Alo Fatih düzeni yetmedi, medyaya daha sert baskı geliyor
Yaklaşık 30 yıldır "MHP" ve "Türkiye'de milliyetçilik" üzerine çalışan gazeteci - yazar Kemal Can, 5 soru 10 cevapta 2019 seçimlerindeki olası gelişmeleri yazdı.
Can, "Eğer, göstermelik de olsa bağımsız taklidi yapan, işini yapmasa bile bu konudaki eleştirilere duyarlıymış gibi yapan “ana akım medya” artık iktidar için gerekli değilse, meşruiyet ihtiyacı (derdi) kalmamış demektir" dedi.
Can'ın Cumhuriyet'te "2019 seçimi başlangıç mı son mu?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
- 2019’da veya ne zaman olacaksa, yapılacak seçimle ne değişecek?
Bir yıl önce anayasa referandumu sırasında çok tartışıldı. Tam olarak başkanlık sistemi bile denemeyecek tuhaf bir tek adam iktidarı yürürlüğe girecek. Zaten bir süredir kimsenin fark etmediği başbakan artık olmayacak. Noter ofisinden fazla bir işlevi kalmayan Meclis iyice unutulacak. Kuvvetler birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı söyleyecek, sadece “memurları” değil herkes buna harfiyen uyacak. Seçim de, bu durumun “genel tescili”, imza altına alınması olacak.
Fiili olarak uygulananlara, bir süredir içinde yaşadığımız şartlara bakıldığında pek büyük bir değişiklik olmayacak aslında. Hem de sadece 16 Nisan sonrasında değil, daha öncesinden başlayan yönetme biçimi ve bunun kabul edilme düzeyi hemen hemen aynı kalacak. Bu nedenle, seçimlerle geçilecek olan kapı, yeni bir yere açılmayacak, arkada bırakılanın üzerine kapanacak. “Arkada kalan çok matah mı” sorusuna da, olanı değil olasılığı düşünerek cevap vermek gerekir.
- Erdoğan seçimle gelecekleri değil, elvada denilecekleri mi anlatıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Beyoğlu sokaklarında da zaman zaman arzı endam eden marjinaller edepleriyle durdukları sürece bu ülkenin renklerinden biri olabilirler. Ama işi şiddete, baskıya vardırırlarsa kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız” dedi. Bunun anlamı, bu ülkede yaşamaya devam etmenin koşulu “edepli durmak”; edebin sınırlarına karar verecek olanın kim olacağının da tartışılmaması. “Kulağından tutularak atılacakların ait oldukları yer” neresi acaba?
8 Mart’ta Beyoğlu sokaklarındaki binlerce “edepsiz” kadın, gelecek tehlikeden çok, yaşadıklarına itirazı dile getiriyorlardı. Yüksel Caddesi’nde neredeyse bir buçuk yıldır süren “işimi istiyorum” eyleminde olduğu gibi; hapishaneden çıktığı gün, “Sevinçli değilim, öfkeliyim” diyen Ahmet Şık gibi. Erdoğan için adalet istemek, işini talep etmek, özgürlüğünü savunmak, ‘baskı’ demek, edepsizlik demek. Geçilecek kapı kapandığında “edepsizliğe” veda edilmesi, baskıdan da sadece iktidarın azade olması isteniyor.
- Özgürlükler, haklarını kaybedenler yanında başka kayıp yok mu?
Erdoğan, “Komünist, vatan haini, terörist gençlere üniversitelerde okuma hakkı vermeyeceğiz” dedi. Cumhurbaşkanı, sıraladığı sıfatları gönlünce belirleme ve dağıtma hakkı yanında, bunlara ilişkin hukuki sonuçlara, hatta yaşamsal kararlara da yetkili olduğuna, “hakları” alıp verecek bir merci olduğuna inanıyor. Daha başka konularda da örneklerini gördüğümüz üzere, böyle karar ve talimatları 2019 seçim sonuçlarını hiç beklemeden veriyor, geciktirilmeden de uygulanıyor.
İnsanların işlerini, paralarını, iradelerini, özgürlüklerini ellerinden alırken hukuki gerekçe arama gereği duymayan uygulamalar yeni değil. Üstelik sadece OHAL bahaneli KHK’lerle sınırlı da değil. Ama bu uygulamaların mağdurlarının kaybettikleri kadar, bu haksızlığın ortaklarının ve ülkenin insani sermayesinin yitirdikleri de az sayılmaz. Mesela, bu dönemin yargı mensuplarının, bürokratlarının ve gazetecilerinin çocukları ilerde babalarının, analarının mesleklerini saklama gereği duyacaklar.
- Tek ses için mi seçim zaferi, yoksa zafer için mi tek ses gerekli?
