Ali Bayramoğlu: Kimi Akit sitesi tayfası cemaatçi polisler tarafından kullanıldı!
'Kimi Akit sitesi tayfasının neden ve nasıl aynı anda tepki gösterdiğini daha iyi görüyorum'
MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in telefonlarının dinlenmesini savunan Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Ömer Altıparmak’a cevap veren Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, “İdris Naim Şahin’e yönelik eleştirilerimin, bir operasyon olarak ilan edilmesini (Altıparmak İzmir konuşmasında bunu tekrar etmiş), o dönem yazarından akademisyenine, gazetecisinden sivil toplum temsilcisine kadar cemaat mensuplarının “Marangoz Hatası” cümlesine öfke saçıp, bana yaptıkları saldırıları şimdi daha iyi anlıyorum” dedi.
Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (3 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan, “Kürt politikası, cemaat, polis devleti...” başlıklı yazısı şöyle:
‘Kürt politikası, cemaat, polis devleti...’
Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Ömer Altıparmak, “paralel yapı”nın tasfiyesi çerçevesinde görevinden alınan ilk isimlerden birisiydi.
Kimi açıklamalarda bulunmuş. MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in telefonlarının dinlenmesi, dönemin bakanı İdris Naim Şahin’nin bunu bilmesi ve bu dinlemenin cemaatin devlet kontrolu politikasıyla ilişkili olduğuna dair yazılarıma da değinmiş.
Cemaatin haber ajansına göre şunları söylemiş:
“Evet dinleriz arkadaşlar, 14 Temmuz 2011 günü demokratik özerklik ilan eden, benim üniter yapıma karşı isyan teşkil eden demokratik özerkliğin ilan edildiği o demokratik özerklik çalıştaylarının tümüne katılmıştı o müsteşar yardımcısı. Şimdi inanılmaz bir şey, devletin kurumlarında üst seviyede görev almış olması benim ülkemin üniter yapısı, anayasal düzenine karşı böyle bir hareketi meşru kılar mı? Hangi görevi, hangi sıfatı taşırsa taşısın, benim ülkemi bölmeyi (hedefleyen), demokratik özerkliğin ilanıyla ilgili çalıştaylara katılan bir şahsın emniyet istihbarat tarafından takip edilmesini suçmuş gibi gösteriyorlar...”
Meydan okuyan yeniçeri ağası gibi...
Ama Altıparmak, “secaat arz ederken sirkatin söyler” misali, neşteri kendisine atmış...
Bir hukuk devletinde polis ya da istihbaratçı kendi kendine, açık ve sivil bir toplantıya katılmanın suç olup olmayacağına karar verebilir mi? Hangi toplantının ülkeyi böleceğine dair hüküm verebilir mi? Bu tür davranışlarla ülkenin her hangi bir politikasının, örneğin Kürt politikasının çerçevesini çizebilir mi?
Hükümet politikalarının ve yasaların üzerinde özerkliğin suç, çalıştayların örgüt toplantısı, toplantılara katılanların PKK’lı olduğuna hükmeden bir takım memurlar...
Bu, polis devletinin tanımlarından birisidir.
Yasal ve meşru bir siyasi partinin parti okulunda ders verdiği için Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu böyle izlenmemiş ve tutuklanmamış mıydı? İstihbarat raporlarından fezlekeler, fezlekelerden iddianameler böyle üretilmedi mi? Çatı partisine katıldığı, Kürt sorunu çalıştığı için kimi akademisyenlere “teorisyen” muamelesi yapılmadı mı? KCK davalarının ara çerçevesi böyle çizilmemiş miydi?
Cevat Öneş’le ilgili mahkemeye yazdığı talepte şöyle buyuruyor istihbaratçı polis:
“PKK/KCK Terör örgütü elebaşısının talimatları doğrultusunda kurulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) içerisinde faaliyet gösterdiği gerekçesiyle...”
Hüküm veriyor...
DTK’nın ne olduğuna, DTK toplantısına katılmanın suç faaliyeti oluşturduğuna, örneğin Öneş’in, eski müsteşar yardımcısının bu yapı içinde faaliyet gösterdiğine dair hüküm...
Üstelik “a priori” hüküm...
Vahimi, dönemin bakanı İdris Naim Şahin’in bunu biliyor, buna ikna ediliyor ve onaylıyor olması...
İki anlamı var bu olup bitenin.
