ALPER GÖRMÜŞ'TEN HABER AJANSLARINA "DEZENFORMASYON SORUSU!

Alper görmüş, Yazıcıoğlu'nun geçirdiği uçak kazası ile ilgili haber ajanslarına, dezenformasyon yapılıp yapılmadığını sordu&...

Taraf gazetesi yazarı Alper görmüş, BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun geçirdiği uçak kazası ile ilgili haber ajanslarına, otopsi raporunda yer alan bir bilgi ile ilgili dezenformasyon yapılıp yapılmadığını sordu…

İşte Taraf yazarı Alper Görmüş'ün o yazısı..

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beş kişiyi taşıyan helikopterin 25 Mart 2009’da düşmesinden sonra olayın kaza mı yoksa suikast mı olduğu tartışmaları hiç kesilmedi ve nihayet bu yazın ortalarından itibaren iyice yoğunlaştı.
Tartışmalara ve kuşkulara ivme kazandıran ilk gelişme, Cihan Haber Ajansı’ndan (CİHAN) Köksal Akpınar’ın 19 Temmuz 2011 tarihli haberi oldu... Haberin konusu, helikopterde bulunan İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabiri gazeteci İsmail Güneş’in cesedine uygulanan otopsi raporuydu... 30 Mart 2009 tarihli raporda, Güneş’in bugüne kadar bildiğimiz gibi sadece bacağının değil alt çenesinin de kırık olduğu yazılıydı ve biz bu bilgiyi aradan ancak iki yıl geçtikten sonra öğrenebilmiştik.
Oysa birçok kuşkuyu beraberinde getiren çok ama çok önemli bir bilgiydi bu; çünkü kaza ânında ölmeyen Güneş cep telefonuyla kazayı bildirmiş, daha sonra, uzmanların, çene kemiği kırık biri o netlikte kesinlikle konuşamaz demesine rağmen aralıklarla uzun bir süre konuşmuştu. Üstelik Güneş, bu süre içinde defalarca “sadece ayağının kırık olduğunu” söylemişti.
Köksal Akpınar’ın haberi üzerine 26 Temmuz 2011’de bu köşede kaleme aldığım “Gazeteciliğimizin otopsi raporu” başlıklı yazıda, 30 Mart 2009’da ceset üzerinde yürütülen otopsi çalışmasının raporuna dair çıkan gazete haberlerinde alt çene kırığından hiç söz edilmediğini hatırlattıktan sonra bu tuhaflığın akla getirdiği dezenformasyon kuşkusuna dikkat çekmeye çalışmış, fakat başarılı olamamıştım. Meslektaşlar arasında ne saçmaladığımı söyleyen çıkmıştı ne de “haklısın” diyen... Oysa, söylemesi ayıp mı bilmiyorum, çok önemli bir noktaya dikkat çekmiştim o yazıda...
Köksal Akpınar’ın haberinden sonra mesele yine tavsamaya başlamıştı ki, bir yurtdışı gezisinde bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, kendisine refakat eden gazetecilere söylediği çarpıcı sözlerle birlikte “Helikopter kazası” yeniden gündemimize girdi... Gül, kendisine bir subayın gönderdiği ve kaza yerinde çekilmiş bir videoyu izlediğini, orada bir askerin elde tornavida, helikopterin “beynini” söktüğünü gördüğünü, iddiaların çok ciddi olduğunu söyledi... Ardından da yeni bilgiler ve tanıklıklar birbirini izledi.
Helikopterin kazayla düşmemiş olması ihtimalini iyice arttıran bu gelişmeler üzerine, belki meslektaşlarım benim öne sürdüğüm “otopsi raporunda dezenformasyon mu yapıldı?” iddiasını bu defa ciddiye alırlar düşüncesiyle konuya tekrar dönmeye ve aklımdaki soruları bu defa isim de zikrederek ilgili haber ajanslarına sormaya karar verdim...
Fakat ondan önce, beni yeniden konuya yönelten ciddi gelişmelerden en önemli üçünü burada size özetlemem gerekiyor...

“Bir gün olur senin de kazanı inceleriz”
Her şeyden önce, olayla ilgili olarak gözaltına alınan 16 kişiden yedisinin tutuklandığını, bunlardan dördünün muvazzaf asker olduğunu belirtmeliyiz...
İkinci önemli gelişme, konuyu araştırmak üzere daha önce kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’ndan gelen açıklamaydı... Komisyon Başkanı Veysi Kaynak’a göre kazadan yarım saat sonra cep telefonlarından gelen sinyallerden yararlanarak helikopterin nerede olduğuna dair bir harita çıkarılmış, bu harita derhal Jandarma ve Emniyet’e verilmiş, fakat rapor valiye de arama kurtarma ekiplerine de ulaştırılmamıştı.
Üçüncü önemli gelişmeyi Milliyet’in özel haberinden aktaracağım...
Milliyet, savcılığa verdiği ifadeyle soruşturmanın yeniden başlamasını sağlayan uzman pilot Volkan Sürmeli’yle görüşmüş ve onun nasıl bir tanıklık yaptığını, nelere işaret ettiğini birinci elden derlemiş. Sanırım, Milliyet’in haberinden şimdi yapacağım özetlemeyi okuduğunuzda meselenin ne kadar ciddi olduğu daha net bir biçimde anlayacaksınız (Milliyet muhabiri Gökçen Tahincioğlu’na teşekkürlerimle)...
Pilot Sürmeli, söyleşinin ilk sorusuna verdiği cevapta, sonradan kaybolan cihazları hem de Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün (SHGM) oluşturduğu kaza kırım ekibinin başı olan Feridun Seren’in Ankara’daki bürosunda, masasının üzerinde gördüğünü, savcıdan sonra bir kere de Milliyet muhabirine anlatıyordu...
Sürmeli, Alman Sivil Havacılık’tan Uwe Reibel ile 6 nisanda Kahramanmaraş’a gitmişler, 8 nisanda da enkaz başındaymışlar... Cihazların olmadığını o gün fark etmişler... Ulaştırma Bakanlığı’nın, onlar enkaza ulaşana kadar cihazların alınmamasını tembihlediğini hatırlattıklarında ise cihazların Ankara’da olduğu, orada görebilecekleri cevabıyla karşılaşmışlar...
Cihazlar, verilen söze rağmen Ankara’da (10 Nisan 2009) önce kendilerine gösterilmemiş. Bunun üzerine BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu ânında Başbakan’ı cep telefonundan arayarak durumu anlatmış. Cihazlar, ancak Başbakan’ın direktifiyle ikiliye gösterilmiş.
Gerçi o da problemli olmuş: önce yalnız Alman uzman içeri alınmış. Üç saatlik bir beklemenin ardından itiş kakış nihayet Volkan Sürmeli de girebilmiş içeri...
10 nisanda orada gördükleri parçaların daha sonra neden ortadan kaybolduğu hususunda bir fikir edinmek için, Sürmeli’nin nihai yorumuna bakmak gerekiyor:

