kimse kimsenin yüzüne bakamaz.
■■ Kamu yararı olan konuşmalar?
İstisnası yok. İllegal dinleme olmaz. Biz yaptığımız iş nedeniyle kamusal figürler sayılırız. Ama bizim yakınlarımızı da üzüyorlar. Eşlerimizin, çocuklarımızın ne günahı var? O açıdan Başbakan’ın öfkesini iyi anlıyorum. İnşallah o da bir daha “Ne özeli, genel genel” demez.