Doğan Medya Grubu’nun satışı epey tartışıldı. Çok genel olarak iki kanat var. Birinci grup, “zaten ana akım medya kalmamıştı, dolayısıyla bu satış bizi ilgilendirmez” diyor. İkinci grup ise, “işini yapmadığı için eleştiriyor olsak bile, tamamen ele geçirilmesi önemli bir sonuçtur ve bizi de etkiler” diyor. Meseleye, bu işi yapan ve yaptıranlar tarafından bakınca resim daha net: “Nereden girdim bu işe” diye telefonda Erdoğan’a ağlayan birini medya devi yapmak, “zaten olanın” gerekli ve yeterli olmadığını gösterir.
Eğer, göstermelik de olsa bağımsız taklidi yapan, işini yapmasa bile bu konudaki eleştirilere duyarlıymış gibi yapan “ana akım medya” artık iktidar için gerekli değilse, meşruiyet ihtiyacı (derdi) kalmamış demektir. Eğer “ana akım” üzerindeki kontrol ve “Alo Fatih” pratiği yetersiz bulunuyorsa, bu daha sert baskı dalgasının geldiğinin habercisidir. Yani ikisi de birbirinden beter. Ve galiba 2019 beklenmeden yürürlüğe giren bu medya düzeni için ikisi birden geçerli.
- Seçim neyin başlangıcı ve neyin sonu olacak?
2019’un olası sonuçları üzerine kafa yorarken; yaşananların, hayat tasavvurunun o seçimin sonuçları beklenmeden nasıl yürürlüğe girdiğini, uluorta söylendiğini görmek gerekiyor. Bu fiili uygulamaların sanki seçim büyük bir zaferle sonuçlanmışçasına fütursuzlaştığını izliyoruz. Bir kez daha atı almış da Üsküdar’ı geçmiş gibi davrananların elinde tuttuğu yüzde elli ile nasıl yüzde doksan gibi davranabildiğini seyrediyoruz. Yaşadıklarımız, daha seçim yapılmadan galibin ilanı ve kabul ettirilmesi. İş “imzaya” kalsın isteniyor.
Yüzde elli ile bütün ülkenin sahibi, milletin efendisi gibi davranabilmek, diğer yüzde ellinin kendisini çaresiz küçük bir azınlık gibi hissetmesini sağlamakla mümkün. Geri kalanları “kulağından tutup atabileceğini”, “okullarda okutmayabileceğini” düşünebilmek, buna muktedir olmaktan çok kabul ettirmekle oluyor. Bu yüzden, açılacak bir kapıyı engellemeye değil kapıyı açık tutacak umuda ve özgüvene ihtiyaç var.
Can'ın Cumhuriyet'te "2019 seçimi başlangıç mı son mu?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
- 2019’da veya ne zaman olacaksa, yapılacak seçimle ne değişecek?
Bir yıl önce anayasa referandumu sırasında çok tartışıldı. Tam olarak başkanlık sistemi bile denemeyecek tuhaf bir tek adam iktidarı yürürlüğe girecek. Zaten bir süredir kimsenin fark etmediği başbakan artık olmayacak. Noter ofisinden fazla bir işlevi kalmayan Meclis iyice unutulacak. Kuvvetler birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı söyleyecek, sadece “memurları” değil herkes buna harfiyen uyacak. Seçim de, bu durumun “genel tescili”, imza altına alınması olacak.
Fiili olarak uygulananlara, bir süredir içinde yaşadığımız şartlara bakıldığında pek büyük bir değişiklik olmayacak aslında. Hem de sadece 16 Nisan sonrasında değil, daha öncesinden başlayan yönetme biçimi ve bunun kabul edilme düzeyi hemen hemen aynı kalacak. Bu nedenle, seçimlerle geçilecek olan kapı, yeni bir yere açılmayacak, arkada bırakılanın üzerine kapanacak. “Arkada kalan çok matah mı” sorusuna da, olanı değil olasılığı düşünerek cevap vermek gerekir.
- Erdoğan seçimle gelecekleri değil, elvada denilecekleri mi anlatıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Beyoğlu sokaklarında da zaman zaman arzı endam eden marjinaller edepleriyle durdukları sürece bu ülkenin renklerinden biri olabilirler. Ama işi şiddete, baskıya vardırırlarsa kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız” dedi. Bunun anlamı, bu ülkede yaşamaya devam etmenin koşulu “edepli durmak”; edebin sınırlarına karar verecek olanın kim olacağının da tartışılmaması. “Kulağından tutularak atılacakların ait oldukları yer” neresi acaba?
