ALİ KIRCA YILLAR SONRA KENDİSİNİ YARGILAYAN HAKİME NE SORDU?

Show TV anchormani Ali Kırca, dün duygu yüklü bir şekilde kendisini yıllar önce yargılayan hakimle nasıl telefonla konuştuğunu anlattı.

Show TV anchormani Ali Kırca, dün gece kendi kişisel tarihini, Türkiye’nin yakın tarihi ile özeşlikler kurarak anlattı. Ana haber bülteni içinde kendisinin kaleme alıp sunduğu "Ali Kırca ile Arka Kapak" bölümünde.

Bir yandan genç bir deniz subayı olarak devrimci düşüncelerinden dolayı tutuklayıp yargılandığı mahkemeyi hatırlatan Kırca, mahkemede nasıl beraat ettiğini ve kendisini beraat ettiren askeri hakimlerin nasıl sürüldüğünü anlattı.

İşte duygu yüklü bir şekilde, kendisini beraat ettiren hakim ile yıllar sonra nasıl telefonla konuştuğunu da anlatan Ali Kırca’nın anlattıkları:

"İşte yine bahar geldi. Mayısların ilk günleri, bugünün takviminde yazılı olan 4 Mayıs mesela neler çağrıştırır ki insana. Kimine umut kimine sevda. Ama böyle değildi her bahar. 4 Mayıs tarihi Arka Kapak yazarının kişisel hatıra defterinde ise başka bir kavşağa işaret eder. İş bu yazı kişisel gibi görünse de Arka Kapağın bu satırları Türkiye tarihinden kederli sayfalar anlatacaktır sonuçta.

Ama önce bir hatırlatma. Geçen hafta arka kapakta, adları Türk tarihinin en onurlu sayfalarına yazılı iki hakimden söz etmiştik. 12 Mart darbe günlerinde İstanbul 1 no’lu sıkıyönetim mahkemesinde görev yapan iki hakim: Hakim Albay Remzi Şirin ve Hakim Binbaşı Refik Karaağ.

Darbecilerin ve sıkıyönetimin olanca baskısına şovalye ruhu ile direnmiş ve onların istediği idam kararlarının altına imza atmamıştı ikisi de. Kalemlerini kırmamıştı başkaları gibi, Ankaradakiler gibi mesela.

Geçen haftaki Arka Kapak’ta da söylemiştim. Deniz Gezmişler Ankara’da değil, onların mahkemesinde yargılansa belki de bugün yaşıyor olacaklardı. Dün 3 mayıstı ve o iki cesur yargıcın İstanbul’da verdiği bir kararın ve benim kişisel tarihiminde kederli bir dönümüydü.

Remzi Şirin ve Refik Karaağ benim ve arkadaşlarımın 146. maddeden yargılanmama karşı çıkıp, beraatimize karar vermiş; ama hemen ertesinde mahkemeleri lağvedilmişti. Karardan hoşlanmayan darbeciler ikisini de Erzurum’a sürgüne yollamışlardı.

Geçen hafta arka kapağı yazarken onlara ulaşamamıştım. Ama sonrasında Remzi Baba’nın yakınları aradı beni. Çok şükür yaşıyordu. Aramak için bekledim bu güne kadar. O kararın yıl dönümünde bu kez ben ulaştım ona. Doksanlara yaklaşan yaşına karşın, sesi o meydan okuduğu kürsüdeki gibi gürdü hala.

Nasıl olduğunu sordum. Mahkemelerdeki gibi espriliyidi de. "Bu yaşta ne olacak. Arızalı sağlam işte" dedi. O günleri andık birlikte. Daha neler olmuştu Mayısların ilk günlerinde. Bugünün bizim için hayli kişisel olan tarihini 4 mayısı sona bırakıp, ötekileri söyleyelim. 3 mayıs’ta biz beraat etmiştik. 5 mayıs’ta Denizlerin kurtarılması için son çabalar ve eylem girişimleri üzerine tüm Türkiye’de Silahlı Kuvvetler teyakkuza geçirilmişti. Yani Türkiye çapında asker en üst düzeyde alarm durumundaydı... 6 mayıs’ta ise Denizler idam sehpasındaydı.

Oysa hava nasıl da güzeldi dışarıda. Bahar bugünkü gibi menekşeleri ile istila etmişti sokağı.

Uzatmaya gerek yok. Herkes için zor bir bahardı ve uzun yıllar önce şu satırları kaleme almıştım, kırgın bir zamanımda.

"3 Mayıs 72’de beraat ettim..
4 Mayıs 72’de babamı kaybettim..
5 Mayıs 72’de teyakkuza geçirip her yanı,
6 Mayıs 72’de astılar üç genç adamı..
Velhasıl,
O yıl,
Acının tuzlu denizine bastılar,
Yaraları kanayan
O güzelim baharı..."