1. Kimi Cemaat mensubu istihbaratçı polisler, cemaatçi diğer memurlar ve görevliler yetkilerini devlet içinde yapacakları operasyonlar için kullanıyorlar. Tasfiye operasyonları için keyfi yolla bilgi topluyor, bunu yasal kılıfına uyduruyorlar. Öneş’in dinlenmesi, KCK yönetmeliğini yazanlardan birisi olduğu iddiasının (dahası iftirasının) cemaat gazetelerinde ve televizyonlarında haber haline getirilmesiyle ve bunların birbirini takip edercesine ve Oslo krizi ile cemaatin MİT operasyonu dönemine rastgelmesi yeterince açık bir duruma işaret ediyor.
2. Kimi Cemaat mensubu istihbaratçı polisler, cemaatçi diğer memurlar ve görevliler yetkilerini, hükümetin değil devlet dışı bir yapının çizdiği Kürt politikasını hayata geçirmek, en azından devlet politikalarını bu istikamette yönlendirmek için kullanıyorlar. Çözüm süreci, müzakere, barış, cemaatin bu gayri resmi Kürt politikasının ana hedefleri olarak karşımıza çıkıyor. KCK’daki kapsam genişlemesi, barış işlerine bulaşan etkili kişilerin takibi, barış konusuna değenlerin kriminalize edilerek ağır bir baskı ortamının yaratılması (hükümetin sorumluluğunu ve KCK konusundaki tutumunu unutmadan) bugün geriye döndüğünüzde bu çerçevede de anlam kazanıyor.
İdris Naim Şahin’e yönelik eleştirilerimin, bir operasyon olarak ilan edilmesini (Altıparmak İzmir konuşmasında bunu tekrar etmiş), o dönem yazarından akademisyenine, gazetecisinden sivil toplum temsilcisine kadar cemaat mensuplarının “Marangoz Hatası” cümlesine öfke saçıp, bana yaptıkları saldırıları şimdi daha iyi anlıyorum.
Milletvekilleri, gazeteciler, akademisyenlerin katıldığı DPI gezilerine İdris Naim Şahin, Mehmet Baransu, bazı cemaatçi polislerin kullandığı kimi Akit sitesi tayfasının neden ve nasıl aynı anda tepki gösterdiğini daha iyi görüyorum.
Ancak mesele sanıldığı gibi sadece cemaat meselesi değildir.
Aslen istihbaratın demokratikleştirilmesi, hukuki denetimi, devlet içindeki bu kaçakların yapısal olarak giderilmesidir.
Bu istikamette ilerliyor muyuz?
Soru ortada.
Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (3 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan, “Kürt politikası, cemaat, polis devleti...” başlıklı yazısı şöyle:
‘Kürt politikası, cemaat, polis devleti...’
Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Ömer Altıparmak, “paralel yapı”nın tasfiyesi çerçevesinde görevinden alınan ilk isimlerden birisiydi.
Kimi açıklamalarda bulunmuş. MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in telefonlarının dinlenmesi, dönemin bakanı İdris Naim Şahin’nin bunu bilmesi ve bu dinlemenin cemaatin devlet kontrolu politikasıyla ilişkili olduğuna dair yazılarıma da değinmiş.
Cemaatin haber ajansına göre şunları söylemiş:
“Evet dinleriz arkadaşlar, 14 Temmuz 2011 günü demokratik özerklik ilan eden, benim üniter yapıma karşı isyan teşkil eden demokratik özerkliğin ilan edildiği o demokratik özerklik çalıştaylarının tümüne katılmıştı o müsteşar yardımcısı. Şimdi inanılmaz bir şey, devletin kurumlarında üst seviyede görev almış olması benim ülkemin üniter yapısı, anayasal düzenine karşı böyle bir hareketi meşru kılar mı? Hangi görevi, hangi sıfatı taşırsa taşısın, benim ülkemi bölmeyi (hedefleyen), demokratik özerkliğin ilanıyla ilgili çalıştaylara katılan bir şahsın emniyet istihbarat tarafından takip edilmesini suçmuş gibi gösteriyorlar...”
Meydan okuyan yeniçeri ağası gibi...
Ama Altıparmak, “secaat arz ederken sirkatin söyler” misali, neşteri kendisine atmış...