“O parçalar elimizde olsa bütün çıplaklığıyla konuyu ortaya koyabilecektik. Havadaki ani yükselişler, alçalışlar görülebilecekti.”
Sürmeli, bütün bunların üstüne Ankara’da, kaza kırım ekibinin başkanı Feridun Seren tarafından tehdit de edilmiş:
“Feridun Seren’in bana kurduğu cümlelerden bir tanesi, ‘Bir gün olur senin de uçak ya da helikopter kazanı inceleriz’, bir diğeri ‘Kaza yerinde çektiğimiz fotoğraflar bir yerde çıkarsa sen de yanarsın biz de yanarız’.”
Sürmeli, Alman meslektaşının işi yarıda bırakmasını da bu tehditlere bağlıyor.

Üç haber ajansına soru
Artık benim 26 Temmuz 2011 tarihli yazımda dile getirdiğim ve kimsenin üzerinde durmadığı için hayıflandığım meseleye gelebiliriz...
CİHAN’ın 19 Temmuz 2011 tarihli haberinden, kazada ölen gazeteci İsmail Güneş’in otopsi raporunda çenesinin kırık olduğunun yazıldığını öğrendiğimde aklıma gelen ilk şey, raporun yazıldığı günlerde çıkan haberlere bakmak oldu. Vardığım sonucu şöyle anlatmıştım:
“O günlere dönüp baktım; gerçekten de 30, 31 Mart ve 1 Nisan 2009 tarihlerinde otopsiden söz eden haberlerle karşılaştım. Bunların tümü Anadolu Ajansı (AA), Doğan Haber Ajansı (DHA) ve İhlas Haber Ajansı’nın (İHA) abonelerine geçtiği bilgilere dayandırmışlardı haberlerini (tesbit edebildiklerim: Hürriyet, Milliyet, Radikal, CNNTürk).
“Aynı otopsi raporunu konu alan bu haberlerle 19 temmuzda CİHAN’ın yayımladığı haber arasında çok ciddi bir fark vardı: Bu haberin hiçbirinde çene kırığından söz edilmiyordu!
“Üç ajansın muhabirlerinin de haberlerini otopsi raporunu görmeden yazdıkları anlaşılıyor... Görselerdi, mutlaka çene kırığını da haberlerinde belirtirlerdi.
“Geriye şu ihtimal kalıyor: Muhabirler, rapordan değil ama raporu okuduğunu söyleyen birinden almışlardı bu bilgileri... Ve o kişi de, ‘çene kırığı’nı gizleyerek açık bir dezenformasyon yapmıştı.
“Bu müdahalenin ne kadar hayati olduğunu anlayabilmek için gelin o günlere tekrar dönelim... Düşünün: Kazanın beşinci günündeyiz ve İsmail Güneş’in sesini aktaran haberler hâlâ televizyon kanallarında dönüyor... O gün, otopsi raporunun gerçek halini öğrenebilseydik, ‘nasıl olur’ diye sormayacak mıydık: ‘Nasıl olur da çenesi kırık biri böyle pürüzsüz konuşabilir?’ Ve tabii peşinden şu soru aklımıza gelmeyecek miydi: ‘Acaba İsmail Güneş’in çenesi, donarak ölmeden önce onu bulan birileri tarafından mı kırıldı?’”
26 temmuzda sorduğum bu sorulara şimdi de üç haber ajansına hitaben şunları ilave ediyorum:

CİHAN’ın haberinden sonra, kaza sonrası otopsi raporuna dair haberlerinizdeki “çene kırığı” eksiği üzerinde hiç düşündünüz mü?
O eksik haberleri yazan muhabirlerinizden durumu açıklamalarını istediniz mi?
Muhabirleriniz o haberleri yazarken otopsi raporlarını görmüşler mi? Görmüşlerse neden “çene kırığı”nı haberlerine yansıtmamışlar?
Muhabirleriniz haberlerini bir kaynağa dayandırarak yazdılarsa, o kaynağın “çene kırığı”ndan neden hiç söz etmediği üzerinde düşündünüz mü? Meslek diliyle konuşursak, böylece dezenformasyona maruz kaldığınız kuşkusuna kapıldınız mı?
Muhabirlerinize, kaynaklarının kim olduğunu sordunuz mu?
Bunların hiçbirini yapmadıysanız şimdi yapmayı ve kamuoyuyla paylaşmayı düşünüyor musunuz?