"ALLAHIM NEDEN BÖYLE ŞEYLER HEP BENİM BAŞIMA GELİYOR?" KİM BU ÇIPLAK DELİ GAZETECİ?
Serdar Turgut, o gazetecinin yanına oğlunu gönderdi, "Sen delisin" dedirtti! Peki sonrasında neler yaşandı?
Allahım neden böyle şeyler hep benim başıma geliyor!
Lykia World Antalya'da kısa ama beni çok mutlu eden tatilim, ilk gününde benim için Armageddon düzeyinde travmatik olan bir olayla başladı.
İlk sabah oğlumun sayesinde erkenden uyandım. Akşamdan kalma kavramına muhteşem yeni anlamlar verebilecek düzeyde hala daha sarhoşum. Genelde görmüyorum ama arada bir gözüm açıldığında da çift görüyorum. Oğlumun teşvikiyle bahçeye çıktık. O haldeyken sarhoş insanı kaynayan güneş de vurunca biraz dinlenmek için kişi intihar etmeyi arzulayabiliyor.
Hemen yanı başımda bir mayolu adam oturmuş gazete okuyordu. Odalarımız yan yanaydı da o yüzden o kadar yakındaydı. Adam öyle bir yakınlıktaydı ki son yıllarda benim en yoğun gayriihtiyari sosyalleşme olayım bu olmuştu.
Daha sonra bir felaket yaşandı, adam konuşmaya başladı. Aşırı güneşten çıldırmış değilse, bana konuşuyor olmalıydı.
Ben bu gibi durumlarda 'yabancıların' konuşmalarına cevap veremem. Çünkü ya beni sevdiklerini söylerler ya da nefret ettiklerini... İkisine de verecek cevabım yok. Nefret edilmekten daha çok hoşlandığımı söyleyebilirim. Konuşma sesini duyunca 'Haydi oğlum hemen içeriye giriyoruz' dedim ve oradan kaçtık.
İçeriye girince Rana 'Neden Reha (Muhtar) ile konuşmadın?' dedi. Ben 'Reha mıydı o' dedim. Büyük bir badire atlattığımı ve hatta ölümden döndüğümü filan düşünmeye başladım.
Çünkü düşünsenize; bir insanın uyanır uyanmaz yanı başında hiç beklenmedik bir şekilde birdenbire Reha Muhtar'ı (Hem de çıplak şekilde) görmesi kolay tahammül edilebilecek bir travma değil. Bundan daha büyük bir felaket benim açımdan uyanır uyanmaz yan tarafta yine çıplak halde oturmakta olan Mehmet Altan'ı görmek olabilirdi.
Onun yaratacağı sorunu çözmenin bir yolu vardı elbette. Hemen Antalya Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nden zabıta göndermelerini isteyip onu doğal ortamına götürmelerini isteyebilirdim. Ama Reha'nın çözümü yok. Üstelik onu severim de. TED Ankara'dan kardeşimdir üstüne üstlük. Onu zabıtalara tutuklatmayacağıma göre sabah sabah konuşmak zorunda kalacaktım. Ama konuşmaya başlamadan önce aniden Reha'yı karşımda çıplak görünce zaten o anda tamamen çökmüş olan vücudumun pat diye yıkılıp öleceği de kesindi.
Çünkü ben Reha'nın ayrıca bir süredir tamamen delirmiş olduğunu da düşünüyorum. Sabah uyanır uyanmaz karşımda çıplak halde görüyorum ve korkuyorum. Dolayısıyla ölmemem de mümkün değildi. İyi ki Reha'yı fark etmemişim sabah vakti
O TAMAMEN DELİRDİ ÇÜNKÜ...
Onun neden tamamen çıldırdığını düşündüğüme gelince... Bir süre önce çok sevdiğim Murat Vargı abimin evinde yemekteyiz. Reha, ben ve Murat Bey aynı masada oturuyoruz. Reha birdenbire hiçbir şekilde provoke edilmeden TED Ankara Kolejliler aleyhine konuşmaya başladı. TED Ankara Kolejlilerin İngilizce konuşamadıklarını filan söyledi. Kendisi gibi Robert Kolejli olanların çok daha zeki ve iyi İngilizce konuştuklarını anlattı.