8 Mart’ta Beyoğlu sokaklarındaki binlerce “edepsiz” kadın, gelecek tehlikeden çok, yaşadıklarına itirazı dile getiriyorlardı. Yüksel Caddesi’nde neredeyse bir buçuk yıldır süren “işimi istiyorum” eyleminde olduğu gibi; hapishaneden çıktığı gün, “Sevinçli değilim, öfkeliyim” diyen Ahmet Şık gibi. Erdoğan için adalet istemek, işini talep etmek, özgürlüğünü savunmak, ‘baskı’ demek, edepsizlik demek. Geçilecek kapı kapandığında “edepsizliğe” veda edilmesi, baskıdan da sadece iktidarın azade olması isteniyor.
- Özgürlükler, haklarını kaybedenler yanında başka kayıp yok mu?
Erdoğan, “Komünist, vatan haini, terörist gençlere üniversitelerde okuma hakkı vermeyeceğiz” dedi. Cumhurbaşkanı, sıraladığı sıfatları gönlünce belirleme ve dağıtma hakkı yanında, bunlara ilişkin hukuki sonuçlara, hatta yaşamsal kararlara da yetkili olduğuna, “hakları” alıp verecek bir merci olduğuna inanıyor. Daha başka konularda da örneklerini gördüğümüz üzere, böyle karar ve talimatları 2019 seçim sonuçlarını hiç beklemeden veriyor, geciktirilmeden de uygulanıyor.
İnsanların işlerini, paralarını, iradelerini, özgürlüklerini ellerinden alırken hukuki gerekçe arama gereği duymayan uygulamalar yeni değil. Üstelik sadece OHAL bahaneli KHK’lerle sınırlı da değil. Ama bu uygulamaların mağdurlarının kaybettikleri kadar, bu haksızlığın ortaklarının ve ülkenin insani sermayesinin yitirdikleri de az sayılmaz. Mesela, bu dönemin yargı mensuplarının, bürokratlarının ve gazetecilerinin çocukları ilerde babalarının, analarının mesleklerini saklama gereği duyacaklar.
- Tek ses için mi seçim zaferi, yoksa zafer için mi tek ses gerekli?
Doğan Medya Grubu’nun satışı epey tartışıldı. Çok genel olarak iki kanat var. Birinci grup, “zaten ana akım medya kalmamıştı, dolayısıyla bu satış bizi ilgilendirmez” diyor. İkinci grup ise, “işini yapmadığı için eleştiriyor olsak bile, tamamen ele geçirilmesi önemli bir sonuçtur ve bizi de etkiler” diyor. Meseleye, bu işi yapan ve yaptıranlar tarafından bakınca resim daha net: “Nereden girdim bu işe” diye telefonda Erdoğan’a ağlayan birini medya devi yapmak, “zaten olanın” gerekli ve yeterli olmadığını gösterir.
Eğer, göstermelik de olsa bağımsız taklidi yapan, işini yapmasa bile bu konudaki eleştirilere duyarlıymış gibi yapan “ana akım medya” artık iktidar için gerekli değilse, meşruiyet ihtiyacı (derdi) kalmamış demektir. Eğer “ana akım” üzerindeki kontrol ve “Alo Fatih” pratiği yetersiz bulunuyorsa, bu daha sert baskı dalgasının geldiğinin habercisidir. Yani ikisi de birbirinden beter. Ve galiba 2019 beklenmeden yürürlüğe giren bu medya düzeni için ikisi birden geçerli.
- Seçim neyin başlangıcı ve neyin sonu olacak?
2019’un olası sonuçları üzerine kafa yorarken; yaşananların, hayat tasavvurunun o seçimin sonuçları beklenmeden nasıl yürürlüğe girdiğini, uluorta söylendiğini görmek gerekiyor. Bu fiili uygulamaların sanki seçim büyük bir zaferle sonuçlanmışçasına fütursuzlaştığını izliyoruz. Bir kez daha atı almış da Üsküdar’ı geçmiş gibi davrananların elinde tuttuğu yüzde elli ile nasıl yüzde doksan gibi davranabildiğini seyrediyoruz. Yaşadıklarımız, daha seçim yapılmadan galibin ilanı ve kabul ettirilmesi. İş “imzaya” kalsın isteniyor.
Yüzde elli ile bütün ülkenin sahibi, milletin efendisi gibi davranabilmek, diğer yüzde ellinin kendisini çaresiz küçük bir azınlık gibi hissetmesini sağlamakla mümkün. Geri kalanları “kulağından tutup atabileceğini”, “okullarda okutmayabileceğini” düşünebilmek, buna muktedir olmaktan çok kabul ettirmekle oluyor. Bu yüzden, açılacak bir kapıyı engellemeye değil kapıyı açık tutacak umuda ve özgüvene ihtiyaç var.