Bir hukuk devletinde polis ya da istihbaratçı kendi kendine, açık ve sivil bir toplantıya katılmanın suç olup olmayacağına karar verebilir mi? Hangi toplantının ülkeyi böleceğine dair hüküm verebilir mi? Bu tür davranışlarla ülkenin her hangi bir politikasının, örneğin Kürt politikasının çerçevesini çizebilir mi?
Hükümet politikalarının ve yasaların üzerinde özerkliğin suç, çalıştayların örgüt toplantısı, toplantılara katılanların PKK’lı olduğuna hükmeden bir takım memurlar...
Bu, polis devletinin tanımlarından birisidir.
Yasal ve meşru bir siyasi partinin parti okulunda ders verdiği için Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu böyle izlenmemiş ve tutuklanmamış mıydı? İstihbarat raporlarından fezlekeler, fezlekelerden iddianameler böyle üretilmedi mi? Çatı partisine katıldığı, Kürt sorunu çalıştığı için kimi akademisyenlere “teorisyen” muamelesi yapılmadı mı? KCK davalarının ara çerçevesi böyle çizilmemiş miydi?
Cevat Öneş’le ilgili mahkemeye yazdığı talepte şöyle buyuruyor istihbaratçı polis:
“PKK/KCK Terör örgütü elebaşısının talimatları doğrultusunda kurulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) içerisinde faaliyet gösterdiği gerekçesiyle...”
Hüküm veriyor...
DTK’nın ne olduğuna, DTK toplantısına katılmanın suç faaliyeti oluşturduğuna, örneğin Öneş’in, eski müsteşar yardımcısının bu yapı içinde faaliyet gösterdiğine dair hüküm...
Üstelik “a priori” hüküm...
Vahimi, dönemin bakanı İdris Naim Şahin’in bunu biliyor, buna ikna ediliyor ve onaylıyor olması...
İki anlamı var bu olup bitenin.
1. Kimi Cemaat mensubu istihbaratçı polisler, cemaatçi diğer memurlar ve görevliler yetkilerini devlet içinde yapacakları operasyonlar için kullanıyorlar. Tasfiye operasyonları için keyfi yolla bilgi topluyor, bunu yasal kılıfına uyduruyorlar. Öneş’in dinlenmesi, KCK yönetmeliğini yazanlardan birisi olduğu iddiasının (dahası iftirasının) cemaat gazetelerinde ve televizyonlarında haber haline getirilmesiyle ve bunların birbirini takip edercesine ve Oslo krizi ile cemaatin MİT operasyonu dönemine rastgelmesi yeterince açık bir duruma işaret ediyor.
2. Kimi Cemaat mensubu istihbaratçı polisler, cemaatçi diğer memurlar ve görevliler yetkilerini, hükümetin değil devlet dışı bir yapının çizdiği Kürt politikasını hayata geçirmek, en azından devlet politikalarını bu istikamette yönlendirmek için kullanıyorlar. Çözüm süreci, müzakere, barış, cemaatin bu gayri resmi Kürt politikasının ana hedefleri olarak karşımıza çıkıyor. KCK’daki kapsam genişlemesi, barış işlerine bulaşan etkili kişilerin takibi, barış konusuna değenlerin kriminalize edilerek ağır bir baskı ortamının yaratılması (hükümetin sorumluluğunu ve KCK konusundaki tutumunu unutmadan) bugün geriye döndüğünüzde bu çerçevede de anlam kazanıyor.
İdris Naim Şahin’e yönelik eleştirilerimin, bir operasyon olarak ilan edilmesini (Altıparmak İzmir konuşmasında bunu tekrar etmiş), o dönem yazarından akademisyenine, gazetecisinden sivil toplum temsilcisine kadar cemaat mensuplarının “Marangoz Hatası” cümlesine öfke saçıp, bana yaptıkları saldırıları şimdi daha iyi anlıyorum.
Milletvekilleri, gazeteciler, akademisyenlerin katıldığı DPI gezilerine İdris Naim Şahin, Mehmet Baransu, bazı cemaatçi polislerin kullandığı kimi Akit sitesi tayfasının neden ve nasıl aynı anda tepki gösterdiğini daha iyi görüyorum.
Ancak mesele sanıldığı gibi sadece cemaat meselesi değildir.
Aslen istihbaratın demokratikleştirilmesi, hukuki denetimi, devlet içindeki bu kaçakların yapısal olarak giderilmesidir.
Bu istikamette ilerliyor muyuz?
Soru ortada.