Düşünsenize; hayatını TED Kolejlerinin daha kaliteli olmasına adamış, TED'li öğrencilerin başarıları ile daima övünen Murat Vargı'nın evindeyiz. Üstelik onun masasında oturuyoruz. Reha, Murat abinin yanı başında oturmasına hiç aldırmadan TED aleyhine konuşuyor da konuşuyor. (Yalanım yok. Tüm olaya Mehmet Barlas şahittir.)
Durun bir dakika daha tuhaflık bitmedi. İşler çok daha absürd olacak sıkı durun. Daha sonra sordum; 'Reha Robert Kolejli mi?' diye. Bana 'Yoo TED Ankara Kolejli o' dediler.
İşte o anda adamın tamamen çıldırmış olduğuna karar verdim.
'SEN DELİRDİN' MESAJIMI OĞLUMLA GÖNDERDİM
O kritik sabahın akşamında Lykia World'ün sahipleri bir kokteyl verdi. Ben oğlumu alıp gittim kokteyle. Rana daha sonra katıldı bize. Oğlan çok ısrar ettiğim halde bir kadeh Prosecco içmedi nedense. Daha sonra Reha geldi kokteyle. Ben oğlumu çektim bir yana ve ona 'Oğlum şu adamı görüyor musun, şimdi git ona 'Reha Bey de' dedim. Sana bakmaya başladığında ise ona 'Babam sizin tamamen delirmiş olduğunuzu düşünüyor' de. 'Senin baban kim?' diye sorarsa 'Serdar Turgut de, hemen koş yanıma geri gel' dedim.
Alp dediğimi yapmaya giderken 'Baba ya biraz utanıyorum' filan dedi. Ben ona 'Saçmalama utanacak hiçbir şey yok. İleride kadınlara da böyle saçma konuşursan hayatta çok başarılı olursun' diye nasihat ettim.
Neyse; oğlan gitti Reha'nın yanına ve konuşmaya başladı. Konuşmanın büyük bölümü tahmin ettiğim gibi gelişmiş. Konuşmanın sadece son bölümde Reha 'Senin baban kim?' sorusunu sormamış ve oğlanın dediğini duyar duymaz 'Serdar neredesin?' diyerek beni aradı ve gördü. Bu arada oğlan 'Hakikaten delirdin mi' diye sormuş ve Reha da 'Henüz değil ama yakında delireceğim' demiş
ÇARŞI'DA İÇECEĞİZ
Neyse işler tatlıya bağlandı. Ben akşam yemeğinde TED'li kardeşim Reha'ya, tekrar takım değiştireceğimi, seyircisinin kalitesi nedeniyle, sırf onların zekasına saygım ve sevgim dolayısıyla Beşiktaşlı olma kararı verdiğimi anlattım.
Bir yıl içinde ilk önce Galatasaray'dan çıkıp Fenerbahçe taraftarı olup en sonunda Beşiktaşlı olmamın biraz tuhaf algılanabileceğini düşünüyorum ama kimin ne düşündüğü umurumda değil. Çünkü ben maç seyretmiyorum ki; takımı sadece seyircisi için seçiyorum.
Michael Jackson için hazırladıkları son pankart da Beşiktaş seyircisinin kalitesini gösterdi. 'Hayatının yarısını siyah yarısını da beyaz geçiren Michael Jackson. Ruhun şad olsun' dediler. Yahu her şeyi bir tarafa bırakın, bunu okunca ben ruhen o taraftarın yanında hissettim kendimi.
Bu pankart hiç hazırlanmamış olsaydı bile Reha'nın da yazdığı gibi daha önce bir maçta açılan 'ATAM senin izindeyiz. Biz de sirozdan öleceğiz' pankartı da yeter de artardı benim için Beşiktaş seyircisi yanında gönül koymama. Bu arada yakında Reha ile Beşiktaş Çarşı'da buluşup rakı içmeyi de planlıyoruz.
Serdar Turgut/Akşam